اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi |
|
3 | أَنَّ | şüphesiz |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | يُولِجُ | sokuyor |
|
6 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
7 | فِي | içine |
|
8 | النَّهَارِ | gündüzün |
|
9 | وَيُولِجُ | ve sokuyor |
|
10 | النَّهَارَ | gündüzü |
|
11 | فِي | içine |
|
12 | اللَّيْلِ | gecenin |
|
13 | وَسَخَّرَ | ve emrine boyun eğdirmiştir |
|
14 | الشَّمْسَ | güneşi |
|
15 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
16 | كُلٌّ | her biri |
|
17 | يَجْرِي | akıp gider |
|
18 | إِلَىٰ | kadar |
|
19 | أَجَلٍ | bir süreye |
|
20 | مُسَمًّى | belli |
|
21 | وَأَنَّ | ve elbette |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | بِمَا |
|
|
24 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınızı |
|
25 | خَبِيرٌ | haber almaktadır |
|
Leyele ليل : Bildiğimiz gece anlamına gelen لَيْلٌ ve لَيْلَةٌ sözcükleri çoğul olarak üç şekilde söylenir: لَيالٌ - لَيائِلٌ - لَيْلاتٌ (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 92 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli Leyla'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Nehera نهر : نَهْرٌ taşan suyun mecrası, süratle aktığı veya geçip gittiği yerdir. Çoğulu أنْهارٌ şeklinde gelir.
نَهَرٌ ise suyun akışına benzetme yapılarak genişlik ve bolluk için kullanılmıştır.
نَهارٌ kavramı temelde güneşin doğuşundan batışına kadar geçen zaman aralığıdır. Şer'i dilde ise fecrin doğuşundan güneşin batış vaktine kadar geçen zaman aralığıdır.
Son olarak نَهْرٌ ve إنْتِهارٌ sözcükleri sert bir şekilde azarlamaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli kalıplarda 113 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli nehirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ
Hemze istifhâm harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel تَرَ fiilinin iki mef'ûlu yerinde mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef'ûl alan fiiller); bir mef'ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef'ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef'ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef'ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef'ûl alanlar, 2) İki mef'ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef'ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette تَرَ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef'ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
يُولِجُ الَّيْلَ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahalen merfûdur.
يُولِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. الَّيْلَ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي النَّهَارِ car mecruru يُولِجُ fiiline mütealliktir.
يُولِجُ atıf harfi وَ ’la makablindeki يُولِجُ fiiline matuftur.
يُولِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. النَّهَارَ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الَّيْلِ car mecruru يُولِجُ fiiline mütealliktir.
سَخَّرَ atıf harfi وَ ’la يُولِجُ fiiline matuftur.
سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الشَّمْسَ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْقَمَرَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى
İsim cümlesidir. كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâfun ileyhi mahzuf olup tenvin muzâfun ileyhden ivazdır. يَجْر۪ٓي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَجْر۪ٓي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru يَجْر۪ٓي fiiline mütealliktir.
اِلٰى harf-i ceri mecruruna yönelme, intiha, tahsis, musahabe, zaman zarfı, mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada intiha manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ ’nin sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُولِجُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ولج ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
سَخَّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُسَمًّى sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef'ûludür.
Maksur isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâli أَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harfi ceriyle خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. خَب۪يرٌ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
خَب۪يرٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takriri manadadır.
Ayetteki istifham, muhatabın tasdik etmek zorunda olduğu ve tazim manası taşıyan bir sorudur. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, uyarı ve ikrar manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i arif sanatı vardır.
İlimlerinden faydalanmadıkları için alimler alim olmayan menziline konulmuştur. İstifham, görmemeyi inkâr içindir. (Âşûr)
Menfi muzari fiil sıygasındaki cümlede تَرَ fiili iki mef'ûle müteaddi olan fiillerdendir. اَنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ cümlesi masdar teviliyle, تَرَ fiilinin iki mef'ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel olan cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَنَّ ’nin haberi olan يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
اَنَّ ’nin haberine matuf olan وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ cümlesiyle, يُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ cümleleri arasında mukabele, tıbâk ve aks sanatı bir aradadır. Böyle tıbâkla birlikte başka bedî sanatların bir arada bulunması tıbâk-ı terşihtir.
