Âl-i İmrân Sûresi 136. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ  ...

İşte onların mükâfatı Rab’leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedî kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükâfatı ne güzeldir!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte
2 جَزَاؤُهُمْ onların mükafatı ج ز ي
3 مَغْفِرَةٌ bağışlanma غ ف ر
4 مِنْ tarafından
5 رَبِّهِمْ Rableri ر ب ب
6 وَجَنَّاتٌ ve cennetlerdir ج ن ن
7 تَجْرِي akan ج ر ي
8 مِنْ
9 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
10 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
11 خَالِدِينَ sürekli kalırlar خ ل د
12 فِيهَا içinde
13 وَنِعْمَ ve ne güzeldir ن ع م
14 أَجْرُ ücreti ا ج ر
15 الْعَامِلِينَ çalışanların ع م ل
 

Onlar günahlarından dolayı bağışlanma dilemekle birşey kaybetmedikleri gibi darlıkta ve bollukta infak etmekle, öfkelerini yenip insanları affetmekle de bir zarara uğramazlar. Onlar sadece üzerlerine düşeni yaparlar. `…Salih amel işleyenleri bekleyen mükafat ne kadar güzeldir…” Rablerinden bağışlanma… Allah’ın bağışlaması ve sevgisinden sonra altında ırmaklar akan Cennet… Burada hem ruhun derinliklerinde hem de hayatın görünüşünde bir çalışma göze çarpmaktadır. Her ikisi de çalışmadır, harekettir, gelişmedir.

Bu belirgin vasıflarla, surede konu edilen meydan savaşı arasında kuvvetli bir bağ vardır. Nitekim, faiz ya da yardımlaşma düzeninin, müslüman cemaatin hayatında etkisi ve meydan savaşıyla ilişkisi bulunduğu gibi… Konunun başında değindiğimiz gibi bu ruhsal ve toplumsal vasıfların zafer üzerinde de etkisi söz konusudur. İhtiras, öfke ve hatalara galip gelmek, Allah’a dönüp O’nun bağışlamasını ve hoşnutluğunu dilemek, savaş alanında düşmana karşı zafer kazanmak için zorunlu vasıflardır. Çünkü onlar, ihtiras, heva, hata ve günahta ısrar etmeyi temsil ettikleri için düşmandırlar. İnsanoğlunda bunların düşmanlıkları, kişiliklerini, şehvetlerini ve hayat düzenlerini Allah’a, O’nun hayat metoduna ve şeriatına uydurmamalarından kaynaklanmaktadır. Bunun için düşmanlık söz konusu olur. Savaş bunun için çıkar ve cihad bunun için yapılır. Bunların dışında başka bir neden için müslüman, düşmanlık yapamaz, savaş çıkaramaz ve cihad edemez. O sadece Allah için düşmanlık yapar, O’nun için savaşır ve O’nun uğruna cihad eder. Surenin akışı içinde bütün bu direktiflerle savaştan söz edilmesi arasında kuvvetli bir bağ vardır. Nitekim bununla, Rasûlullah’ın (salât ve selâm üzerine olsun) emrine karşı gelmek, karşı gelmeyi doğuran ganimet arzusu, Abdullah b. Ubeyy ve beraberindekilerin ayrılmalarına neden olan kişilik ve hevadan kaynaklanan büyüklenme, surenin akışında değinileceği gibi günaha meyledenlerin yaklaşmasını doğuran günaha karşı zaaf, işleri Allah’a döndürmemekten kaynaklanan düşünce karmaşıklığı, “Bu işte bize bir çıkar var mı?” diye sormaları, bazısının “Bu işte bize bir şey düşseydi burada öldürülmezdik” demeleri gibi savaşa eşlik eden özel şartlar arasında da güçlü bir bağ söz konusudur.

Kur’ân-ı kerim, bu şartların tümünü, surenin akışında örneklerini göreceğimiz gibi eşsiz bir tarzda birer birer ele almakta, aydınlatmakta, içlerindeki gerçekleri yerleştirmeye çalışmakta ve ruhlara onları harekete geçirip canlandıracak bir şekilde temas etmektedir. (Fizilal’il Kur’ân)
 

اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا


İsim cümlesidir. İsm-i işaret  اُو۬لٰٓئِكَ  birinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ  cümlesi, birinci mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

جَزَٓاؤُ۬هُمْ  ikinci mübteda olup damme ile merfûdur.  Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَغْفِرَةٌ  ikinci mübteda  جَزَٓاؤُ۬هُمْ  ‘nün haberi olup damme ile merfûdur.

مِنْ رَبِّهِمْ  car mecruru  مَغْفِرَةٌ  ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَنَّاتٌ  atıf harfi وَ ‘la  مَغْفِرَةٌ  ’e atfedilmiştir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٌ  ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.  

تَجْرِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru,  تَجْرِي  fiiline mütealliktir.  الْاَنْهَارُ  fail olup damme ile merfûdur. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi  جَزَٓاؤُ۬هُمْ ‘deki zamirin hali olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ  ‘ye mütealliktir.  

