Âl-i İmrân Sûresi 35. Ayet

اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّراً فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  ٣٥

Hani, İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 قَالَتِ demişti ki ق و ل
3 امْرَأَتُ karısı م ر ا
4 عِمْرَانَ İmran’ın
5 رَبِّ Rabbim ر ب ب
6 إِنِّي şüphesiz ben
7 نَذَرْتُ adadım ن ذ ر
8 لَكَ sana
9 مَا olanı
10 فِي
11 بَطْنِي karnımda ب ط ن
12 مُحَرَّرًا tam hür olarak ح ر ر
13 فَتَقَبَّلْ kabul buyur ق ب ل
14 مِنِّي benden
15 إِنَّكَ şüphesiz
16 أَنْتَ sen
17 السَّمِيعُ işitensin س م ع
18 الْعَلِيمُ bilensin ع ل م
 

Önceki ayet Allahın hakkıyla işiten olduğunu söyleyerek bitti. Şimdi bir örnek veriyor Rabbimiz, kulunun yüzyıllar öncesinden yaptığı ve kendisinin kaydettiği samimi bir duasını, arzusunu bizlerle paylaşıyor. Nasıl bir işitene kul olduğumuzu anlamamız için.

 

حَرَّ Harra:

 حَرارَة soğukluğun zıddı olan sıcaklık demektir ve iki kısma ayrılır:   

  1. Sıcak cisimlerden dolayı havada ortaya çıkan hararet, bu güneş ve ateşin harareti gibi sıcaklıklardır.                   
  2. Tabiatın durumundan dolayı insanın bedeninde ortaya çıkan hararet.    

Türkçede de kullanılan حُرٌّ (hür) ise kölenin zıddıdır. Aynı kökten olan hürriyette iki çeşittir: Birincisi; başkasının kendisi üzerinde herhangi bir hakimiyeti olmayan kimse; ikincisi ise dünyalık kazançlar karşısında aşırı hırs ve istek sahibi olmak gibi kötü sıfatların ele geçiremediği kişi. تَحْرِيرٌ  bir insanı âzâd etmektir.(Müfredat)                                                                                                        

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 15 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hararet, hür, hürriyet, tahrir ve muharrirdir.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

 

اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّراً فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ

 

Zaman zarfı  اِذْ, takdiri أذكر  olan mahzuf fiile mütealliktir. قَالَتِ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Fiil cümlesidir. قَالَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir. امْرَاَتُ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. عِمْرٰنَ  muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Mekulü’l-kavl  رَبِّ ’ dir. قَالَتِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim  يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı  اِنّ۪ي نَذَرْتُ  ‘ dur. 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَذَرْتُ  cümlesi, اِنَّ ’ nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

نَذَرْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. لَكَ  car mecruru  نَذَرْتُ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي بَطْن۪ي  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallik olup, mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُحَرَّرا  ism-i mevsûlun hali olup fetha ile mansubdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن رضيت عنّي فتقبّل منّي  (Benden razıysan benden kabul et.) şeklindedir. Veya sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir.  

تَقَبَّلْ  dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’ dir. مِنّ۪ي  car mecruru  تَقَبَّلْ  fiiline mütealliktir.

امْرَاَتُ  kelimesinin hemzesi vasl hemzesidir. Kelimenin aslı  مَرْاَةُ’ dür.  مْ ’i sakin yapıp sükunu korumak için başına  ا  koymuşlardır.(Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr) 

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur. b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder. c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَقَبَّلْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قبل ’ dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

مُحَرَّرًا  ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.        


 اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنْتَ  fasıl zamiridir.  السَّم۪يعُ  kelimesi  اِنَّ ’ nin haberi olup damme ile merfûdur.  الْعَل۪يمُ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur.  

Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّراً فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette  اِذْ  zaman zarfı, takdiri اذكر  (Hatırlayın) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ  cümlesi  اِذْ ’ in muzâfun ileyhidir. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّرًا  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamirinin Rab ismine izafesi, zamirin aid olduğu kişinin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir. 

Nidanın cevabı olan  اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّرًا  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lazım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/ sağlam cümlelerdir.(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Kadr/1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنّ ’ nin haberi olan  نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّرًا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اِنَّ ’ nin haberinin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, istikrar ve temekkün ifade etmiştir. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘ nın sılası mahzuftur. ف۪ي بَطْن۪ي , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  

مُحَرَّرًا  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

نَذَرْتُ  fiilinin failinden hâl olan  مُحَرَّرًا ‘ in ism-i mef’ûl vezninde  gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.

