ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ١٥٤
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | أَنْزَلَ | indirdi |
|
3 | عَلَيْكُمْ | size |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | بَعْدِ | ardından |
|
6 | الْغَمِّ | o üzüntünün |
|
7 | أَمَنَةً | bir güven |
|
8 | نُعَاسًا | bir uyku |
|
9 | يَغْشَىٰ | bürüyen |
|
10 | طَائِفَةً | bir kısmınızı |
|
11 | مِنْكُمْ | sizden |
|
12 | وَطَائِفَةٌ | ve bir kısmınız da |
|
13 | قَدْ | doğrusu |
|
14 | أَهَمَّتْهُمْ | kaygısına düşmüştü |
|
15 | أَنْفُسُهُمْ | kendi canlarının |
|
16 | يَظُنُّونَ | bir zanda bulunuyorlar |
|
17 | بِاللَّهِ | Allah’a karşı |
|
18 | غَيْرَ | -sız |
|
19 | الْحَقِّ | hak- |
|
20 | ظَنَّ | zannı (gibi) |
|
21 | الْجَاهِلِيَّةِ | cahiliyye |
|
22 | يَقُولُونَ | diyorlardı |
|
23 | هَلْ | var mı |
|
24 | لَنَا | bize |
|
25 | مِنَ |
|
|
26 | الْأَمْرِ | bu işten |
|
27 | مِنْ | hiçbir |
|
28 | شَيْءٍ | şey |
|
29 | قُلْ | de ki |
|
30 | إِنَّ | şüphesiz |
|
31 | الْأَمْرَ | iş |
|
32 | كُلَّهُ | bütünüyle |
|
33 | لِلَّهِ | Allah’a aittir |
|
34 | يُخْفُونَ | onlar gizliyorlar |
|
35 | فِي |
|
|
36 | أَنْفُسِهِمْ | içlerinde |
|
37 | مَا | şeyleri |
|
38 | لَا |
|
|
39 | يُبْدُونَ | açıklayamadıkları |
|
40 | لَكَ | sana |
|
41 | يَقُولُونَ | diyorlar ki |
|
42 | لَوْ | şayet |
|
43 | كَانَ | olsaydı |
|
44 | لَنَا | bize |
|
45 | مِنَ |
|
|
46 | الْأَمْرِ | bu işten |
|
47 | شَيْءٌ | bir şey (fayda) |
|
48 | مَا |
|
|
49 | قُتِلْنَا | öldürülmezdik |
|
50 | هَاهُنَا | burada |
|
51 | قُلْ | de ki |
|
52 | لَوْ | şayet |
|
53 | كُنْتُمْ | olsaydınız |
|
54 | فِي |
|
|
55 | بُيُوتِكُمْ | evlerinizde dahi |
|
56 | لَبَرَزَ | mutlaka boylardı |
|
57 | الَّذِينَ | olanlar |
|
58 | كُتِبَ | yazılmış |
|
59 | عَلَيْهِمُ | üzerine |
|
60 | الْقَتْلُ | öldürülme(si) |
|
61 | إِلَىٰ |
|
|
62 | مَضَاجِعِهِمْ | yatacakları yeri |
|
63 | وَلِيَبْتَلِيَ | ve denemesi içindir |
|
64 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
65 | مَا | olanı |
|
66 | فِي | içinde |
|
67 | صُدُورِكُمْ | göğüsleriniz |
|
68 | وَلِيُمَحِّصَ | ve açığa çıkarması içindir |
|
69 | مَا | olanı |
|
70 | فِي | içinde |
|
71 | قُلُوبِكُمْ | kalbleriniz |
|
72 | وَاللَّهُ | Allah |
|
73 | عَلِيمٌ | bilir |
|
74 | بِذَاتِ | özünü |
|
75 | الصُّدُورِ | göğüslerin |
|
Sonra o kederin ardından Allah size bir güven, bir grubunuzu kendinden geçiren uyuklama hali verdi; bir grup da kendi canlarının derdine düşmüşler, Allah hakkında haksız yere Câhiliye düşüncelerine kapılarak, "Bu işten bize ne?" diyorlardı. De ki: "İşin tamamı Allah’a aittir." Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar: "Bu işte bizim görüşümüz alınsaydı burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde dahi olsaydınız, yine de haklarında ölüm yazılmış olanlar ölüp düşecekleri yere geleceklerdi. Bu, Allah’ın içinizde olanı ortaya çıkarması ve kalplerinizdeki şüpheyi gidermesi içindir. Allah kalplerde olanı bilir."
