وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve onlar |
|
2 | إِذَا | zaman |
|
3 | فَعَلُوا | yaptıkları |
|
4 | فَاحِشَةً | bir kötülük |
|
5 | أَوْ | ya da |
|
6 | ظَلَمُوا | zulmettikleri |
|
7 | أَنْفُسَهُمْ | nefislerine |
|
8 | ذَكَرُوا | hatırlayarak |
|
9 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
10 | فَاسْتَغْفَرُوا | bağışlanmasını dilerler |
|
11 | لِذُنُوبِهِمْ | günahlarının |
|
12 | وَمَنْ | ve kim |
|
13 | يَغْفِرُ | bağışlayabilir |
|
14 | الذُّنُوبَ | günahları |
|
15 | إِلَّا | başka |
|
16 | اللَّهُ | Allah’tan |
|
17 | وَلَمْ |
|
|
18 | يُصِرُّوا | ve onlar ısrar etmezler |
|
19 | عَلَىٰ |
|
|
20 | مَا | şeylerde (hatalarında) |
|
21 | فَعَلُوا | yaptıkları |
|
22 | وَهُمْ | onlar |
|
23 | يَعْلَمُونَ | bile bile |
|
Bu üç âyette faizin, onu alan insanda meydana getirdiği bencillik, cimrilik, hırs ve açgözlülük; verende de sebep olduğu nefret, kıskançlık, kızgınlık ve düşmanlık gibi duyguları giderecek, bu hastalıkları tedavi edecek ana ilkeler yer almakta ve İslâm ahlâkının bir özeti verilmektedir.(Kur’ân Yolu,Diyanet Tefsiri)
Râzî tefsirinde nakledildiği üzere Herakl'in (yani Rum kralının) elçisi Peygamberimize: "Sen 'müttekîler için hazırlanmış ve genişliği yer ve gökler kadar' olan bir cennete davet ediyorsun? O halde nâr (cehennem) nerede?" diye sormuş. Rasûlullah (s.a.v.): "Sübhanallah (Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim), gündüz olduğu zaman gece nerede olur?" buyurmuş olduğu rivayet edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
Bu dinin hoşgörüsüne bakın! Yüce Allah, insanları kendi aralarında hoşgörülü olmaya çağırmazdan önce, tadına varmaları, öğrenmeleri ve örnek almaları için kendi hoşgörüsünün bir yönünü onlara göstermektedir.
Kuşkusuz muttakîler, müminler içinde en yüksek mertebeye sahiptirler. Ancak, bu dinin hoşgörüsü ve insanlığa olan merhameti, şu özellikleri; “Onlar, bir kötülük işlediklerinde ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesini dilerler.” müttakilerin özellikleri olarak sunulmaktadır. Fuhuş günahların en çirkini ve en büyüğüdür. Ancak bu dinin hoşgörüsü, büyük günah işleyenleri Allah’ın rahmetinden uzaklaştırmamakta, kafilenin yani müminler kafilesinin dışına atmamaktadır. Aksine onları bir şartla en üstün mertebe olan “müttakiler” mertebesiné yükseltmektedir. Bu dinin tabiatından ve görünümünden ortaya çıkan; Allah’ı anmaları, günahlarından dolayı bağışlanma dilemeleri, hata olduğunu bildikleri halde yaptıklarında ısrar etmemeleri, sıkılma ve utanma duymaksızın günahla övünmemeleri şartıyla… Diğer bir deyişle, Allah’a kulluk çerçevesinde kaldıkları ve sonuçta O’na teslim oldukları sürece, O’nun koruması, affı, rahmeti ve faziletinin kuşatıcılığı içinde olacaklardır.
Evet, bu din insanın zaafını biliyor. Bu yüzden ona karşı sert davranmıyor. Ruhundaki iman kıvılcımı henüz sönmedikçe, kalbindeki iman pınarı henüz kurumadıkça, Allah ile olan bağını canlı tutup koparmadıkça ve kendisinin sürekli hata yapan bir kul olduğunu ve buna karşılık, hataları bağışlayan bir Rabbinin olduğunu kesin olarak bildiği müddetçe kendisine zulmettiğinde veya büyük bir günah işlediğinde bu din insanı Allah’ın rahmetinden kovmakta acele etmiyor. Çünkü kendisinde henüz iyilik bulunan, yolunu tamamen kaybetmemiş bir gidiş tutturan ve ipi kopmamış kulpa sarılan bu zayıf, hatalı ve günahkâr insan; zaafı ne kadar ayağını kaydırırsa da iman kıvılcımı kalbinde olduğu, ipi elinde tuttuğu, Allah’ı anıp O’nu unutmadığı, O’ndan bağışlanma dileyip O’na karşı kullukta sürekli olduğu ve günahlarıyla övünmediği sürece sonuçta amacına ulaşabilir.