الَّيْلَ - النَّهَارِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb, الشَّمْسَ - الْقَمَرَۘ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı ve bu iki gruptaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tıbâk’ın yer aldığı kelamda bunun yanında bedî’ veya belâğî sanatlardan başka birinin daha bulunması durumu terşih-i tıbâktır. Böylece kelama bir tatlılık ve güzellik katılır, mana daha açık bir hale gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
فِي النَّهَارِ , فِي الَّيْلِ ibarelerindeki فِي harflerinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gece ve gündüz, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Gece ve gündüz, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
يُولِجُ - لَّيْلَ - النَّهَار - فِي kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İbn Aṭıyye, اَلَمْ تَرَ şeklinde başlayan diğer ayetlerden farklı olarak bu ifadenin Hz. Peygambere bir uyarı ifade ettiğini, kastedilen muhatabın ise bütün insanlar olduğunu söylemiştir. (İbn Aṭıyye, el-Muḥarraru’l-Vecīz, c. 7, s. 59)
Ṭaberî, اَلَمْ تَرَ [görmedin mi?] ifadesini gözle görmek olarak yorumlamıştır. Ayrıca ayetin Hz. Peygambere hitap şeklinde gelse de müşriklere yönelik olduğunu belirtmiştir. (Ṭaberī, Cāmiʿu’l-Beyān, c. 20, s. 154)
Görmek gibi sayılan kuvvetli bir bilgi ile bilmiyor musun ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü de geceye eklemektedir ve böylece uzunluk ve kısalık olarak onlar değişmektedir. (Ebüssuûd)
Ayet-i kerime geceyi zikrederek başlamıştır, çünkü gece gündüzden daha öncedir. Güneş yaratılmadan önce gündüz yoktu. Güneş de aya takdim edilmiştir, çünkü daha önce yaratılmıştır, Allahu alem.
Bu olay her an yenilenerek tekrarlandığı için يولج fiili muzari olarak gelmiştir. Boyun eğdirmek manasındaki سخّر fiili ise mazi olarak gelmiştir. Çünkü bu gecenin gündüze girmesi gibi tekrarlanan bir fiil değildir. Tefsîrü'l Kebîr'de şöyle yazılıdır: Bu fiillerin birinin muzari, diğerinin mazi gelişi, gecenin gündüze sokulmasının her mevsim, hatta her gün yenilenmesi ve değişmesidir. Güneş ve ayın boyun eğdirilmesi ise devam edegelen bir durumdur. Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Fiil sigaları farklı olmasına rağmen سخّر fiilinin يولج fiiline atfı; gecenin gündüze sokulmasının her an yenilenen bir görüntüsü olması dolayısıyladır. Boyun eğdirme fiilinde ise böyle bir yenilenme söz konusu değildir, sadece etkileri tekrarlanır. Burada muayyen bir vakit zikredilmiştir ki bu da nimetlerin zikrine münasip değildir. Çünkü nimetin tamam olması için devamlı olması gerekir, halbuki burada devamlılık söz konusu değildir. Bunun için muayyen bir vaktin zikredildiği yerde سخّر لكم [Size musahhar kılmıştır] buyurulması uygun değildir.
Burada يجري إلى أجل (bir vakte kadar akıp gidecek) buyurularak fiil إلى harfiyle müteaddi olmuştur. Başka bir yerde ise ل harfiyle gelmiştir. إلى harfi, gayenin sonunu ifade eder, ل ise ihtisas ve talil ifade eder. Dolayısıyla يجري لأجل ifadesi bu gaye için yani muayyen bir vakti yakalamak için akıp gittiğini ifade eder. Bu ayette إلى harfinin gelmesi daha münasiptir. Çünkü haşr ve yeniden yaratmaya tenbih siyakında gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 491-492)
Allah Teâlâ, Kur'an'da pekçok yerde, gecenin icadını, gündüzün icadından önce zikretmiştir. Nitekim Cenab-ı Hakk, “Geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık” (İsra Suresi, 12); “Karanlıkları ve nuru yarattı” (Enam Suresi, 1) ve “Gece ile gündüzün birbirini izlemesi…” (Âl-i İmran Suresi, 190) buyurmuştur. Cenab-ı Hakk'ın, “O, hanginiz daha güzel amel edecek diye imtihan etmek için, ölümü de hayatı da takdir eden, yaratandır” (Mülk Suresi, 2) ayeti de aynı anlamda bir ifade olup bu şöyle hikmetli bir meseleye işarettir: Karanlığın, bazen ışığın olmayışı olduğu sanılır. Gece de ışığın olmayışının; gündüzün bulunmayışı sebebiyle olduğu zannedilir. Yine hayatın da ölümün olmayışı olduğu sanılır. Halbuki durum hiç de böyle değildir. Çünkü ezelde, mümkin bir varlık için, ne gündüz, ne ışık, ne de hayat söz konusudur. Orada, ölüm veya karanlık veyahut da gecenin