“…Sonra o kederin ardından Allah üzerinize içinizden bir grubu saran bir güven duygusu bir uyuklama indirdi.”
Bu, o mümin kullarını kuşatan ilahi rahmetin sonucu meydana gelen olağanüstü bir mucizedir. Çünkü, bir an için de olsa, korkup kaçışan yorgunları uyku bürüdü mü, bünyelerinde büyü etkisini yapar, onları yeniden yaratır ve niteliği bilinmeyen bir şekilde bünyelerine güven duygusunu serper. Bunu, sıkıntı ve zorluk anında denediğimden söylüyorum. O anda, insanın kısır ifadesinin tasvir edemeyeceği şekilde yüce Allah’ın kuşatıcı ve derin rahmetini hissetmiştim.
Tirmizi, Nesei ve Hakim, Hammad b. Seleme’nin hadisinden, O da Enes’ten, O da Ebi Talha’dan şöyle rivayet ederler: Ebu Talha der ki: “Uhud günü başımı kaldırıp baktığımda onlardan kabuğuna çekilip uyuklamayan biri yoktu.”
Ebu Talha’dan yapılan bir başka rivayette “Uhud günü saflarda iken bizi bir uyku basmıştı. Öyle ki kılıcım elimden düşer gibi oluyor ben de tutuyordum. Tekrar düşüyor tekrar tutuyordum” der.
(Fizilal’il Kur’ân)
Kelle كلّ :
Kelle كلّ :
Bir sözcük olarak كُلّ lafzı bir şeyin parçalarının birleştirilmelerinden doğan bütünü anlatır. Bu iki şekilde olabilir. Birisi bir şeyin zatını ve ona mahsus özelliklerinin oluşturduğu bütün manasınadır. Bu 'tamam' manasını ifade eder. Yüce Allah’ın وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً 17/29 sözü gibi... İkincisi kişilerin oluşturduğu bütündür. Bu muzaaf olarak kullanılır.
Bazen ال ile marifelik kazanan bir isme muzaaf olur. Tıpkı كُلّ اليوْم ifadesi gibi... Bazen de bu ismi gösteren zamire muzaaf olur, Yüce Allah’ın şu sözlerinde olduğu gibi.. فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ 15/30 ... Kimi zamanda müfred bir nekraya muzaaf olur, bu da Yüce Allah’ın 17/13 وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ 2/29 وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟ vb. sözlerinde geçen كلّ kelimeleri gibi.. Bazense bu كُلّ kelimesi izafe edildiği şeyden soyutlanmış halde kullanılır ama bu izafet manası ona gizli olarak verilir. Yüce Allah’ın şu sözleri buna birer misaldir: لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ 36/40 وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ 27/87
ٌكُلّ kelimesi ne Kuran’da ne de Arap şiirinde hiçbir zaman الكُلّ şeklinde marife olarak geçmemiştir. كَلالة ise çocuk ve babanın dışında kalan mirasçılar için kullanılan bir isimdir.
كُلّ ve جمع farkı : Bazılarına göre küll, cüzleri ihata anlamına gelir. Dildeki asıl anlamı itibarıyla küll تَكَلّله (onu ihata etti) yani أخاطَ بِهِ etrafını ihata etti ifadesinden alınmıştır. İhata bazen bölümleri/birimleri kuşatma yoluyla olur. Küllün- nâsi ifadesinde olduğu gibi.. Küll , ecmaun ifadesinde olduğu gibi bazen söz başlangıcında pekiştirme anlamında kullanılır, ancak bu durumda ifade, küll kelimesi ile başlar. Nitekim Hicr 30 ayetinde ifade bu şekilde kullanılmıştır. Çünküكُلّ kelimesi amellere bağlıdır ve ifadeye كُلّ ile başlanır. Ecmaun ise ancak daha önce geçmiş bir ifadeden sonra gelir. Doğrusu şudur: كُلّ eb’azı/ bölümleri kuşatmayı, جَمْع ise cüzleri/parçaları kuşatmayı gerektirir.
Kelimedeki asıl anlam yüklenilen ağırlıktır. Sıklıkla manevi yük hakkında kullanılır. Örneğin yetim, bakımını üstlenen kişi için bir كَلّ 'dir. Yine put ona kulluk edenler için bir كَلّ dir. (Müfredat-Tahqiq-Furuq-Bursevi)
Kuran’ı Kerim’de isim formlarında 377 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri küllün, külliyen, külliye ve külliyattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
مَضَاجِعِ (medâci’) kelimesinin manası yatılan yerler olup Kur’ân-ı Kerim’de yalnızca bu sigayla (çoğul) üç defa geçmiştir. Ayetlerden birisi erkeklere kadınları yataklarında yalnız bırakmalarını emreden Nisa/34 ve diğeri de gece ibadetle meşgul olup az uyuyan kimselerden bahseden ‘onların bedenleri uyuyacak yerlerden uzak durur’ mealindeki Secde/16’dır. (تَتَجَافَىٰ جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا) (http://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=DjE)
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir.
مِنْ بَعْدِ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir. الْغَمِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَمَنَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
نُعَاسًا kelimesi اَمَنَةً ’den bedel olup fetha ile mansubdur. يَغْشٰى cümlesi, نُعَاسًا ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
يَغْشٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. طَٓائِفَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْكُمْ car mecruru طَٓائِفَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
(ثُمَّ) : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ
وَ istînâfiyyedir. طَٓائِفَةٌ mübteda olup damme ile merfûdur. قَدْ tahkik harfidir.Tekid ifade eder.
اَهَمَّتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَنْفُسُهُمْ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظُنُّونَ cümlesi, طَٓائِفَةٌ ‘un haberi olarak mahallen merfûdur. يَظُنُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يَظُنُّونَ fiiline mütealliktir. غَيْرَ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup الظنّ ‘nın manasını tekid etmek içindir. Yani; يظنون ظنّا غير صحيح demektir. الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ظَنَّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْجَاهِلِيَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
غَيْرَ الْحَقِّ masdar hükmündedir. 'Onlar Allah hakkında zannolunması gereken hak ve doğru zandan başka bir zanda bulunuyorlar’ manasındadır. ‘'Cahiliyye zannı’’ ondan bedeldir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهَمَّتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi همم ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ
Cümle, يَظُنُّونَ fiilinden bedel olarak mahallen merfûdur. Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavl, هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ ’dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. لَنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنَ الْاَمْرِ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf haline mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l kavl, اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
الْاَمْرَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كُلَّهُ manevi tekid olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلّٰهِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ cümlesi, يَقُولُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. يُخْفُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru يُخْفُونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُبْدُونَ لَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُبْدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَكَ car mecruru يُبْدُونَ fiiline mütealliktir.
Bu ayette fiil cümlesi يُخْفُونَ hal olarak mahallen mansubdur. Sahibü’l-hal ise يَقُولُونَ fiilinde bulunan zamirdir. Yani: يقولون مخفين demektir. Bu hal ile sahibu’l hal arasındaki قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِ cümlesi i’tirâziyye cümlesidir. (Arap Dilinde Cümle-İ Mu’terize Ve Kur’an-I Kerim’den Seçme Örnekler / Kanatbek Orozobekov)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْفُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خفي ’dir.
يُبْدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بدو ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ
Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavl لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ ’dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. كَانَ ’nin dahil olduğu cümle şart cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَنَا car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِنَ الْاَمْرِ car mecruru شَيْءٌ ‘ un mahzuf haline mütealliktir. شَيْءٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup, damme ile merfûdur. مَا قُتِلْنَا هٰهُنَا cümlesi şartın cevabıdır.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. قُتِلْنَا sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
هٰ tenbih harfidir. İsm-i işaret olan هُنَا mekân zarfı olup قُتِلْنَا fiiline mütealliktir.
قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l kavl, لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ ‘dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu cümle şart cümlesidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamir كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪ي بُيُوتِكُمْ car mecruru كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi لَوْ ’ in cevabının başına gelen rabıtadır.
بَرَزَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كُتِبَ عَلَيْهِمُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كُتِبَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِمُ car mecruru كُتِبَ fiiline mütealliktir. الْقَتْلُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. اِلٰى مَضَاجِعِ car mecruru بَرَزَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, يَبْتَلِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfiyle mukadder fiile mütealliktir. Takdiri; فعل ذلك بأحد şeklindedir.
يَبْتَلِيَ fetha ile mansub muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâl, fail olup damme ile merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي صُدُورِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ ve masdarı müevvel, atıf harfi وَ ile لِ harf-i ceriyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.
لِ harfi, يُمَحِّصَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. لِيُمَحِّصَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي قُلُوبِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra, 4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَبْتَلِيَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بلو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُمَحِّصَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi محص ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. عَلِیمُۢ haber olup damme ile merfûdur.
بِذَاتِ car mecruru عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الصُّدُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ
Terahi ve tertip ifade eden atıf harfi ثُمَّ ile … فَاَثَابَكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اَنْزَلَ fiiline müteallik عَلَيْكُمْ ve مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ car mecrurları, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan اَمَنَةً ’deki nekrelik tazim ifade eder. نُعَاسًا kelimesi اَمَنَةً ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَمَنَةً ve نُعَاسًا , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ cümlesi نُعَاسًا için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. طَٓائِفَةً ‘deki nekrelik tazim ifade eder.
“Emniyet indirdi.” ifadesinde tecessüm sanatı ve istiare vardır.
نُعَاسًا يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ “Uyku sizden bir grubu sarıyordu.” ibaresinde يَغْشٰى fiilinin uykuya nispet edilmesi mecazî isnaddır. Uyku, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Bir madde veya şahıs gibi sarıp sarmalaması onun etkisini ve işlevini artırmaktadır. Mübalağa ifade eden bu ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır.
اَمَنَةً güven manasındadır. نُعَاسًا kelimesi اَمَنَةً ’den bedeldir; kendisi mef‘ûl, اَمَنَةً mukaddem hal de olabilir. Keza “kendinizi güvende hissetmeniz için uyukladınız” anlamında mef‘ûlün leh veya ذوي امنة “güvenli” anlamında muhataplardan hal de olabilir.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı ’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu uyku, normal bir uyku olmayıp fevkalade ilâhî bir yardım olmuş ve müslümanlar bundan çeşitli şekillerde istifade etmişlerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Zahiren نُعَاسًا kelimesinin takdimi, أمَنَةٌ kelimesinin tehiri gerekirdi. Çünkü أمَنَةٌ sıfat veya mef’ûlun lieclihi olup hakkı إذْ يُغَشِّيكُمُ النُّعاسَ أمَنَةً مِنهُ şeklindeki Enfal Suresi 11. ayette olduğu gibi mef’ûlden önce gelmesidir. Ancak burada şanları dolayısıyla müminlere teşrif için takdim edilmiştir. Çünkü Allah’ın onlara zafer verdiği menziline konulmuşlardır. Bu uyku âdeta onlar için sekinedir. Dolayısıyla أنْزَلَ fiilinin mef’ûlu yerine konması münasiptir. Böylece نُعَاسًا kelimesi de bedel olmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
“İçinizden bir zümreyi örtüp bürüyordu.” sözünden anlaşılıyor ki orada bütün müminlere inen bu uyku, hepsini birden bastırmamıştır. Sözün kısası bu askerlerde iki zümre vardı. Müminler, münafıklar. Müminler, Muhammed’in (s.a.v) Allah tarafından hak peygamber olduğuna ve sözleri kendi arzusundan olmayıp hak vahiy bulunduğuna kesin şekilde inanmış ve Allah’ın bu dine yardım edeceğini ve bütün dinlere üstün getireceğini de Peygamberden dinlemiş bulunduğundan, bu kötü olayın, köklerini kesecek bir yok etmeye kadar varamayacağına imanları gereğince kesin ümitleri vardı. Bu sayede o korkulara rağmen emniyetleri yok edilmemişti.
