فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَخَرَجَ | (Karun) çıktı |
|
2 | عَلَىٰ | karşısına |
|
3 | قَوْمِهِ | kavminin |
|
4 | فِي | içinde |
|
5 | زِينَتِهِ | süsü (debdebesi) |
|
6 | قَالَ | dedi(ler) |
|
7 | الَّذِينَ | kimseler |
|
8 | يُرِيدُونَ | isteyen(ler) |
|
9 | الْحَيَاةَ | hayatını |
|
10 | الدُّنْيَا | dünya |
|
11 | يَا لَيْتَ | Keşke! |
|
12 | لَنَا | bize verilseydi |
|
13 | مِثْلَ | bir benzeri |
|
14 | مَا | şeyin |
|
15 | أُوتِيَ | verilen |
|
16 | قَارُونُ | Karun’a |
|
17 | إِنَّهُ | gerçekten onun |
|
18 | لَذُو | vardır |
|
19 | حَظٍّ | şansı |
|
20 | عَظِيمٍ | büyük |
|
“Ama suçluluğu kesinleşmiş olanlara artık günahları sorulmaz” ifadesi, suçluların yaptıklarından sorumlu olmayacakları veya onların hesapsız kitapsız cehenneme sürüklenecekleri anlamına gelmez. Bu ifade, söz konusu suçluların yapıp ettiklerinin suç ve günah olduğunun âşikâr olarak bilinmesi sebebiyle akıbetlerinin de bir felâket olduğunun apaçık gerçek olarak bilindiği anlamına gelmekte ve sarsıcı bir uyarı maksadı taşımaktadır.
Dünya hayatına düşkün olanlar Karun’un servet ve ihtişamını gördükçe onun şanslı bir insan olduğunu düşünüyor ve onun yerinde veya onun kadar zengin biri olmak istiyorlardı. İlim ve irfan sahibi kimseler ise onları kınayarak bu tür özentilerin yersiz olduğunu söylüyorlardı. Zira dünyadaki servet geçici, âhiret ise daha hayırlı ve daha kalıcıydı (krş. Kehf 18/46; A‘lâ 87/16-17). 80. âyete göre âhirette bu nimetlere kavuşabilmek için iman, sâlih amel ve sabır sahibi olmak gerekmektedir.
Karun, evi barkı ve bütün servetiyle birlikte yerin dibine batırıldı. Daha önce onun ihtişamına imrenip özenenler bunu görünce söylediklerine pişman oldular ve Allah’ın verdiği rızka razı olmak gerektiğine, nankörlerin iflah olmayacaklarına kanaat getirdiler.
Karun kıssası, servet ve gücüne güvenerek, kendini imtiyazlı ve büyük görüp Allah’a isyan, insanlara karşı haksızlık eden ve bu suretle sınırı aşanlar için asırları aşıp gelen bir ibret tablosu, bir öğüt levhasıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 246-247
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَرَجَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. عَلٰى قَوْمِه۪ car mecruru خَرَجَ fiiline mütealliktir. ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ car mecruru خَرَجَ 'deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri متزيّنا şeklindedir.
قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُر۪يدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُر۪يدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْحَيٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l kavli, يَا لَيْتَ لَنَا ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا tenbih harfidir. Temenni ifade eden لَيْتَ harfi, اِنَّ gibi isim cümlesine dahil olur, ismini nasb haberini ref yapar. لَنَا car mecruru لَيْتَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِثْلَ kelimesi لَيْتَ ’nın muahhar ismi olup lafzen mansubdur. Müşterek ismi mevsûl مَٓا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تِيَ قَارُونُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫تِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili قَارُونُۙ ’dir olup lafzen merfûdur.
يُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رود ’dir.
اُو۫تِيَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اِنَّ ’nin haberi ذُو حَظٍّ ’dir. ذُو harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti وَ ’dır. حَظٍّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَظ۪يمٍ kelimesi حَظٍّ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayetteki …قَالَ cümlesine atfedilmiştir. Âşûr bu cümleyi 62. ayetteki وآتَيْناهُ مِنَ الكُنُوزِ cümlesine atfetmiştir.
Karun’la ilgili bildirimin devamıdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Bu ifade, onun en gözde ve en güzel elbisesiyle kavminin karşısına çıktığına delalet eder. Kur'an'da ancak bu kadarı zikredilir. Ama insanlar, bu ziynetin keyfiyeti hususunda muhtelif şeyler zikretmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ
İstînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, sonraki habere dikkat çekme amacına matuftur.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَا harfi tenbihdir. Nidanın cevabı, لَيْتَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen temenni manası taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Temenni: Husûlü arzu edilmekle ve sevilmekle birlikte imkânsız ya da ihtimali çok zayıf bir şeyin olmasını istemektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif vardır. لَنَا car mecruru, لَيْتَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِثْلَ, muahhar ismidir.
مِثْلَ ’nın muzafun ileyhi müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’in sılası اُو۫تِيَ قَارُونُ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
اُو۫تِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Bu sözler o dönemin müminlerinin sözleridir. Onlar dünyayı arzulayarak, onun serveti gibi mala sahip olmayı temenni etmişlerdi. Bir diğer görüşe göre bu, ahirete iman etmeyen, ahireti de arzulamayan kâfir olan bir topluluğun sözüdür. (Kurtubî)
اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi لَذُو حَظٍّ şeklinde izafet terkibiyle marife gelerek bu vasfın kemâl derecede olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca izafet az sözle çok anlam ifade etme yollarından biridir.
حَظٍّ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَظ۪يمٍ kelimesi حَظٍّ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Azim, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ [Onun büyük bir nasibi vardır.] cümlesi, muhatap kuşku ve tereddüt içinde Zeccâc şöyle demiştir: “Bu kelime yani ‘Allah'ın sevabı daha hayırlıdır’ kelimesi ancak taatleri eda, haramlardan kaçınma; kendisine ayırıp verdiği her türlü hayır ve şer hususunda Allah'ın kaza ve kaderine rıza hususunda sabredenlere verilir.” (Fahreddin er-Râzî)
إنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ ifadesi sanki bunu işiten inkâr edermiş gibi taaccüpten kinaye olarak gelmiştir. (Âşûr)
Muhatap kuşku ve tereddütte olduğu için إِنَّ ve ل ile pekiştirilmiş, tekid edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)