olduğu da söylenemez. Binaenaleyh, bütün bu işler, tıpkı, “kör ve sağır” lafızları gibidir. Körlük ve sağırlık, sırf görmeme ve duymama değildir. Çünkü taşın da ağacın da gözü kulağı yoktur ama bunlardan hiçbiri için “kör ve sağır” ifadeleri kullanılmaz. Bunun böyle olduğu iyice kavranınca şimdi biz diyoruz ki kendisinde körlük ve sağırlığın bulunduğu şeyde mutlaka onların aksini gerektirecek bir vasfın bulunması gerekir. Aksi halde o şey hakkında “kör veya sağır” ifadeleri kullanılmaz. Kendisinde herhangi bir şeyi iktizâ eden bir hususun bulunduğu ve bu şeyin muktezâsının da tahakkuk ettiği şey için insanın nefsi bir sebep aramaz. (Normal hali öyle olan bir şey için sebep aranmaz.) Mesela, çarşı ve pazardan geçimini temin eden birisini gören kimse, onun için “Onun çarşıda pazarda ne işi var?” diyemez. Ama muktezânın (olması gerekli olan şeylerin) aksine durumlarda ise insanın nefsi, onun sebebini araştırmayı arzular. Bu da mesela birisinin hükümdarı çarşıda görüp “Bunun çarşıda pazarda ne işi var?” demesi gibidir. İşte bu sebeple her bir insan, körlüğün ve sağırlığın sebebini sorar soruşturur ve “Falanca niçin kör oldu?” der ama “Niçin görüyor, kör değildir?” demez. Durum böyle olunca Allah Teâlâ, insanların, sebebini araştırdığı şeyi önce getirmiştir ki bu da herkes sebebini araştırdığı için körlük, karanlık ve ölüm kabilinden olan gecedir. Daha sonra Cenab-ı Hakk diğer kısmı zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk, gece için muzari sıygasıyla, يُولِجُ buyurmuş, ama, güneş ve ay hakkında, mazi sıygasıyla سَخَّرَ lafzını kullanmıştır. Çünkü gecenin gündüze sokulması, her mevsim hatta her gün yenilenen ve değişen bir husustur. Halbuki güneşin ve ayın musahhar kılınması ise devam ede gelen bir iştir. Nitekim Cenab-ı Hakk, bir başka ayetinde de “Nihayet o, eski hurma salkımının eğri çöpü gibi bir hale dönmüştür” (Yasin Suresi, 39) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى
Cümle, الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ’den hal-i müekkide olarak ıtnâbtır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekit edici halin başına وَ gelmez.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كُلٌّ mübteda, يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى cümlesi, haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كُلٌّ ’daki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Muzafun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hazfedilen muzafun ileyhin takdiri şöyledir. كُلٌّ مِنَ الشَّمْسِ والقَمَرِ يَجْرِي إلى أجَلٍ (Güneş ve ayın her biri belli bir dönem boyunca akıp gider.) (Âşûr)
مُسَمًّى kelimesi, اَجَلٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اَجَلٍ ’deki tenvin belirsiz bir süre olduğuna işarettir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
اِلٰٓى Harfi cerinin müteallakı ile ilgili iki görüş vardır. Birincisi zarfı lağvdır. Ve müteallakı يَجْرِي fiilidir. Yani Allah katında akıp gitmesi belli bir zamana kadardır. Belli bir zaman sonra biter.
İkinci müteallak ihtimali سَخَّرَ fiilidir. Yani güneşin ve ayın hareketlerinin kontrolü onun kudretindedir. Ve bu hareketler belli bir zamana kadardır. Her iki görüşte de اِلٰٓى harfi ceri intiha manasınadır. (Âşûr)
وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’yi takip eden اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.
Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, onun kudret ve celâlini hissettirmek için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, بِ harf-i ceriyle birlikte خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِمَا تَعْمَلُونَ, amili olan خَب۪يرٌ ’a, ihtimam için takdim edilmiştir.
خَب۪يرٌ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. -faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
“Ve şüphesiz Allah, yaptıklarınızı tamamen bilir.” cümlesi, ayetteki “Görmedin mi?” hitabı hususî de olsa umumî de olsa görmek kapsamına dahildir. Zira bu harika işleri ve üstün tedbirleri gören kimse, bunları gerçekleştiren Allah'ın ilminin, kendi amellerinin büyüklerini de küçüklerini de kuşatmış olduğu hakikatinden gafil kalmaz. (Ebüssuûd)