Diğer bir topluluk da nefislerinin derdine düşmüş, kendilerinden başka bir şey düşünmüyordu. Dine, Peygambere önem vermiyor, nefislerine ait istekleriyle uğraşıyorlardı ki onlar münafıklar idi. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Korku varken uyku tutmaz. Uyku tutması, korkunun tamamen yok olduğuna delalet eder. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah, Uhud kıssasında, bu ayette onlar hakkında, “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize öyle bir eminlik öyle bir uyku indirdi ki...” buyurmuş ve Bedir kıssasında da [O zaman katından bir güven olsun diye sizi hafif bir uykuya daldırıyordu. (Enfal Suresi, 11)] buyurmuştur. Uhud kıssasında Hakk Teâlâ eminliği, uykudan önce; Bedir kıssasında da uykuyu, eminlikten önce zikretmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bazı alimler buradaki “uyku” lafzının, ileri derecede bir emniyet hissini kinaye yollu ifade etmek için getirildiğini söylemişlerdir ki bu görüş zayıftır. Çünkü bir lafzı, hakiki manasını bırakıp mecazî manada kullanmak, ancak hakiki manasını kullanmaya mani bir delil (durum) bulunduğu zaman söz konusu olur. Mezkûr fayda ve hikmetleri kapsadığı halde bu lafzın hakiki manası nasıl terk edilebilir? (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ
وَ , istinâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. طَٓائِفَةٌ mübteda, يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ cümlesi haberdir. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, tahkir ifade eder.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ cümlesi, طَٓائِفَةٌ için sıfattır. Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
طَٓائِفَةٌ ‘un haberi olan يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ cümlesi, müsbet muzari fiil sıygasında faidei haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesinde haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi cümlenin hükmünü takviye etmiş, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَظُنُّونَ fiili kesin olarak bildi ve zannetti anlamları olmak üzere iki zıt mana ifade eder. Bu cümlede zan manasındadır.
و ’sız gelen müekked hal cümlesi, bu vasfın onların değişmez özellikleri olduğuna işaret eder. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)
Tekit edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s.273)
قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ cümlesinin mübteda için birinci, يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ cümlesinin ikinci haber olması da caizdir.
ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ izafeti bedel veya mef’ûlü mutlaktır. Tekid ifade eder.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
طَٓائِفَة kelimeleri arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ظَنَّ - يَظُنُّونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, ظَنَّ - الْجَاهِلِيَّةِۜ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Bu, içinizden bir taifeyi] yani sadakat ve yakîn sahibi olanları [bürüyordu; diğer bir taife ise] yani münafıklar [kendi derdine düşmüştü;] yani onlar için ne din ne Peygamber ne de Müslümanlar önem taşıyordu; yalnızca kendileri önemliydi. Veya nefisleri ve başlarına gelen şeyler, onları üzüntü ve kedere gark etmiş, onları yakınmaya sevk etmişti. ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ terkibi masdar hükmünde olup “Allah hakkında beslenmesi gereken zandan başka bir zanda bulunuyorlardı.” demektir. ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ ifadesi de “haksız zan” dan bedeldir. [Haksız zanda, cahiliyye zannında bulunuyorlardı]; ancak “Allah hakkında cahiliye insanlarınkine benzer şekilde haksız zanda bulunuyorlar.” anlamında da olabilir ki bu durumda, غَيْرَ الْحَقِّ terkibi يَظُنُّونَ fiilinin tekidi olur. Buna göre mana; “Böyle bir zannı ancak Allah’ı bilmeyen şirk toplumu besleyebilir.” şeklinde olur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ
… يَظُنُّونَ cümlesinden bedel olan bu cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ شَيْءٍۜ , muahhar mübtedadır. Kelimeye dahil olan مِنْ , tekit ifade eden zaid harftir. Anlama hiçbir manası katmıştır.