Bu din; şu zayıf ve yolunu şaşırmış yaratığın yüzüne tevbe kapısını kapatmamaktadır. Onu çölün ortasında şaşkın bir durumda bırakmamakta ve onu dönüşten korkan kovulmuş biri olarak terk etmemektedir. Onu, bağışlanma konusunda ümitlendirmekte, yolunu göstermekte, titrek ellerinden tutup kayan ayaklarına destek olmaktadır. Güvenilir sınıra ve güvenceli bir korunağa gelmesi için yolunu aydınlatmaktadır.
Birtek şey istiyor ondan; Allah’ı unutacak şekilde kalbinin taşlaşmamasını ve ruhunun kararmamasını… Allah’ı andığı, ruhunda bu yol gösterici kıvılcım olduğu, vicdanından bu sürükleyici ses geldiği, kalbinden bu serin rüzgâr estiği sürece, ruhunda yeniden nuru bulacaktır. Güvenilir sınıra dönecek ve kuruyan tohum yeniden yeşerecektir.
İşte İslâm, zaaf anlarında insan denen zayıf yaratığın elinden böyle tutmaktadır. Çünkü o, insanda zaafın yanında bir kuvvetin, ağırlığın yanında bir hafifliğin, hayvansal dürtülerin yanında Rabbani arzuların olduğunu bilmektedir. İslâm, Allah’ı unutmayıp sürekli andığı ve hata olduğunu bildiği halde hatasında ısrar etmediği sürece, insanın elinden tutup yükseklere çıkartmak için zaaf anında ona acımakta ve yeniden ufka yükseltmek için ayağının kaydığı demlerde şefkatle teselli etmektedir. Rasûlullah (salât ve selâm üzerine olsun) buyuruyor: “İstiğfar eden hatada ısrar etmiş sayılmaz. Bir günde yetmiş kere tekrarlasa da… (Ebu Davut, Tirmizi, Bezzar müsnedinde Osman b. Vakid’den almıştır. Ancak senedindeki bir sahabi bilinmemektedir. Fakat İbni Kesir tefsirinde sahih kabul etmiş ve “Hasen bir hadistir” demiştir.) (Fizilal’il Kur’ân)
Riyazus Salihin, 1879 Nolu Hadis
Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir: Allâhumme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente, halaktenî ve ene ‘abdüke, ve ene ‘alâ ‘ahdike ve va‘dike m’esteta‘tü. Eûzü bike min şerri mâ sana‘tü, ebûü leke bi-ni‘metike ‘aleyye, ve ebûü bi-zenbî, fağfir lî fe-innehû lâ yağfirü’z-zünûbe illâ ente: Allahım! Sen benim Rabbimsin. İbadete lâyık senden başka tanrı yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lutfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet; şüphe yok ki günahları senden başka affedecek yoktur.”
Rasûl-i Ekrem sözüne şöyle devam etti: “Her kim, bu seyyidü’l-istiğfârı sevabına ve faziletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevabına ve faziletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.” Buhârî, Daavât 2, 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 100-101; Tirmizî, Daavât 15; Nesâî, İstiâze 57
وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ önceki ayetteki ism-i mevsûle atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. İsm-i mevsûlun sılası şart ve cevab cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. فَعَلُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فَاحِشَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. ظَلَمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı ذَكَرُوا اللّٰهَ ’dir.
ذَكَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَغْفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لِذُنُوبِهِمْ car mecruru اسْتَغْفَرُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاسْتَغْفَرُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, غفر ‘dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ
وَ itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir. مَنْ istifhâm ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. يَغْفِرُ الذُّنُوبَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَغْفِرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الذُّنُوبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. اللّٰهُ lafza-i celâl يَغْفِرُ fiilindeki gizli zamirden bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يُصِرُّوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl, عَلٰى harf-i ceriyle يُصِرُّوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası فَعَلُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
فَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُونَ cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُونَ damme ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُصِرُّوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صرر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ
الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘ye atfedilmiştir. 133. ayetteki muttakilerin sıfatı konumundadır. İsm-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ cümlesi şart üslubunda gelmiştir. اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir.
اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan فَعَلُوا فَاحِشَةً şart cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mef’ûl konumundaki فَاحِشَةً ‘nin nekreliği muayyen olmayan cinse işarettir.
