اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّنْ | yahut kimdir? |
|
2 | يُجِيبُ | yetişen |
|
3 | الْمُضْطَرَّ | darda kalmışa |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | دَعَاهُ | du’a ettiği |
|
6 | وَيَكْشِفُ | ve kaldıran |
|
7 | السُّوءَ | kötülüğü |
|
8 | وَيَجْعَلُكُمْ | ve sizi yapan |
|
9 | خُلَفَاءَ | sahipleri |
|
10 | الْأَرْضِ | yeryüzünün |
|
11 | أَإِلَٰهٌ | tanrı mı var? |
|
12 | مَعَ | ile beraber |
|
13 | اللَّهِ | Allah |
|
14 | قَلِيلًا | ne de az |
|
15 | مَا |
|
|
16 | تَذَكَّرُونَ | düşünüyorsunuz |
|
Sûrenin başından buraya kadar anlatılan kıssalarda peygamberlerin ve getirdikleri mesajın önemi vurgulandıktan sonra bu âyetlerde de Allah’ın varlığı, birliği ve sonsuz kudretini gösteren kozmik deliller sıralanmakta, müşriklerin âhiret hakkındaki inanç ve tutumları tenkit edilmektedir. 59. âyette Allah, Hz. Peygamber’e bu âyetleri okumaya başlarken kendisine lutfettiği peygamberlik ve diğer nimetlerinden dolayı Allah’a hamdetmesini ve davetini tebliğ etmesi için seçtiği peygamberlere salâtü selâm getirmesini emretmektedir. Şevkânî, âyette geçen “Allah’ın seçkin kıldığı kullar” ifadesini genel anlamda yorumlar ve hem peygamberlerin hem de onlara iman eden müminlerin bu zümreye girdiğini söyler (IV, 141). Yazılı veya sözlü herhangi bir hitabede bulunurken sözün başında Allah’a hamdetme, bu buyruğa dayalı olarak Hz. Peygamber’e ve ailesine salâtü selâm getirme geleneği zamanımıza kadar devam etmiştir.
61. âyette iki deniz arasına konulduğu bildirilen engelden maksat, tuzluluk oranı farklı denizleri birbirinden ayıran sınırdır. Özgül ağırlığı farklı olan yani birinin suyu diğerine nisbetle daha tuzlu olan iki su kütlesi yan yana durdukları halde aralarında görünmeyen bir perde varmış gibi birbirine karışmamakta ve birleşimlerindeki farklılık değişmemektedir (krş. Furkan 25/53; Rahmân 55/19-20; bu âyette geçen diğer konular hakkında bilgi için bk. Nahl 16/14-16).
Önceki âyetlerde Allah’ın kudretini göstermek için dış âlemden deliller getirilmişti; 62. âyette ise Allah’ın insanlar üzerindeki iki türlü tasarrufundan bahsedilerek kudretinin sonsuzluğuna delil getirilmektedir. Bunlar: a) Allah’ın, ihtiyaçtan dolayı kendisine dua edenin duasını kabul edip imdadına yetişmesi, sıkıntılarını gidermesi; b) İnsanları yeryüzünün yöneticileri yapması veya nesilleri birbirinin ardından getirerek yeryüzünün sahipleri kılmasıdır.
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır. مَنْ müşterek ism-imevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri, كمن لم يُج۪يبُ (Cevap vermeyen, kabul etmeyen gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُج۪يبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. الْمُضْطَرَّ mef’ûlün bih olup fetha ile mansudur. اِذَا zaman zarfı, يُج۪يبُ fiiline mütealliktir.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
دَعَاهُ fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. دَعَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَكْشِفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. السُّٓوءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. يَجْعَلُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. خُلَـفَٓاءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَرْضِ muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.
يُج۪يبُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
Hemze istifhâm harfidir. اِلٰهٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ
قَل۪يلاً masdardan naib olarak gelen قَل۪يلاً mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır.
مَا zaiddir. قَل۪يلاً ’i tekid etmek içindir.
تَذَكَّرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. أَم, hemze ve بَلْ manasını taşıyan munkatı’ أَمْ’dir. İstifham, inkârî manadadır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama, ikrar manaları taşıması ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme kastına matuf olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir.
Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَّنْ ‘in haberi mahzuftur.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ‘in sılası olan يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması herkes tarafından biliniyor olması ve sonraki habere dikkat çekme kastı sebebiyledir.
Bu ayette şarttan mücerret zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan دَعَاهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُج۪يبُ fiili, اِذَا ’nın müteallakıdır.
Aynı üslupta gelen وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ ve وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِ cümleleri, atıf harfi وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْمُضْطَرَّ - السُّٓوءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْمُضْطَرَّ ’daki tarif, ahdi zihnidir. (Âşûr)
الْمُضْطَرَّ ile burada kastedilen cinstir. Bu sebepten her sıkılanın duasını kabul etmek gerekmez. “O dilerse kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırır.” (Enam Suresi, 41) gibi dilemesiyle kayıtlıdır. Bununla birlikte çoğu zaman şiddetli ihtiyaç halinde duanın kabul olunacağına işaret, hatta vaat yani söz verme de var, demektir. Çünkü sıkışma halinde ihlas ortaya çıkar. Nice imansızların imana geldikleri görülür. (Elmalılı)
Keşşâf sahibi şöyle der: “Zaruret, insanı sığınmaya götüren, mecbur bırakan hal demektir. Iztırar da zaruret kökünün iftial vezni üzere olan şeklidir. Arapçada, اضدره الى كذ ‘Onu, ona mecbur kıldı’ denir. Bu babın, ism-i faili ve ism-i mef'ûlü aynı şekilde الْمُضْطَرَّ olarak gelir. الْمُضْطَرَّ , bir hastalığın veya fakirliğin veya zamanın belalarından herhangi birinin, Allah'a yalvarıp yakarmaya mecbur bıraktığı kimsedir.” (Fahreddin er-Râzî)
يَكْشِفُ ’da teşbih vardır. إزالَةِ anlamında müstear lafızdır. (Âşûr)
خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِ , yeryüzünün halifeleri, yeryüzünde geçmişlerin yerlerine kalanlar, demek olursa da ilâhi hükümlerin yerine getirilmesi kendilerine emredilmiş hilafet sahipleri yani yeryüzünün hükümdarları manasına olması da uygundur. Sıkıntıda bulunanın duası ile kötülüğün kaldırılmasına işaret edilmiş olması da ancak bununla uygun olur. Ve o halde bu cümle müminlere daha ta İslam'ın başlangıcında geleceğin İslamî hakimiyetini vadeden büyük bir müjdeyi ifade eder. (Elmalılı)
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan hemze inkârî manadadır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle kınama, ikrar manasında olduğu ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اِلٰهٌ ’un haberi mahzuftur. مَعَ اللّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, muayyen olmayan cins, adet ve tahkir ifade eder.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu kelam, Allah'tan başka ilah olmadığının takrir ve tahkikidir. (Ebüssuûd)
Bu cümlenin takdiri, “Vay sizin halinize! Allah ile birlikte bir ilah mı var?” şeklindedir. [Allah ile birlikte…] ayeti üzerinde vakıf yapmak güzeldir. (Kurtubi)
Bu cümle 60 ve 61. ayette geçen cümlenin tekrarıdır. Aralarında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, S. 314)
قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede قَل۪يلًا , mahzuf masdardan naib mef’ûlü mutlaktır. Amili تَذَكَّرُونَۜ ’dir. Cümlenin takdiri, تتذكرون تذكرا قليلا (Çok az düşünüyorsunuz) şeklindedir.
Bu takdire göre zaid harf مَا ve mef’ûlü mutlak ile tekid edilmiş fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
قَل۪يلا kelimesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Cümledeki مَا edatı, bu belirsizlikten çıkan azlık manasını pekiştirmektedir. Bu, şükretmemekten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)