اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler (var ya) |
|
3 | يَشْتَرُونَ | satanlar |
|
4 | بِعَهْدِ | verdikleri sözü |
|
5 | اللَّهِ | Allah’a |
|
6 | وَأَيْمَانِهِمْ | ve yeminlerini |
|
7 | ثَمَنًا | paraya |
|
8 | قَلِيلًا | az bir |
|
9 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
10 | لَا | yoktur |
|
11 | خَلَاقَ | bir payı |
|
12 | لَهُمْ | onların |
|
13 | فِي |
|
|
14 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
15 | وَلَا |
|
|
16 | يُكَلِّمُهُمُ | onlara konuşmayacak |
|
17 | اللَّهُ | Allah |
|
18 | وَلَا |
|
|
19 | يَنْظُرُ | bakmayacak |
|
20 | إِلَيْهِمْ | onlara |
|
21 | يَوْمَ | günü |
|
22 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
23 | وَلَا |
|
|
24 | يُزَكِّيهِمْ | ve onları yüceltmeyecektir |
|
25 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
26 | عَذَابٌ | bir azab |
|
27 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Verilen sözde durmayanlar ve emanete hıyanet edenler “Allah’a verilen sözü ve kendi yeminlerini az bir pahaya satanlar” diye nitelendirilmiştir. Burada, onlar ile Allah arasındaki ilişki, onlarla insanlar arasındaki ilişkiden önce gelmektedir… Onun içindir ki, şu kadarcık dünya menfaatlerinden oluşan az bir paha karşısında verilen söze ihanet edip, onu bozduklarında, ahirette Allah katında hiçbir payları kalmaz! Dünyada verdiği sözü -bu verilen söz insanlarla yaptıkları sözleşmedir- bozmuş olmalarının karşılığı olarak Allah onları ahirette korumayacaktır.
Burada Kur’ân’ın, ifade biçiminde tasvir yolunu kullandığını görüyoruz. Allah’ın onları ihmal etmesi ve onları korumaması Allah’ın onlarla konuşmaması, onlara bakmaması ve onları arındırmaması şeklinde ifade ediliyor. Bunlar, ihmalin, insanların görebildiği başlıca belirtileridir. Onun için Kur’ân, insanın vicdanı üzerinde soyut ifadenin etkisinden daha derin etki yapacağından, durumu canlı bir biçimde tasvir etmeye başvuruyor. Kur’ân bu yöntemle daha derin ve engin boyutlara ulaşabilmektedir. (Fizilal’il Kur’ân)
Ebu Bekr ibn Ebi Şeybe kanalıyla Abdullah ibn Ömer’den rivayete göre Allah’ın Rasûlu(sav) : ”Her kim bir müslüman kardeşinin malını kendine geçirmek için yalan yere yemin ederse Allah’a, Allah ona gazablı olduğu halde kavuşur.” buyurmuştur.
İbn Ömer bu hadisi rivayet ederken içeri Eş’as ibn Kays girmiş ve: “Ebu Abdurrahman (yani ibn Ömer) size ne rivayet etti ?” diye sormuş, oradakiler de “şöyle şöyle rivayet etti “ demişler.
Eş’as: Ebu Abdurrahman doğru söylemiş. Benim hakkımda nazil oldu. Bir adamla aramda Yemen’deki bir arazi yüzünden bir anlaşmazlık vardı. Onu da alıp Hz. Peygamber’e (sav) gittim ve onun hükmüne müracaat ettim.
Allah’ın Rasûlu (sav) : ”Bu arazinin sana ait olduğuna dair elinde beyyine (delil) var mı?” diye sordu.
Ben: “hayır, yok” dedim. “O halde onun yemini” buyurdular. Ben “O halde yemin eder.” dedim de Allah’ın Rasûlu (sav): “her kim bir müslüman kardeşinin malını kendine gecirmek için yalan yere yemin ederse Allah’a, Allah ona gazablı olduğu halde kavuşur.” buyurdu ve hemen akabinde “Allah’a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir bahayı satın alanlar yok mu....” ayet-i kerimesi nazil oldu (müslim, İmam, 220) Başka bir rivayette tartışmalı olan yer arazi degil kuyu olarak geçmektedir. (müslim, İmam, 221)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشْتَرُونَ ‘ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشْتَرُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. بِعَهْدِ car mecruru يَشْتَرُونَ fiiline mütealliktir. Aynı amanda muzaftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَيْمَانِهِمْ atıf harfi وَ ile makabline matuftur. ثَمَنًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَل۪يلًا kelimesi ثَمَنًا ’ in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشْتَرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شري ’ dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ
Cümle, اِنَّ ’ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِك mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا خَلَاقَ لَهُمْ cümlesi اُو۬لٰٓئِك ’ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. خَلَاقَ kelimesi لَا ’ nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَهُمْ car mecruru لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir. فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir.
وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُكَلِّمُ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْظُرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’ dir. اِلَيْهِمْ car mecruru يَنْظُرُ fiiline mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı يَنْظُرُ fiiline mütealliktir.
الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَا يُزَكّ۪يهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ’ la لَا يُكَلِّمُهُمُ ’ ye matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُزَكّ۪يهِمْۖ fiili ي üzere mukadder damme ie merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمْۖ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُزَكّ۪ي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زكو’ dir.
يُكَلِّمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كلم ‘ dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَهُمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. أَلِیمٌ kelimesi عَذَابٌ ‘ nin sıfatı olup damme ile merfûdur.
أَلِیمٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsm-i mevsûl, اِنَّ ’ nin ismi, اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ cümlesi, haberidir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’ nin sılası olan يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَل۪يلًا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
بِعَهْدِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olması, عَهْدِ ’ ye şeref kazandırmıştır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl olan ثَمَناً ‘ deki nekrelik kıllet ve tahkir ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِعَهْدِ اللّٰهِ ve ona matuf olan اَيْمَانِهِمْ car-mecruru ihtimam için, mef’ûle takdim edilmiştir.
قَل۪يلاً kelimesi ثَمَناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاً [Onu az bir bedelle değiştirdiler.] cümlesinde istiare-i tasrihiyye vardır. Maksat, onların imanı da küfür ile değiştirmelerini vurgulamaktır. Satın almak manasındaki اشْتَرَوُا lafzı, değiştirmek manasında müstear olarak kullanılmıştır.
اِنَّ ‘ nin haberi olan اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
اُو۬لٰٓئِكَ ’ nin haberi olan لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ cümlesi, cinsini nefyeden لَا ’ nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
خَلَاقَ , cinsini nefyeden لَا ’ nın ismidir. Haberi mahzuftur. Car mecrur لَهُمْ , bu mahzuf habere mütealliktir. لَا ’ nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ifadesinin yanında sonraki işaret edilenlerin durumunun kötülüğüne dikkat çekmek ve tenbih içindir.
خَلَاقَ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
فِي الْاٰخِرَةِ ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan فِي harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Ahiret hayatı içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat ahiretteki durumu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf على yerine kullanılmıştır. Ahirette olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.
Bir görüşe göre Allah’ın ahdi onun emir ve yasaklarıdır. Aynı zamanda anlaşmanın Yahudilerin Hz. Muhammed’in Tevrat’ta geçen vasıflarını saklamayacaklarına ve insanlara onu anlatacaklarına dair sözleri de olduğu ifade edilmiştir. Ne var ki onlar bu gerçekleri saklamışlardır. Ayette bahsedilen yeminler ise yine bu güruhun yöneticiliklerini ve geçimlerini kaybetme korkusuyla Tevrat’ta Hz. Peygamber aleyhisselâmın sıfatının bulunmadığına dair yalan yere ettikleri yeminleridir. Allah'a verilen söz ile yeminlerin aynı şey olması da mümkündür. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi) ’t - tefsîr)
يَشْتَرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)
وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Cümle, atıf harfi وَ ’ la لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ cümlesine atfedilmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden cümlede muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlamıştır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Lafza-i celâlin ayetteki tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Aynı üsluptaki لَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ve وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ cümleleri atıf harfi وَ ‘ la makabline atfedilmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan iki cümlenin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
زَكِّی fiilinin تفعيل babında gelmesi anlama mübalağa manası katmıştır.
İkinci cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْهِمْ car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Yine لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ cümlesine atıf harfi وَ ’ la atfedilen وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır.