خَالِد۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  خلد olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  نِعْمَ  camid fiil olup, medih fiillerindendir. اَجْرُ  kelimesi  نِعْمَ  ’nin faili olup damme ile merfûdur. نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, الجنّة  şeklindedir.

الْعَامِل۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.

الْعَامِل۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerredi  عمل  olan fiilin ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda,  جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ  cümlesi haberdir. Müsnedün ileyhin uzağa mahsus işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenlerin, yani müminlerin makamlarının ve faziletteki mertebelerinin yüceliğini göstermek içindir.

جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ  cümlesinde, müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur. 

مِنْ رَبِّهِمْ  car-mecruru haber olan  مَغْفِرَةٌ  ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّهِمْ  izafetinde Rab isminin muzaf olmasıyla  هِمْ  zamirinin ait olduğu müminler şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle  رَّبّ  isminde tecrîd sanatı vardır.

جَنَّاتٌ  kelimesi  مَغْفِرَةٌ  ‘e matuftur. Cihet-i camiâ tezayüftür.

Mükâfatlarının bağışlanma ve cennet olarak ayrıntılanması taksim sanatıdır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ  cümlesi  جَنَّاتٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُ ’ya takdim edilmiştir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

مِنْ  harfi ibtida manasındadır. Nehirler cennetlerden, yani bitişik olduğu yerden fışkırmaya başlarlar. Bu nedenle ifade vurgu kazanmıştır.

خَالِد۪ينَ  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni,  ف۪يهَا  car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır.

Cennet kelimesinin arkasından gelen تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ [Altından nehirler akar.] sözü orada otoritenin bu kişilere ait olduğunu ya da bahçenin en mükemmel şeklinin içinden suyu akan bahçeler olduğuna işaret eder. 

O sıfatları taşıyan insanların mükâfatları, Rablerinden büyük bir mağfirettir. “Rabb” unvanının  هِمْ zamirine izafe edilmesi, teşrif ve hükmün illet ve sebebini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)

“Elde edilmek istenen (matlûb) şey ikidir: Birincisi, Cenab-ı Hakk’ın ikâbından emin olmak ki Allah buna ‘’Rabb Teâlâ’dan bir bağışlanma’ ifadesiyle işaret etmiştir. İkincisi ise kullara mükâfaat vermesidir ki bu da ‘’Altlarından ırmaklar akan cennetler ki (onlar) orada ebedi kalıcıdırlar . ‘’ buyurmakla göstermiştir. Daha sonra Cenab-ı Hakk, ‘’(Böyle) yapanların mükâfaatı ne güzeldir!’’diyerek onlar için meydana gelen şeyin bir mağfiret olduğunu ve cennetlerin de onların amellerinin bir mükâfatı ve karşılığı olduğunu beyan etmiştir.” Kâdi şöyle demiştir: “Bu ifade, ‘Mükâfat, Allah’ın bir lütfudur, insanların amellerine karşı verilmiş bir karşılık değildir.’diyenlerin görüşünü iptal eder.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Medh fiili  نِعْمَ  ’nin faili olan  اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ , izafet terkibiyle gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. نِعْمَ  ‘nin, takdiri  الجنّة  (cennet) olan mahsusu, mahzuftur.

اَجْرُ - تَجْر۪ي  kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayetin son cümlesi tezyîl (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) hükmünde ıtnâb sanatıdır. 

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Mükâfatın ücret olarak ifade edilmesi istiare-i temsiliyyedir. Mümin kul, ücretle çalışan bir işçiye benzetilmiştir. Câmi’, yaptığının karşılığını kesin alacak olmasıdır. İşçinin hakkını vermek işveren üzerine kesin bir yükümlülük olduğu gibi Cenab-ı Hakk da amel yapan kuluna sevap vermeyi aynı kesinlikte tekeffül etmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Her iki kelime de aynı manada olup mükâfat anlamına geldiği için Allah Teâlâ, ayetin başında  جَزَٓاؤُ۬هُمْ  [bunların mükâfatı] buyurduktan sonra  اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ  [amel sahiplerinin mükâfatı] buyurmuştur. Farklı kelime kullanılması, batıl görüş sahiplerinin iddialarının aksine ceza ve mükâfatın işlenen amele karşılık olarak hak edilmiş ve zorunlu bir son olduğunu kuvvetli bir şekilde ifade etmek içindir.  وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ  cümlesinde medhin mahsusu, mahzuf olup ibarenin sonunda düşünülebilecek  ذلك  lafzıdır, yani [Amel sahiplerinin mükâfatı olarak ne güzeldir.] mağfiret ve cennetler. (Zemahşeri, Keşşâf’An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

العالمين ’deki ال, ahd içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bu cümle, hatadan sonra tövbe edenlere mahsus bir zeyl mahiyetindedir. Nasıl ki bundan önceki zeyl de daha öncekilere mahsus idi. Zaten iki zeylin mefhumu da iki sınıf arasındaki açık farkı ortaya koyar. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)