Nidanın cevap cümlesi haberî üslupta geldiği halde muktezayı zahirin hilafına dua manasında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

حَريرً , ipek demektir. Hür kelimesi ile aynı köktendir. İpekleri zengin ve hür olanlar giyerdi, zenginlik nişanesi idi.

فَتَقَبَّلْ مِنّ۪ي  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâi isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Matuf ve matufun aleyhin dua manasında olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.

Bu cümlenin mahzuf şartın cevabı olduğu da söylenmiştir.

Emir üslubunda olmasına rağmen terkib, emir anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak dua manasına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebtir.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

مُحَرَّرًا  [Azatlı bir kul olarak] yani Beyt-i Makdis’in hizmetkârı olarak… Artık üzerinde hiçbir yetkim olmayacak; onu hiçbir işe koşmayacağım, hiçbir şeyle meşgul etmeyeceğim. Bu tür adak adamalar onlar nezdinde meşru idi. Rivayet edildiğine göre bu şekilde adak adıyorlardı ve çocuk bülûğ çağına geldiği zaman bu adağı yerine getirip getirmemek arasında serbest bırakılıyordu. Çocuğun mabet hizmetine adanması sadece erkek çocukları için söz konusuydu; İmran’ın karısı da bu adağı “erkek çocuğum olursa” şeklinde bir takdir üzere ya da erkek çocuk sahibi olma temennisi ile yapmıştı. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Bu duada  رَبِّ  denmek suretiyle rubûbiyet vasfı kullanılmıştır. Bu vasıf merbûbe (Rabbi olduğu varlıklara) bol ihsan manası ifade eder. İşte bu kelimenin kullanılması ve adakta bulunan Hanne’nin zamirine izafe edilmesi (Rabbim, denmesi), icabet zincirini harekete geçirmek içindir. Bundan dolayıdır ki dua adabı konusunda şu tavsiye edilmiştir: “Dua eden, duasının kabulünü istiyorsa icabete münasip düşen Allah’ın isim ve sıfatları ile dua etsin.  مَا  ism-i mevsûlu Hanne’nin karnındaki cenini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Oysa bu harf, insanlar dışında akıl sahibi olmayan varlıklar için kullanılır. Böyle iken bu harfin insan cenini için kullanılması, o aşamada henüz müphem ve akıl sahibi derecesine erişmemiş olmasından dolayıdır. Onun söylemek istediği şudur: “Ey Rabbim! Ben gerçekten karnımdaki çocuğu, yalnız Beyt’ül Makdis’in hizmetini görmek yahut sırf ibadetle meşgul olmak üzere Sana adadım.” Burada kastedilen mana, Allah’a yakınlaşma için Hanne’nin adağını tahrir (azat) kaydına bağlamasıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

نَذَرْتُ [adadım]; “O artık benden çıktı, onu sana verdim.” demektir. “Sana adadım.” sözünde lazım mana zikredilmiş, “melzumu olana kiliseye veriyorum” manası kastedilmiştir.

فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ  [Bunu benden kabul et.] sözüyle aslında erkek çocuk istediği ifade edilmiştir. Çünkü kiliseye erkek çocuk adanırdı.

Ayette geçen  مُحَرَّرًا  tabirinin manası, “halis, mahza, katıksız hür, azat edilmiş” demektir. Mesela, bir köleyi kölelikten kurtarıp azat ettiğinde  حَرَرْتُ العَبْدَ  denilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lazım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’ nin ismi,  السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  haberidir. اَنْتَ , fasıl zamiridir.

Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak muktezayı zahirin hilafına, dua manasına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebtir.

Fasıl zamiri, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi, fasıl zamiri ve müsnedin marifeliği olmak üzere birden fazla unsurla tekid edilen bu gibi cümleler çok muhkem cümlelerdir.

اِنَّ ‘ nin haberinin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnet olan iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْعَل۪يمُ  - السَّم۪يعُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetlerin sonunda gelen esma-i hüsna bazen harf-i tarifle bazen de tenvinle gelir.

Nekre gelişi tazime, elif-lam’lı gelişi de kemalata delalet eder. Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemalat anlamı ve tazim vardır.

Bu cümlenin tekid ile ifadesi, اِنَّ [şüphesiz] denmesi, kesin inancın kuvvetini belirtmek içindir. Burada işitme ve bilme sıfatlarının Allah’a tahsisi, duanın yalnız Allah’a has kılındığını ve başkasından umudun tamamen kesildiğini beyana yöneliktir. Bu ise yalvarış ve yakarıştaki mübalağayı belirtir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)