وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنَّ | doğrusu |
|
2 | مِنْ | -nden |
|
3 | أَهْلِ | ehli- |
|
4 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
5 | لَمَنْ | öyleleri var ki |
|
6 | يُؤْمِنُ | inanırlar |
|
7 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
8 | وَمَا | ve şeye |
|
9 | أُنْزِلَ | indirilene |
|
10 | إِلَيْكُمْ | size |
|
11 | وَمَا | ve şeye |
|
12 | أُنْزِلَ | indirilene |
|
13 | إِلَيْهِمْ | kendilerine |
|
14 | خَاشِعِينَ | saygılıdırlar |
|
15 | لِلَّهِ | Allah’a karşı |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يَشْتَرُونَ | satmazlar |
|
18 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
19 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
20 | ثَمَنًا | paraya |
|
21 | قَلِيلًا | azıcık |
|
22 | أُولَٰئِكَ | onların |
|
23 | لَهُمْ | vardır |
|
24 | أَجْرُهُمْ | ödülleri |
|
25 | عِنْدَ | katında |
|
26 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
27 | إِنَّ | şüphesiz |
|
28 | اللَّهَ | Allah |
|
29 | سَرِيعُ | çabuk görendir |
|
30 | الْحِسَابِ | hesabı |
|
Hadis kaynaklarında bildirildiğine göre Hz. Peygamber’e iman etmiş olan Habeş Necâşîsi Ashame vefat ettiği zaman Hz. Peygamber onun öldüğünü sahâbeye haber vermiş ve “Habeşistan’daki bir kardeşiniz öldü, onun için namaz kılın” buyurarak namazgâha çıkmış, ashâbı saf haline getirip Necâşî için (gıyabî) cenaze namazı kıldırmıştır. (Müslim, “Cenâiz”, 21/62-67)
Bu olayı istismar etmek isteyen münafıklar, “Habeşistan’da ölen bir hıristiyanın namazını kılıyor!” demişler, bunun üzerine bu âyet inmiştir (İbn Kesîr, II, 169). Âyetin iniş sebebi bu olay olmakla beraber hükmü geneldir. Ehl-i kitap’tan olup da Allah’ın birliğine, Hz. Muhammed’e indirilen Kur’ân’a ve ondan önceki peygamberlere indirilen kitaplara iman edenler ve Allah’a içtenlikle saygı duyup O’nun âyetlerini dünya menfaati ile değiştirmeyenler cennete gireceklerdir. Onların Allah katında mükâfatları vardır. (ayrıca bk. Bakara 2/41, 79, 174; Mâide 5/69, 83-85) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
خشع: خُشُوع kavramı gönülden yalvarmaktır. Huşû çoğu zaman insanın vücut organları üzerinde gözüken duruş için kullanılır. Kur’ân- ı Kerim'de türevleriyle birlikte 17 kez geçmiştir.(Mucemul Mufehres) Türkçedeki kullanımları huşû'dur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مِنْ اَهْلِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.
الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ ‘dir. Aid zamir هُو ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا müşterek ism-i mevsûl اللّٰهِ lafza-i celâle matuf olup, mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ ’dur. Aid zamir هُو ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اِلَيْكُمْ car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir. مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
خَاشِع۪ينَ kelimesi, يُؤْمِنُ ’deki failin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar. لِلّٰهِ car mecruru خَاشِع۪ينَ ’ye mütealliktir.
Zarf aralarını ayırdığı için, اِنَّ ‘nin ismine Lâm eklenmiştir. وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّ [“Şüphesiz, aranızda işi ağırdan alacak kimseler var.] (Nisâ 4/72)] ayetinde olduğu gibi.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
يُؤْمِنُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
خَاشِع۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْتَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru يَشْتَرُونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثَمَنًا mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubdur. قَلِیلًا kelimesi ثَمَنًا ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَل۪يلًاۜ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ اَجْرُهُمْ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَجْرُهُمْ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
عِنْدَ mekân zarfı اَجْرُهُمْ ‘un mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. سَر۪يعُ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. الْحِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi, lam-ı muzahlaka sebebiyle birden fazla tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ car mecruru إِنَّ ’in, mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
Muahhar mübteda konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Güvenli oldu, emniyette oldu anlamındaki اٰمَن fiilinin بِ harfi ile gelerek ‘iman etti’ manasında olması, tazmin sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَ ’la بِاللّٰهِ ‘ye atfedilen mecrur mahaldeki ikinci ism-i mevsûlün sılası olan اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki ikinci ism-i mevsûl مَٓا ve sılası olan aynı üsluptaki اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ cümlesi, birinciye matuftur.
اُنْزِلَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
يُؤْمِنُ ’nin failinden hal olan خَاشِع۪ينَ dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
خَاشِع۪ينَ ism-i fail kalıbındadır. Car-mecrur لِلّٰهِۙ ’yi müteallik olarak alabilmesi bu sayededir.
اُنْزِلَ - للّٰهِ - مَٓا - هُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ cümlesi, يُؤْمِنُ ‘deki failin müekked hali olarak ıtnâbtır. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Tekid edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s.273)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَشْتَرُونَ fiiline müteallik olan بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde, ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder. Lafz-ı celâle muzâf olması, ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna da işaret eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ثَمَنًا ’deki tenvin nev, kıllet ve tahkir içindir. Olumsuz siyakta nekre selbin umumuna işaret eder.
قَل۪يلاً kelimesi ثَمَناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ [Allah'ın ayetlerini az bir pahaya satmazlar.] cümlesi hem hakikat hem de mecaz mana ifade eden istiare-i vefakiyedir. Hakikat manası; Yahudilerin sahtekâr adamları Tevrat’ı değiştirerek para kazanıyorlardı. Mecazî mana; dünyayı ahirete tercih etmek, kârsız hatta zararlı bir satış muamelesine benzetilmiştir. قَل۪يلًاۜ [az paraya] derken, bunun mefhumu muhalifi alınmaz. Yani çok paraya da satılmaz. Ayrıca dünya metaı çok olsa da ahiret nimetlerine nispetle çok az olduğuna işarettir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Maide/44)
[Allah’ın ayetlerini az bir paraya satmazlar.] ifadesi, Tevrat ve İncil’i tahrif edenlere tarizdir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُو۬لٰٓئِكَ ; mübteda, لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
Haber olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَجْرُهُمْ, muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan اَجْرُهُمْ ‘un izafetle gelmesi gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
Burada onlara Allah’ın katından olan karşılığın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.
اَجْرُهُمْ ibaresinde istiare vardır. Allah’a inanan kimselerin mükafatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.
اَجْرُهُمْ ‘dan mahzuf hale müteallik عِنْدَ رَبِّهِمْ izafetinde iman edenlere ait zamirin Rab ismine muzafun ileyh olmasıyla onlar, yine Rab ismine muzaf olmasıyla عِنْدَ zarfı, şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aslında عِنْد۪ yakın mekan için kullanılan bir zarftır. Bir şeyin, bir şeydeki istikrarını ve onun üzerindeki otoritesini ifade için mecaz olarak kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Enam/57)
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Ayetin fasılla gelen son cümlesi müstenefedir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması ve ayete üç kez tekrarlanması, ikazı ve kalplerdeki korkuyu artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.
Müsned سَر۪يعُ الْحِسَابِ , az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir. Sıfatın mevsûfuna muzaf olduğu bu izafette mübalağa sanatı vardır. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7, S. 238)
Müsned olan سَر۪يعُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
الْحِسَابِ , her türlü cinse şamil olan masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ [Allah hesabı çabuk görendir.] ifadesinin manasında, hakkıyla iman edenlerin de inkâr edenlerin de gereken karşılığı göreceği manası idmac edilmiştir. Tehdit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ [Allah’ın hesabı çok çabuktur.] Yani o hemen Allah Teâlâ’nın huzuruna gelir ve Allah onu hemen hesaba çekip küfrüne karşılık cezasını verir. Bir görüşe göre Allah’ın hesabı çabuk görmesi cezasının şiddetli olması anlamına gelir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (lʿilmi)’t-tefsîr)
“Bu (ifade); ya Allah Teâlâ’nın kemal-i ilminden –alınan sevaplar ve hak edilen dereceler miktarınca- kinayedir ya da (aynı ayette bulunan ‘İşte onların rableri katında mükâfatları vardır’ ifadesine binaen) vaad edilen ecrin yakın oluşundan kinayedir. Zira hesabın süratli oluşu, cezanın da süratli olmasını gerektirir.” Allah Teâlâ hakkıyla iman eden kullarına mükafatını vaad etmiş, hesabı çabuk göreceğini zikrederek de bu vaadinin yakın olduğunu beyan etmiştir. (Keziban Dut, Ayet Sonlarındaki Esmâü’l-Hüsnâ’nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında)