لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ١٦٤
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun ki |
|
2 | مَنَّ | lutufta bulundu |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | عَلَى | karşı |
|
5 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
6 | إِذْ |
|
|
7 | بَعَثَ | göndermekle |
|
8 | فِيهِمْ | kendilerine |
|
9 | رَسُولًا | bir elçi |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | أَنْفُسِهِمْ | kendi içlerinden |
|
12 | يَتْلُو | okuyan |
|
13 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
14 | ايَاتِهِ | (Allah’ın) ayetlerini |
|
15 | وَيُزَكِّيهِمْ | ve kendilerini yücelten |
|
16 | وَيُعَلِّمُهُمُ | ve kendilerine öğreten |
|
17 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
18 | وَالْحِكْمَةَ | ve hikmeti |
|
19 | وَإِنْ |
|
|
20 | كَانُوا | bulunuyorlarken |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | قَبْلُ | daha önce |
|
23 | لَفِي | içinde |
|
24 | ضَلَالٍ | bir sapıklık |
|
25 | مُبِينٍ | açık |
|
"Andolsun ki Allah, müminlere, kendilerinden bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur." Bu, ne büyük bir ilâhî lütuftur. Bütün insanlık âlemine bir hidayet tarihi açan ve âlemlere halis ilâhî rahmet olan böyle yüksek şanlı bir Peygamber'in ümmeti olan ve özellikle sohbet ve arkadaşlık şerefiyle şereflenmiş bulunan müminlere ne mutlu! Öyle bir Rasûl ki onlara vahyi anlatarak Allah'ın âyetlerini okur, ilâhî bilgilere ulaştırır ve bakış güçlerini terbiye eder. Onları ıslah ve tasfiye eder de amelî kuvvetlerini, ahlâklarını tamamlatır (kemale erdirir), onlara kitabı ve hikmeti öğreterek Allah'a adamaya yükseltir. Kitap, şeriatin zahir durumlarına, hikmet de onun güzelliklerine ve Allah bilgilerine, sırlarına, hedeflerine ve faydalarına işarettir. Halbuki bundan önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlardı. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ
لَ harfi mahzuf kasemin cevabına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
مَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru مَنَّ fiiline müteallik olup, cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اِذْ zaman zarfı, مَنَّ fiiline mütealliktir. بَعَثَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعَثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. ف۪يهِمْ car mecruru بَعَثَ fiiline mütealliktir. رَسُولًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ اَنْفُسِهِمْ car mecruru رَسُولًا ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ cümlesi, رَسُولًا ’in hali olarak mahallen mansubdur veya sıfatıdır.
يَتْلُوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُوا fiiline mütealliktir.
اٰيَاتِه۪ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanırlar. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُزَكّ۪يهِمْ cümlesi, atıf harfi وَ ile يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir.
يُزَكّ۪يهِمْ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ cümlesi, atıf harfi وَ ile يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir.
يُعَلِّمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحِكْمَةَ atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُزَكّ۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زكو ’dir.
يُعَلِّمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi علم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Cümle, يُعَلِّمُهُمُ ‘daki failin hali olup mahallen manubdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلُ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. قَبْلُ kelimesinin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden (ayırt edici) lam-ı farikadır.
ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru كَانُوا ‘nun mahzuf haberine mütealliktir. مُب۪ينٍ kelimesi ضَلَالٍ ‘ün sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
اِنْ كَانُوا ‘daki اِنْ harfi, اِنَّ ‘nin şeddesiz halidir. لَف۪ي ‘deki لَ ise bu şeddesiz اِنْ ’in olumsuzluk edatı olmadığını ifade etmek içindir. Yani, halbuki daha önce mutlak bir sapıklık içindeydiler demektir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٍ ism-i fail vezninde sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
اِذْ zaman zarfı, مَنَّ fiile mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ cümlesi, اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Zaman ismi olan إذ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Hac/26)
رَسُولًا ’deki nekrelik tazim ifade eder.
ف۪يهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla zürriyet, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında değil, sonraki nesle verilen önemi mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere عَلَيْ yerine kullanılmıştır.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ
Cümle, رَسُولًا için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan اٰيَاتِه۪ izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ için şan ve şeref ifade eder.
يُزَكّ۪يهِمْ ve وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ cümleleri atıf harfi وَ ‘la يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Birbirine matuf sıfat cümlelerinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
الْكِتَابَ , Kur’an-ı Kerim’den kinayedir. وَالْحِكْمَةَۚ kelimesi, الْكِتَابَ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezayüftür.
يَتْلُوا - يُزَكّ۪يهِمْ - يُعَلِّمُهُمُ fiillerinin muzari sıygayla gelmesi tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder. Tef'il babında gelen fiiller fiillerdeki çokluğa işaret eder.
يَتْلُوا - الْكِتَابَ ile اللّٰهُ - رَسُولً - الْمُؤْمِن۪ينَ ve الْكِتَابَ - الْحِكْمَةَۚ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ [Onlara ayetleri okur] buyruğundan sonra, وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ [kitabı öğretir] ifadesinin zikredilmesi, kitabın okunmasının yeterli olmadığını bildiren tekmil ve ihtiras ıtnâbıdır.
وَيُزَكّ۪يهِمْ istiare-i tebeiyyedir. Cahiliye inançları kire, necasete benzetilmiştir. Efendimiz'in öğrettikleri onları bu pisliklerden arındırmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Cümle, يُعَلِّمُهُمُ ‘daki mef’ûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اِنْ , muhaffefe اِنَّ ’dir. اِنْ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. اِنْ ’nin ismi mahzuftur. Haberi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin mahzuf haberine müteallik olan لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ car mecrurundaki لَ , lam-ı farikadır. اِنْ ’in muhaffefe اِنَّ olduğuna işaret eder. كَان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنْ قَبْلُ car mecruru, mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları durumun şiddetli kötülüğü, sapıklığın onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.
ضَلَالٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tahkir ifade eder.
ضَلَالٍ için sıfat olan مُب۪ينٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Dalaletin مُب۪ينٍ ‘le sıfatlanması, onların sapkınlığının gözle görülür bir hal aldığını ifade eder.