مِنَ الْاَمْرِ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ
İstînâfiyye veya itiraziye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ ’nin amili olan haber mahzuftur. كُلَّهُ izafeti, اِنَّ ‘nin ismi olan الْاَمْرَ için manevi tekittir.
Bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlin zikri, ikazı artırmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يَقُولُونَ fiilinin failinden hal olan يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ , önemine binaen mef’ûl olan ism-i mevsûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan لَا يُبْدُونَ لَكَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ ibaresinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ٓي harfi zarfiyet manası taşır. Nefisler içine girilmeye müsait bir şeye benzetilmiştir. Mübalağa için yapılan bu benzetme, gizliliği kuvvetlendirir. Camî, benzeyen ve benzetilendeki mutlak irtibat özelliğidir.
يُخْفُونَ - يُبْدُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ cümlesiyle لَا يُبْدُونَ لَكَ cümlesi arasında tenâsüb sanatı vardır.
Tenâsüb, “anlam bakımından aralarında ilgi bulunan iki veya daha fazla kelime, terim veya deyimi –zıtlık/karşıtlık olmamak koşuluyla– birbirine uygun bir şekilde bir araya getirmek” demektir. Zıtlık olmaması koşulu, tenâsüb’ü tıbâk’tan ayırmak içindir. Burada münâsebet “lafız ile lafız”, “lafız ile mana” ve “mana ile mana” arasında olabilir. (Arap Dili Belagatında Bedî‘İlmi Ve Sanatları Dr. Mustafa AYDIN)
يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ ifadesinin anlamı şudur: Açıktan konuşurlarken irşad isteyen birer mümin edasıyla sana, “Bize ilâhî emirden herhangi bir şey var mı?” diyorlar ama kendi içlerinde nifak üzereler; Senin kendilerine söylediğin ‘Her şey Allah’tandır.’ ifadesini içten içe veya birbirleri arasında tenkit ediyorlar ve ‘Mesele Muhammed’in dediği gibi ‘Her şey Allah ve velîleri içindir; galip gelecekler de onlardır.’ şeklinde olsaydı, burada asla mağlup olmazdık ve şu savaşta öldürülenler öldürülmezdi!’ diyorlar.” (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Muhammed’in (s.a.v) peygamberliği hakkında şüphe üzerinde bulunuyorlardı ve harbe ganimet hevesiyle veya ihtilal fikriyle gelmişlerdi. Çokları daha başlangıçta Abdullah b. Übeyy ile beraber savuşup gitmiş, bir kısmı da kaçamamış kalmıştır. Olay bu duruma dönüşünce başlangıçta gönüllerinde intikam almış gibi bir sevinç hissettiler; sonra da her iki taraf için şüpheli mevkide bulunduklarından dolayı korkuları şiddetlendikçe şiddetlendi. Gözlerine uyku girmedi. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Araplar الجَهْلَ kelimesini الحِلْمَ kelimesinin mukabili olarak kullanırlar. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
“Cahiliyye zannı” tabiri عُمَرُ الْعَدْلِ “Adalet (timsali) Ömer” sözü gibidir. Buna göre Hakk Teâlâ, cahiliyet inancına has zannı kastetmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
“Emr” kelimesi ya “أمر ” kelimesinin veya “أوامر” kelimesinin müfredi olduğuna göre bu söz birkaç manaya gelebilir. Bir yandan Hz. Peygamberin belli şartlarla Allah tarafından va’detmiş olduğu zafer işini yalanlamak maksadıyla peygamberliğe bir itiraz; diğer yönden yukarıda açıklandığı üzere Abdullah b. Übeyy’in Medine’den çıkılmaması hakkındaki reyi kabul edilmemiş olduğundan dolayı Peygamberin emir ve isteğini hatalı bulma ve bunun altında istişareden daha kuvvetli bir şekilde hükümet işine iştirak etmek ve işe karışmak, bu niyetle Peygamberin idare şeklini istibdatkar (keyfi idareye yakışır şekilde) görmek isteyen bir ihtilal fikri vardır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. لَوۡ gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ , şarttır.
