Âl-i İmrân Sûresi 113. Ayet

لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠  ...

Onların (Kitap ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran, secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسُوا (ama) hepsi değildir ل ي س
2 سَوَاءً aynı س و ي
3 مِنْ -nden
4 أَهْلِ ehli- ا ه ل
5 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
6 أُمَّةٌ bir topluluk vardır ا م م
7 قَائِمَةٌ ayakta duran ق و م
8 يَتْلُونَ okuyarak ت ل و
9 ايَاتِ ayetlerini ا ي ي
10 اللَّهِ Allah’ın
11 انَاءَ saatlerinde ا ن ي
12 اللَّيْلِ gece ل ي ل
13 وَهُمْ ve onlar
14 يَسْجُدُونَ secdeye kapanırlar س ج د
 

  Eneye أني :  

  أنَى fiili olgunlaşmak, olmak, ermek; temkinli olmak; gecikmek, ağır davranmak, yavaş olmak anlamlarına gelir.

  أنا sözcüğü kendinden söz eden kişinin yerini tutan (birinci şahıs) zamirdir.

  Bu köke ait tefâul babındaki تَأنَّى fiili bir kimsenin bir işi ya da hareketi acele etmeden temkinli ve ağırbaşlı yani teenî içinde yapması anlamına gelir. Teennî تَأنِّي vakarlı, temkinli davranan kişinin hal ve tutumunu anlatır.

  آناءَ اللَّيْلِ gecenin saatleri demektir. Tekili إنْيٌ، إناً، أناً şeklindedir. أنَى ve ِآن الشَّيْء  zamanı yaklaştı manasındadır. 

 أنَى maddesindeki asli anlam; varmak, ulaşmak ve vaktin ermesidir. Bu mana geldiği muhtelif yerlere göre farklılık arz eder. Mesela hararetin şiddetini arttırdığı vakte erince, gece saatlerine ulaştığında, hilm ve itmi'nan mertebesine ulaştığında, durumdan istifade vaktine erişince, taama ulaşıp onu yeme vaktinin gelişi gibi... Kullanıldığı tüm yerlerde konusuna bağlı ulaşıp varmak ve vakit kaydı bulunmaktadır.

  Son olarak إناءٌ içine bir şey konan kaptır ve çoğulu آنِيَةٌ şeklindedir. (Müfredat-Dağarcık-Tahqiq-Bursevî)

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 36 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri teennî ve andır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ

Fiil cümlesidir.  لَيْسُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْسُوا ’ nun ismi, cemi müzekker olan  و  merfû muttasıl zamirdir. Mahallen merfûdur.  سَوَٓاءً  kelimesi  لَيْسُوا ’ nun haberi olup fetha ile masubdur.

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠

 

İsim cümlesidir. مِنْ اَهْلِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اُمَّةٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  

قَٓائِمَةٌ  kelimesi  اُمَّةٌ ’ un sıfatı olup damme ile merfûdur. يَتْلُونَ  cümlesi,  اُمَّةٌ ’ un sıfatı olarak mahallen merfûdur.  

يَتْلُونَ  fiili  نَ ’ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  اٰيَاتِ  mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰنَٓاءَ  zaman zarfı  يَتْلُونَ  fiiline mütealliktir.  الَّيْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يَسْجُدُونَ۠  cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.  

يَسْجُدُونَ۠  fiili  نَ ’ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَٓائِمَةٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  قوم  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠


Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  لَيْسَ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَيْسُوا سَوَٓاءً “Hepsi bir değildir.” cümlesi müminlerin iyiliklerini saymak için bir hazırlık ve daha önce geçen “İçlerinden iman edenler de var.” şeklindeki Al-i İmran/110 ayeti için de bir hatırlatma mahiyetindedir.

مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ  cümlesi beyanî istînâf veya tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اُمَّةٌ , muahhar mübtedadır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُمَّةٌ ’ deki nekrelik, tazim içindir. 

قَٓائِمَةٌ  muahhar mübteda olan  اُمَّةٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  

قَٓائِمَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ  cümlesi  اُمَّةٌ ’ ün ikinci sıfatıdır.  

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde, ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder. Lafza-i celâle muzâf olması, ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna da işaret eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayetin sonunda hal وَ ’ ıyla gelen  وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠  cümlesi, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. 