عَذَابٌ ’ deki nekrelik azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir. Ayrıca, mübalağa vezninde maddi bir varlık sıfatı olan اَل۪يمٌ ’ le sıfatlanarak kişileştirilmiştir. Azabın korkunçluğunu artıran bu mübalağalı ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır.
اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olduğunda mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “azabun muhin”, “azabun azim”, “azabun elim”, “azabun şedid” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “El cezâu min cins'il amel / Ceza amelin cinsindendir”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır.
Azim azab; kişinin ölmesine müsaade etmeksizin tattırılabilecek en büyük azabı ifade eder. Bunu ancak Allah yapabilir.
Azim azab ifadesi 14 kere geçerken elim azap ifadesi 46 kere geçmiştir.
عَذَابٌ - أَلِیمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْاٰخِرَةِ - يَوْمَ الْقِيٰمَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar] sözünde istiare vardır. Satın almak manasındaki اشتري fiili, değiştirmek manasındaki استبدل manasında kullanılmıştır. Ahdi bozmaktan, istiare yoluyla satın almak şeklinde bahsedilmiş. Dünyalık değersiz şeyler Allah’la olan ahidle değiştirilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ [Allah onlarla konuşmayacak ve bakmayacak] cümleleri horlamak ve kızmak manasında mecazdır. Yokmuş gibi muamele görmek değersizlik hissi verir. Dünyada bile çok kötüdür.
Ahirette nasibi olmamaları, sevapları olmayacak manasındadır.
Kur'an'da geçen nasip, pay, hisse manasındaki kelimeleri şunlardır:
خلاق kelimesi (6): 2/102-200, 3/77, 9/63 (3 kere).
نصيب kelimesi (14): 2/202, 4/7 (2 kere), 32/2, 33, 53, 85, 4/141, 7/37, 11/109, 12/56, 28/77, 42/20.
حظ kelimesi (4): 4/11-17, 28/79, 41/35.
قسط kelimesi (15): Kur'an'da pay manasında geçmemiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ [İşte bunların ahirette bir payı yoktur.] Yani onların ahirette hayır ve iyilikten nasipleri yoktur. [Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak.] Allah onlara lutfuyla hitap etmeyecek, merhamet nazarıyla bakmayacaktır. [Onları temize çıkarmayacaktır.] Onların amellerini sevabıyla çoğaltmayacaktır. [Eğer bir iyilik ise onu kat kat artırır.] (Nisâ 4/40) ayetinde anlattığı şekilde onlara lütuf ve keremiyle muamelede bulunmayacaktır. Bir görüşe göre onları hayırla anmayacaktır. Bir görüşe göre ise onları temize çıkarmayacaktır. [Onlar için acı bir azap vardır.] Acı verici bir azap vardır. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Bu ayetin bundan önceki ayetlerle ilgisi şudur ki emanete hıyanet, Müslümanlarla Kureyşliler arasındaki ahdi ve yemini geçersiz kılar. Kelam; Yahudiler arasında yaygın olan kötülükleri de içeren kötü ahlakı zikretmek amaçlı bir istinaftır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Kıyamet gününde Allah'ın (cc) kelimelerinden ve ayetlerinden faydalanmayacaklardır. Zahirde bu ifade, Allah'ın şiddetli öfkesinden ve gazabından -Ondan Allah'a sığınırız- kinayedir. Çünkü bu cümleden sonraki وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ [onlara nazar etmeyecek veya onların yüzüne bakmayacak] ifadesinden de bu anlaşılır. Zira bu cümlede, onlara buğz ve onları tahkir anlamı içeren bir mecaz vardır. Çünkü değer verilen bir kimsenin yüzüne bakılır. Ancak bu ifade, bakma olmasa da itibar ve ihsan manası ifade etmek üzere de kullanılmış olabilir. Bununla beraber ihsan bir yana yüzüne hiç bakılmayacak kimseler için de kullanılmış olabilir. Fakat şurası da bir gerçek ki bu cümle, pek korkunç bir vaîd (ceza vaadi) anlamı taşır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Bu ayetin içeriğine işaret ederek Malik b. Dînâr hazretleri demiştir ki: "Dinnar kelimesi, 'din' ile 'nâr' kelimelerinden oluşmuştur. Hakkıyla alınca 'din' olur, haksız alınca da 'nâr' (ateş) olur". (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)