لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَنْ | asla |
|
2 | تَنَالُوا | eremezsiniz |
|
3 | الْبِرَّ | iyiliğe |
|
4 | حَتَّىٰ | kadar |
|
5 | تُنْفِقُوا | (Allah için) harcayıncaya |
|
6 | مِمَّا | şeylerden |
|
7 | تُحِبُّونَ | sevdiğiniz |
|
8 | وَمَا | ve ne ki? |
|
9 | تُنْفِقُوا | harcarsanız |
|
10 | مِنْ | herhangi bir |
|
11 | شَيْءٍ | şeyden |
|
12 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | بِهِ | onu |
|
15 | عَلِيمٌ | bilir |
|
“İyilik” diye çevirdiğimiz birr kelimesi ayrıca “erdemlilik, ihsan, çok iyi ve hayırlı” gibi anlamlara gelir. Kur’ân terimi olarak birr, “kişiyi Allah’a yaklaştıran iman, ibadet ve ahlâk ile en doğru ve en güzel hayatı yaşamak” mânasına geldiği gibi (bk. Bakara 2/177) “Allah’ın rızâsı, rahmeti ve cenneti” şeklinde de yorumlanmıştır.
Râzî bunu, “saygı ifade eden bütün davranışları, itaatleri ve insanı Allah’a yaklaştıran hayırlı işleri içine alan bir kelime” olarak değerlendirmiştir (V, 37). Kur’ân-ı Kerîm’in en geniş kapsamlı kavramlarından olan birr, “Allah’a karşı saygılı olma” anlamına gelen takvâ kelimesiyle paralel ve ona yakın bir mâna ifade etmekte, günah anlamına gelen ism ve kötülük anlamına gelen fücûrun karşıtı olarak kullanılmaktadır (krş. Bakara 2/177; Mâide 5/2; İnfitâr82/13-14). Birr ile takvâ arasındaki bu yakınlık Kur’ân’da çeşitli vesilelerle ifade edilmiştir. Nitekim Bakara sûresinin 189. âyetinde birrin takvâ sahibi insana özgü bir fazilet olduğu bildirilerek, Mâide sûresinin 2. âyetinde de “Birr ve takvâ hususunda yardımlaşınız” buyurularak bu iki fazilet arasındaki yakınlık vurgulanmaktadır.
Müfessirler kişinin sevdiği şeyleri “servet, mevki, ilim ve beden kuvveti gibi maddî ve mânevî imkânlar” şeklinde yorumlamışlardır. Âyet-i kerîme, sadaka veya Allah yolunda yapılan diğer harcamaların işe yarar, kıymetli şeylerden yapılmasının gereğine işaret etmekte, aksi takdirde yapılan harcamada hedeflenen gayeye ulaşılamayacağını bildirmektedir. Bu tür sosyal harcamalarda verilen şey, bireyin veya toplumun bir ihtiyacını karşılayacak ve onu sıkıntıdan kurtaracak mahiyette olmalıdır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
Riyazus Salihin, 322 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Medine’de ensâr arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû Talha idi. Ebû Talha’nın en sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ adlı hurma bahçesiydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi.
Enes (sözüne devamla) dedi ki: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyet-i kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi ve:
- Yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızası için sadaka ediyorum. Allah’dan onun sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullan, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- “Âferin sana! Kârlı mal dediğin işte budur! Seni duydum, Ebû Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum.”
Ebû Talha:
- Öyle yapayım, yâ Rasûlallah, dedi ve bahçeyi akrabaları ve amcasının oğulları arasında taksim etti.
Buhârî, Zekât 24, Vekâlet 14, Vesâyâ 10, 17, 26, Tefsîru sûre (3) 5, Eşribe 13; Müslim, Zekât 42, 43
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ
Fiil cümlesidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
تَنَالُوا fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. الْبِرَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تُنْفِقُوا muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel تَنَالُوا fiiline müteallik olup, mahallen mecrurdur.
تُنْفِقُوا fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle تُنْفِقُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تُحِبُّونَ ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.
تُحِبُّونَ fiili نَ ’ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra, 4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُنْفِقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نفق ’ dır.
تُحِبُّونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’ dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يم
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تُنْفِقُوا şart fiili olup, ن ’ un hazfıyla meczum muzari fiildir. مِنْ شَيْءٍ car mecruru مَا تُنْفِقُوا ’ nun mahzuf haline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’ nin ismi olup fetha ile mansubdur. بِه۪ car mecruru عَل۪يمٌ ’ e mütealliktir. عَلِیمٌ kelimesi اِنَّ ’ nin haberi olup damme ile merfûdur.
İbn Mesud حَتَّى تُنْفِقُوا بَعْضَ مَا تُحِبُّونَ [sevdiklerinizin bir kısmını infak etmedikçe] şeklinde okumuştur ki مِمَّا lafzındaki مِنْ ’ in, اَخَذْتُ مِنَ الْمَالِ [maldan biraz aldım] cümlesindeki مِنْ gibi baziyet / kısmîlik ifade ettiğini göstermektedir. مِنْ شَيْءٍ deki مِنْ ise وَمَا تُنْفِقُوا ifadesini açıklamakta olup “gerek sevdiğiniz iyi şeylerden gerekse hoşlanmadığınız kötü şeylerden, infak ettiğiniz her şeyi Allah bilir ve size ona göre muamele eder” manasındadır.(Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
تُنْفِقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نفق ’ dır.
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren nefy harfi لَنْ , cümleyi tekid etmiştir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘ nın, gizli أنْ ‘ le masdar yaptığı تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup, حَتّٰى ile birlikte تَنَالُوا fiiline mütealliktir. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle تُنْفِقُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan تُحِبُّونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِمَّا تُحِبُّونَ [sevdiğiniz şeyler] sözü maldan kinayedir.
Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lazım; birre erişemezsiniz; melzum; birrden uzak olduğunuz zaman Allah’ın rızasına ve cennet derecelerine erişemezsiniz manalarıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
[Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe] yani [Kazandıklarınızın ve size yerden çıkardıklarımızın iyilerinden infak edin. (Bakara Suresi, 267)] ayetinde ifade edildiği gibi infakınız sevip tercih ettiğiniz mallarınızdan oluncaya kadar [asla “iyiliğe” erişemezsiniz] yani iyiliğin hakikatine ulaşamazsınız ve iyi olamazsınız. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’ t - Te’vîl)
Âşûr, البر ‘ deki ال ‘ ın cins için olduğunu belirtir.
الْبِرَّ : Bakara Suresinin 177. ayetinde açıklandığı üzere ihsan (iyilik etmek), geniş hayır, tam hayır demektir. “Birr” ile “hayır” arasında şöyle bir fark da göstermişlerdir: “Birr”, hayra ulaşan ve kastedilmiş fayda; “hayır” ise kasıtsız bile olmuş olsa muhakkak faydadır. Birrin zıddı ukuk (isyan etmek), hayrın zıddı şerdir. Bununla beraber “birr”, hıns (günah) karşılığı da kullanılır. Burada birre erişmek, hayır ve iyilik etme sıfatıyla sıfatlanmış olmak veya “İyiler mutlaka nimet içindedirler.” (İnfitar Suresi, 13) ayetinin delaleti üzere iyiliğe ve ilâhî sevaba ermek manalarından her biriyle tefsir edilmiştir ki ikisi birbirinden ayrılmazlar. “Allah asla sözünden dönmez.” (Âl-i İmran Suresi, 9) ayeti gereğince Allah’a söz vermek ve anlaşmada tamamıyla ayak direyerek ilâhî vaade tamamen kavuşmak, ermek manası, her ikisini de içine alır. Buna göre iman, dinin temeli; birr, dinin gayesi demektir. Hak tevhid, hayra erişmek: İşte din, bu iki esasın mahsulüdür. Ve bu şekilde bu ayet, kendisinden önceki iman konularının bir sonucu, kendisinden sonraki hükümlere dair konuların da mukaddimesi yerindedir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Bu hitap, müminler içindir. Bundan önce kâfirlere faydası olmayan ve kendilerinden kabul edilmeyen şeyler beyan edildikten sonra bu istînâfî kelam ile de müminlere faydası olan ve kendilerinden kabul edilen şeyler beyan edilmektedir.
Sizler, en değerli, en çok sevdiğiniz, en çok beğendiğiniz mallarınızdan bir kısmını, Allah yolunda harcamadıkça iyi insanların uğrunda yarıştıklar hakikî hayra eremezsiniz; hayrın yüksek derecesine ulaşamazsınız ve gerçek iyiler zümresine dahil olamazsınız; (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb)
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen terkipte şart ismi olan مَا , mukaddem mef’ûldür. Müspet muzari fiil sıygasındaki تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ cümlesi, şarttır.
شَيْءٍ ‘ deki nekrelik, muayyen olmayan nev ifade etmiştir. مِنْ beyaniyyedir. مِنْ شَيْءٍ car mecruru مَا ' nın mahzuf haline mütealliktir. شَيْءٍ ‘ deki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.
فَ karinesiyle gelen فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ şeklindeki cevap cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için amili olan عَل۪يمٌ ‘ a takdim edilmiştir.
عَل۪يمٌ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkâri kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُنْفِقُوا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ [Allah hayır olarak yaptıklarınızı bilir] ifadesi bir vaaddir. Bu ifadenin altında “Hayırlarınızın karşılığı verilecektir” anlamı yatmaktadır. Lazım-melzum alakasıyla yaptıklarınızın karşılığı verilecektir manası taşır. Mecaz-ı mürseldir.
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ [İnfak ettiğiniz şeyi muhakkak ki Allah bilir.] sözünde idmâc sanatı vardır. Güzel şeyler infak ettiyseniz mükâfat alır, kötü şeyler infak ettiyseniz kınanırsınız manalarını taşır.
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ cümlesi tezyîldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
مِنْ شَيْءٍ ‘ deki مِنْ harf-i ceri kısmîlik ifade eder; infak edilecek malın, elinde olan her şeyi değil, bir bölümü olabileceğini ifade eder. Eğer مِنْ harf-i ceri tebyin içinse “İnfak edilenin tayyib mi habis mi olduğunu bilir.” anlamındadır. شَيْءٍ ifadesindeki nekrelik taklîl ifade eder. Yani “Benim verecek hiçbir şeyim yok!” demeyin, küçücük bir şey dahi verseniz Allah onu bilir demektir.
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ [Ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir.] Cezanın isim cümlesi olarak gelmesi; bildiğiyle amel etmeyeni ikaz içindir. Sanki Allah’ın bildiğini, gördüğünü bilmiyormuş gibi ya sevilmeyen şeylerin infak edildiğine ya da infakın karşılığını alamam korkusuyla infaktan kaçınanlara bir tarizdir. Cenab-ı Allah’ın o infakı bilmesi, “ona sevap vermesi” manasında bir kinayedir. Bu gibi yerlerde tariz (üstü kapalı anlatmak), açıkça ifade etmekten daha beliğdir. Lâzım; ‘’Allah ne infak ederseniz onu bilir,’’ melzûm; ‘’mükâfatını verir, sizi infaka sevk eden şeyin ihlas mı yoksa riya mı olduğunu ve sizin malınızın en iyisi, en güzelini mi yoksa en adisi, en kötüsünü mü infak ettiğinizi bilir’’ manasıdır.
Cümle hem tehdit hem müjde içerdiği için tevcihtir. Yani güzel şeyler infak ederseniz mükâfatını verecektir. Sevmediğiniz şeylerden infak ederseniz kınanır ve cezasını görürsünüz. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يم Bu tabirde ceza (karşılık verme) manası vardır. Buna göre ayetin takdiri; “Her ne infak ederseniz -ister az olsun ister çok olsun- o infakınızdan dolayı Allah size mükâfat verir. Çünkü Allah onu bilir ve o Allah’a gizli kalmaz.” Böylece Cenab-ı Allah’ın o infakı bilmesi, “ona sevap vermesi” manasında bir kinaye kılınmıştır. Bu gibi yerlerde, tariz (üstü kapalı anlatmak), açıkça ifade etmekten daha beliğdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
İnsan en çok nefsini sever. İman edenler Allah’ı sevdikleri için, O’nun için sevdiklerini de rahatça verebilirler.