لَيْسُوا سَوَٓاءً  [Hepsi aynı değildir.] cümlesindeki zamir ehl-i kitaba raci olup ‘’ehl-i kitap tamamen aynı değildir’’ anlamındadır.  مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ  [Ehl-i kitabın içinde … dosdoğru bir topluluk da vardır.] cümlesi, “Hepsi aynı değildir.” cümlesini açıklamak üzere söylenmiş yeni bir cümledir. [Marûfu emredersiniz.] ifadesi, [En hayırlı ümmetsiniz. (Âl-i İmran Suresi, 110)] cümlesini açıklamak üzere yeni bir cümle olarak kurulduğu gibi. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ  [Ehl-i kitabın içinde … dosdoğru bir topluluk da vardır.] cümlesi; bu ümmetin önemi sebebiyle izmar makamında izhar olarak gelmiş bir cümledir. Burada ümmetten maksat bir gruptur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bu namazın teheccüd veya yatsı namazı olduğu söylenmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)  

مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ  [Ehli kitaptan bir grup vardır.] ifadesinde devamlılık ifade etmesi için isim cümlesi kullanılmıştır. Bundan sonra gelen  يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ  [Allah’ın ayetlerini okurlar.] cümlesinde ise teceddüt (fiilin yenilenmesi) ifade etmesi için muzari sıygası kullanılmıştır. يَسْجُدُونَ۠  fiilinde de durum aynıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Bu istînâf cümlesi ehli kitaptan bir grubun insafını, yani doğruluğunu anlatmak için gelmiştir. مِنهُمُ المُؤْمِنُونَ وأكْثَرُهُمُ الفاسِقُونَ  şeklinde çoğunluğu hakkında umumi olarak bir hüküm verdikten sonra bu hükmü tekid eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

وَهُمْ يَسْجُدُونَ  cümlesi haldir. Geceleyin kitaplarının tilavetiyle teheccüd kılarlar demektir. Secde durumları kitaplarının tilavetiyle kayıtlanmıştır. Bu üslup; teheccüd yaparlar denilmesinden daha açık ve nettir. Çünkü eylemlerinin şeklini gösterir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ  tabirinin manası, “dosdoğru, adil, müstakim” demektir. Bu senin, “dosdoğru, dümdüz oldu” manasında olmak üzere  أٌقَمْتُ العُودَفَقَامَ  “Çubuğu doğrulttum, o da doğruldu, dümdüz oldu.” tabirinden alınmıştır. Bu söz de Hak Teâlâ’nın, “Siz en hayırlı bir ümmetsiniz.” buyruğunun bir izahı gibidir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb)

أُمَّةٌ قائِمَةٌ يَتْلُونَ آياتِ اللَّهِ آناءَ اللَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ  cümlesinde mecaz-ı mürsel sanatı vardır. ‘’Secde ediyorlar’’ ifadesiyle namaz kılıyorlar manası kastedilmiştir. Çünkü hakiki secdede tilavet yasaktır. Yasaklanmış şey methedilmez. O nedenle cüz olan secde ifade edilip, kül olan namaz kastedilmiştir. Mecazın alakası burada cüziyettir. (https://tafsir.app/aljadwal/3/113) 

يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ  [Gece saatlerinde Allah’ın ayetlerini okurlar.] Bu ifade hakkında da birkaç mesele vardır: 

Birinci Mesele: O’nun  يَتْلُونَ (okuyorlar) ve  يُؤْمِنُونَ (iman ediyorlar) kelimeleri  اُمَِّةٌ (ümmet) kelimesinin sıfatı olduğu için mahallen merfûdurlar. Yani “kâim, okuyan ve iman eden bir topluluk” demektir. 

İkinci Mesele: “Tilavet”, okumak demektir. Kelimenin aslı, “peşinden getirmek” anlamındadır. Buna göre tilavet sanki bir lafzı başka bir lafza eklemek, bitiştirmek demektir. 

Üçüncü Mesele: Bu ifadede geçen  اٰيَاتِ اللّٰهِ “Allah’ın ayetleri” tabiriyle bazen Kur’an’ın ayetleri bazen de Cenab-ı Hakk’ın zatına ve sıfatlarına delalet eden çeşitli varlıklar murad edilir. Burada ise birinci mana kastedilmiştir.

Dördüncü Mesele: Bu kelamda geçen  آنَاءَ اللَّيْلِ  “gecenin saatleri” tabirinin Arapçada aslı, “akitler ve saatler” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

الْكِتَابِ  kelimesinin zamir ile ifadesi mümkün iken zahir olarak zikri, iki fırka arasındaki müşterek noktayı (ikisine de ehl-i kitap dendiğini) belirtmek ve ehl-i kitaptan bu mümin topluluğun, onların rezillerinden değil bilakis kitaptan kendilerine büyük bir nasip verilmiş bahtiyar insanlardan olduklarını zımnen bildirmek içindir.

Namazda Kur’an ayetlerinin tilavet edildiği kesin olarak bilindiği halde  يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ [Onlar Allah’ın ayetlerini okurlar.] buyurulması, iki ehl-i kitap arasındaki farkı daha ziyade belirtmek ve bu bahtiyar fırka ile ondan önce küfürle vasıflandırılan bedbaht fırkanın bir olmadıklarını açıklamak içindir. Zaten bu sıfatın iman sıfatından önce zikredilmesinin sırrı da budur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)