Şart cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatı vardır. كَانَ ’nin ismi olan شَيْءٌ ‘daki nekrelik, nev ifade eder.
لَنَا car mecruru, كَان ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. شَيْءٌ , muahhar mübtedadır.
مِنَ الْاَمْرِ car mecruru, شَيْءٌ ’un mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi مَا قُتِلْنَا هٰهُنَا , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
الْاَمْرَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Münafıkların, savaş meydanından bahsederken هٰهُنَا şeklinde işaret ismi kullanmaları tahkir içindir.
Aslında bu sözü söyleyenler, ölmeyenlerdi. “Öldürülmezdik” diyerek ölenlerle kendilerini tağlîb yapmışlardır. Yani ölenler gibi acı çekip onların ayrılığından âdeta ölmüş gibi olduklarını ifade eder. Ayrıca bu ifade, ölüp gidenlerin de aynı düşünceye sahip olduklarına işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Emir üslubunda haberî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ , şarttır.
Şart cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي بُيُوتِكُمْ car mecruru كُنْتُمْ ’un mahzuf haberine mütealliktir.
Şartın cevabı, لَ karinesiyle gelen لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Fail konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasında takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِمُ car-mecruru, durumun onlarla ilgili olduğuna dikkat çekmek için fail olan الْقَتْلُ ’ya takdim edilmiştir.
كُتِبَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s.127)
اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ car-mecruru, لَبَرَزَ fiiline mütealliktir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Burada yatak; ölüm manasında istiaredir. Yatağına sevk edilen insan, ölüme sevk edilen insana benzetilmiştir. Kimse Allah Teâlâ’nın kudretine karşı çıkamaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
الضُّجُوعِ ; Uyumak ve rahatlamak için yatağa yatmak demektir, burada istiare yoluyla savaşarak öldürülmek manasında kullanılmıştır. Bunun güzelliği şehitlerin diri olmasındadır. Bu; istiare veya takdiri bir müşakaledir. Çünkü ما قُتِلْنا هاهُنا [Burada öldürülmezdik.] sözü şehitlerin evlerindeki yataklarında keyifle oturdukları manasını taşır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قُلۡ - یَقُولُونَ , ٱلۡقَتۡلُ - قُتِلۡنَا , كَانَ - كُنتُمۡ , ظَنَّ - یَظُنُّونَ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ [De ki: Evlerinizde olsaydınız] yani eğer Allah birinin bu savaşta bulunup şehit olacağını bilmekteyse bunu Levh-i Mahfuz’a yazmışsa, isterseniz evlerinizde oturun, bu mutlaka gerçekleşecek; “Allah’ın öldürüleceklerini bildiği kimseler, [o devrilecekleri yerlere] yani çarpılıp yıkılacakları yerlere ‘çıkıp gideceklerdir’ ki Allah’ın, olacağını bildiği şey gerçekleşsin.” Demek isteniyor ki Allah bu savaşta şehit olacak müminleri Levh-i Mahfuz ’a yazdığı gibi sonuçta müminlerin galip geleceğini de yazmıştır; çünkü bilmektedir ki nihai galibiyeti müminler elde edecek; İslamiyet, sonunda bütün dinlere üstün gelecek; bazen başlarına gelen olumsuzluklar müminleri arıtıp durultacak/saflaştıracak ve şehitliğe teşvik edecektir; şehit olma hırsı ise onları cihada tahrik edecek ve bu suretle, nihai galibiyet hasıl olacaktır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ cümlesi, mecrur mahalde olup mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; … فعل ذلك بأحد (Birine bunu yaptı) şeklindedir. Bu takdire göre hükümde ortaklık sebebiyle makabline matuf olan cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve hükmün illetini bildirmek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Yine masdar tevilindeki وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْ cümlesi, tezayüf nedeniyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.