فَاحِشَةً zina gibi büyük günah, başkasına geçen; gıybet ve zulüm gibi günahlar, demektir. Burada فَاحِشَةً kelimesi, mahzûf bir kelimenin sıfatıdır. فِعْلَةً فَاحِشَةً [çirkin bir fiil] takdirindedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Aynı üsluptaki ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesi, atıf harfi اَوْ ile şart cümlesine atfedilmiştir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
فَ karinesi olmadan gelen ذَكَرُوا اللّٰهَ , şeklindeki cevap cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah lafzının zikri tecrîd sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ cümlesi atıf harfi فَ ile cevap cümlesine atfedilmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiiller mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَاحِشَةً - ظَلَمُٓوا - لِذُنُوبِهِمْۖ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَهُمْ يَعْلَمُونَ cümlesi, لَمْ يُصِرُّوا [Israr etmezler] fiilinin failinden haldir. Onlar yaptıklarının bir masiyet olduğunu bilir ve günahlarını hatırlayarak onlardan tövbe ederler. Çünkü bir işin haram olduğunu bilmeyenler bazen mazur sayılabilirler. Fakat haram olduğunu bilenler, bile bile yaptıkları o işten dolayı kesinlikle mazur sayılmazlar. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Allah Teâlâ, cennetin muttakiler için hazırlandığını bildirince muttakilerin iki kısma ayrıldığını da beyan etmiştir: Birincisi, taat ve ibadete yönelen kimselerdir ki Hak Teâlâ onları, bollukta ve darlıkta infak eden, öfkelerini yutan ve insanları affeden kimseler olarak tavsif etmiştir. İkincisi, günah işleyip de sonra tövbekâr olanlardır. Allahu Teâlâ böylece bu topluluğun da, birincisi gibi muttakilerden olduğunu beyan etmiştir. Çünkü günahkâr, günahından tövbe ettiği zaman durumu, Allah katında bir makam ile ikrama müstehak olmada, hiç günah işlememiş olan bir kimsenin durumu gibidir. Allahu Teâlâ, insanı önceki ayette başkalarına iyilik etmeye; bu ayette de kendisine iyilik etmeye teşvik etmiştir. Çünkü günahkâr tövbe ettiği zaman kendisine iyilik yapmış olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ
وَ , itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler vasıtasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olup, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundadır. İstifham ismi مَنْ mübteda, يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُ , cümlesi haber konumundadır.
Haberin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Lafza-i celal, يَغْفِرُ fiilindeki gizli fail zamirinden bedeldir.
İstifham harfi مَنْ , istisna harfinin karinesiyle olumsuz mana kazanmıştır. Maksat günah işleyen kişiyi hemen Allah’a istiğfar etmeye yönlendirmektir. Allahın yanında putları ilah edinen müşriklere ve Hz. İsa'nın çarmıha gerilme yoluyla Adem'in çocuklarının günahlarını kaldırdığını iddia eden Hristiyanlara tarizdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
İstifham harfi مَنْ istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşturmuştur. Kasr, fiille bedel arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Günahları affedecek olan, Allah’tır. O’ndan başka mağfiret edici yoktur.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi ve tekrarlanması korkuyu ve ikazı artırmak içindir.
Bu cümledeki Allah isminde de tecrîd sanatı vardır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyhten bedel olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle zahiren istifham üslubunda inşa cümlesi olmasına rağmen mana itibariyle nefy manasındadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazandığı için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İstifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اسْتَغْفَرُوا - يَغْفِرُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الذُّنُوبَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette geçen وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُ cümlesi itiraziyye cümlesidir. Günahların sadece Allah tarafından bağışlanacağı tenbih edilmektedir. (Kanatbek Orozobekov, Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler- Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Cümle, atıf harfi وَ ’la فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
يُصِرُّوا fiiline müteallik cer mahallindeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan فَعَلُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayetin hal وَ ’ıyla gelen son cümlesi وَهُمْ يَعْلَمُونَ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَعَلُوا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bir hata bir günah işlemek bizi umutsuzluğa düşürmemeli, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeliyiz. Ancak o günahta ısrar etmemeli, hemen tövbe etmeliyiz.
Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur
“İstiğfar eden kimse günahta ısrar etmiş sayılmaz; velev ki bir günde yetmiş kere dönsün. Ve istiğfar ile, büyük günah vasfı kalmaz ve ısrar edilen bir günah da küçük olarak kalmaz.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
يَعْلَمُونَ [Bilirler] fiilinin iki mef’ûlü mahzuftur, manayı çoğaltmak için böyle gelmiştir.
وَهُمْ يَعْلَمُونَ [Bile bile] ifadesi, يُصِرُّوا fiilinden haldir. Israr etmedeki olumsuzluk ise her iki günaha da yöneliktir yani “Çirkin olduğunu, Allah’ın onu yasakladığını ve ona karşı azap tehdidinde bulunduğunu bile bile günahlarda ısrar edenlerden olmazlar.” demektir. Zira bir fiilin çirkin olduğunu bilmeyen kimse onu işlediğinde mazur olabilir. Bu ayetler iman edenlerin; muttaki, tövbekâr ve ısrarcı olmak üzere üç grup olduklarını; bunlardan ısrarcıların değil, sadece muttaki ve tövbekârların cennete gireceğini kesin bir ifade ile beyan etmektedir. Buna aykırı düşüncede olan biri aklına karşı direnmiş ve Rabbine karşı gelmiş olur. (Zemahşeri, Keşşâf’An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)