Mef’ûl konumunda gelen müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nin sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. ف۪ي صُدُورِكُمْ car-mecrur bu mahzuf sılaya mütealliktir.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla قُلُوبِ , mazruf mesabesindedir. Kalplerinde kin bulundurmamayı, mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf, istila manası taşıyan عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Kalpte kine sahip olmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Çünkü kalpler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
[Göğüslerinizde olanı imtihan etmek için] ifadesinden sonra [kalplerinizde olanı temizlemek için] buyruğunun gelmesi, ıtnâb sanatıdır.
ٱلصُّدُورِ- قُلُوبِكُمۡۚ , مَّا - ٱلَّذِینَ , یُمَحِّصَ - یَبۡتَلِیَ , مَضَاجِعِهِمۡۖ - بُیُوتِكُمۡ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صُدُورِكُمۡ kelimesinde irsâd sanatı vardır. Ayetin sonunda tekrarlanmıştır.
وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْ [Kalplerindekini temizlemek için] ibaresinde istiare-i tebeiyye vardır. Vesveseler ve inanç zayıflıkları kir ve pisliğe benzetilmiştir. Acılara, yaşanan imtihanlara gösterilecek sabır, bu kirleri temizleyen arındırıcı su ve sabun mesabesindedir. Kirli bir şey kullanılamaz, kirleri çoğaldıkça katmerlenir ve atılmaktan başka yapılacak birşey kalmaz. Kalp de eğer nifaktan temizlenmezse sahibini kulluk dairesinden çıkarıp cehenneme atılmasına yol açar. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
الصُّدُورُ kelimesi vicdan manasındadır. Çünkü Arapçada sadr, batıni hisler için kullanılır. İbtila fiili de الصُّدُورِ ile birlikte kullanılır, çünkü ahlak ve vicdan imtihanıdır. İmtihanda hayır da şer de vardır. Böylece nefste olan şey ortaya çıkar.
Burada القَلْبُ kelimesi itikad manasında kullanılmıştır. Çünkü Arapçada kalp, tefekkür ve itikadın hasıl olduğu yerdir. التَّمْحِيصِ kelimesi de kalplerle birlikte kullanılır. Çünkü zanların ve akaidin her türlü hayır kaynağı olabilmek için temizlenmeye ihtiyacı vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
“Allah imtihan etmek için, sizi onlardan geri çevirdi.” (Âl-i İmran Suresi, 152) ayetinde imtihan zikredildiği halde burada ikinci kez imtihan niçin zikredilmiştir? denir ise deriz ki “Söz uzadığı için Cenab-ı Allah bu kelimeyi tekrar zikretmiştir. Yine önceki imtihanın müminlerin hezimeti, ikincisinin ise diğer haller ve hadiseler olduğu da söylenmiştir.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اللّٰهُ mübteda, عَل۪يمٌ haberdir. بِذَاتِ car mecruru, عَل۪يمٌ ’a mütealliktir.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
عَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
بِذَاتِ الصُّدُورِ , kalplerin sahibi ifadesinde istiare vardır. Kalp, sahip olunan bir şey yerine konmuştur.
Kalp yerine صُّدُورِ kelimesinin gelmesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; ‘’Allah sînelerin özünü bilir.’’ sözü, melzûm; ‘’Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker’’ manasıdır.
Ayrıca ifadede ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. Bu ifadede Allah sînelerin özünü bilir manasına, iman edenler de kafirler de gereken karşılığı görecektir manası idmac edilmiştir.
Ayrıca bu cümlede tağlib sanatı vardır. Allah her şeyi bildiği halde özellikle عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ [kalplerin sahibini bilir] buyurulması kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.
“Bu ayette vaad ve vaîd veya sadece biri vardır. Ayrıca Allah Teâlâ’nın imtihan edilmekten ganî ve beri oluşuna bir tenbih de bulunmaktadır.” Allah Teâlâ Uhud Gazvesi hakkında müminlerin ve münafıkların hallerini haber vermeye bu ayette de devam etmektedir. Ayet sonunda zatının alîm olduğunu buyurması, müminler için bir müjde, münafıklar hakkında ise tehdittir. Allah Teâlâ böylece kullarından dikkatli olmalarını istemektedir. (Keziban Dut, Ayet Sonlarındaki Esmâü’l-Hüsnâ’nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında)