Lokman Sûresi 34. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ  ٣٤

Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 عِنْدَهُ O’nun yanındadır ع ن د
4 عِلْمُ bilgisi ع ل م
5 السَّاعَةِ sa’atin س و ع
6 وَيُنَزِّلُ ve O yağdırır ن ز ل
7 الْغَيْثَ yağmuru غ ي ث
8 وَيَعْلَمُ ve bilir ع ل م
9 مَا olanı
10 فِي
11 الْأَرْحَامِ rahimlerde ر ح م
12 وَمَا ve
13 تَدْرِي bilmez د ر ي
14 نَفْسٌ hiç kimse ن ف س
15 مَاذَا ne
16 تَكْسِبُ kazanacağını ك س ب
17 غَدًا yarın غ د و
18 وَمَا ve
19 تَدْرِي bilmez د ر ي
20 نَفْسٌ hiç kimse ن ف س
21 بِأَيِّ hangi
22 أَرْضٍ yerde ا ر ض
23 تَمُوتُ öleceğini م و ت
24 إِنَّ şüphesiz yalnız
25 اللَّهَ Allah
26 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
27 خَبِيرٌ haberi olandır خ ب ر
 

Sûre, Allah’ın ilminin ve kudretinin kusursuzluğunu özetleyen ve ilâhî bilgi ile insan bilgisi arasındaki büyük farkı gösteren ifadelerle son bulmaktadır. Klasik tefsirlerde bu âyete dayanılarak, kıyametin ne zaman kopacağını, yağmurun ne zaman yağacağını, rahimlerdeki bebeğin cinsiyetinin ve ten renginin ne olduğunu, insanın ileride neler elde edeceğini, gelecekte ne gibi durumlarla karşılaşacağını ve ne zaman nerede öleceğini Allah’tan başkasının bilemeyeceği ileri sürülmüş, dolayısıyla bunlara “mugayyebât-ı hams” (beş bilinmeyen) denilmiştir (meselâ bk. Taberî, XXI, 88-89; İbn Atıyye, IV, 356). Halbuki âyette kıyametin ne zaman kopacağı bilgisinin sadece Allah’a ait olduğu, kezâ hiç kimsenin yarın ne elde edeceğini ve nerede öleceğini bilemeyeceği, dolayısıyla bu bilgilerin de sadece Allah’a ait olduğu belirtilmekte; fakat yağmurun yağma zamanı ve rahimdeki bebek hakkında “Bunları da yalnız Allah bilir” gibi bir sınırlama bulunmamakta; sadece yağmuru Allah’ın yağdırdığı, dolayısıyla zamanını da bildiği; kezâ O’nun rahimlerdekini de bildiği ifade edilmektedir. Bu ifadeden kesinlikle bu iki konuda Allah’tan başkasının önceden bilgi sahibi olamayacağı anlamı çıkmaz; diğer bir ifadeyle âyette diğer üç konudaki bilginin yalnız Allah’a mahsus olduğu açıkça belirtilirken yağmurun vakti ve henüz doğmamış olan bebeğin cinsiyeti ve özellikleri hakkında, böyle bir sınırlamaya yer verilmemiştir; bu da –eski tefsircilerin iddiasının aksine– belirtilen iki konuda insanların önceden bilgi sahibi olabileceklerini gösterir. Nitekim çağımızda bilim bu noktaya gelmiştir. Ancak, kuşku yok ki bu, insanın belirtilen konularda veya benzerlerinde önceden bildiklerinin mutlaka aynıyla gerçekleşeceği anlamına gelmez; zira olmuş ve olacak tabiat olaylarını bütün yönleriyle eksiksiz bilen yüce Allah, insanların bilgilerini ve tahminlerini alt üst eden yeni durumlar yaratabilir ve böylece insanların olmasını bekledikleri olaylar gerçekleşmeyebilir.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 344-345
 
Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:” Allah Teâlâ bir kulun ruhunu bir yerde almak istediğinde, onu oraya bir iş için gönderir. “
(Ahmed b. Hanbel , Müsned, III ,429). 

Peygamber Efendimiz “ Gaybın anahtarları beştir” buyurmuş ve bu ayeti okumuştur. 
( Buhâri, Tefsir 31/2).
 

اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنّ  ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ  cümlesi,  اِنّ ’ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

عِنْدَ  mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عِلْمُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّاعَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir. يُنَزِّلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  الْغَيْثَۚ  mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

يُنَزِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل  ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  فِي الْاَرْحَامِۜ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَدْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. نَفْسٌ  fail olup damme ile merfûdur.  مَاذَا تَكْسِبُ غَداً  cümlesi  تَدْر۪ي  ’nin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

مَاذَا  istifhâm ismi, mukaddem mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. تَكْسِبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.  غَداً  zaman zarfı  تَكْسِبُ  fiiline mütealliktir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَدْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. نَفْسٌ  fail olup damme ile merfûdur.  

بِاَيِّ  car mecruru  تَمُوتُۜ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اَرْضٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  تَمُوتُۜ  cümlesi, تَدْر۪ي  ’nin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

تَمُوتُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

 

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنّ  ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  خَب۪يرٌ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur. 

عَل۪يمٌ  -  خَب۪يرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mukadder soruya cevap olarak (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ile tekit edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsned olan  عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عِنْدَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallık, عِلْمُ السَّاعَةِ  izafeti muahhar mübtedadır. 

Ayette haberin takdimi kasr ifade ifade etmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) İki tekit hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. عِنْدَه , maksurun aleyh/sıfat,  عِلْمُ السَّاعَةِۚ, maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır. “Saatin bilgisi sadece Allah katındadır, başka hiç kimsede bu bilgi yoktur” anlamını verir.

عِنْدَهُٓ  izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan  عِنْدَ, tazim edilmiştir.

Cümlede müsned  عِلْمُ السَّاعَةِ  şeklinde veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir.

عِندَهُ ifadesi (Bu iş onun kudretinde) manasındadır. Burada ilim ve kudretle davranmak manasında mecazdır. Aslında  عِنْد۪  yakın mekan için kullanılan bir zarftır. Bir şeyin, bir şeydeki istikrarını ve onun üzerindeki otoritesini ifade için ve kontrol altında tutmak manasında mecazi olarak kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr - Enam/57) Sebep müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuara Suresi 113) 

يُنَزِّلُ الْغَيْثَ  cümlesi, haber olan  عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil, hudus teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Bu ayette yağdırma eylemi hakiki olarak sahibine isnad edildiği için hakikat manasındadır. 

Yağmurun indirilişi ifadesinde de tahsis manası vardır. Maksat sadece yağmuru Allah’ın indirdiğini haber vermek değildir. Çünkü bunu inkâr eden yoktur. Aynı zamanda yağış vaktinin bilgisinin de Allah’ta olduğunu bildirmektir. Cümlenin muzari fiil üslubunda gelmesi bu evrelerin ve koşulların değişim bilgisinin Allah’ın tekelinde olduğuna delalet etmek ve bunun nimet olduğunu hatırlatmak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

Aynı üslupta gelen  وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Hudus teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَعْلَمُ  fiilinin mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur. Car-mecrur  فِي الْاَرْحَامِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

يَعْلَمُ - عِلْمُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Muzari fiiller tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sonra  ينزل الغيث  [yağmuru O indirir] sözü gelmiştir. Bunun yerine aynı manada ويعلم نزول الغيث  veya benzeri bir söz buyurulmamıştır. Çünkü yağmurun indirilmesi yaratmayı ifade eder. İnsanın hayatı onunla başlamıştır ve maslahatı da onunla tamamlanır. Onun için nimete daha çok delalet eden ibare seçilmiştir. Muzari fiil; teceddüd ve tekrar ifadesi sebebiyle tercih edilmiştir.  Arkadan  يعلم ما في الأرحام  [Rahimlerde olanı O bilir] cümlesi gelmiştir. Bu ilim cinsiyeti kapsadığı gibi bunun yanında tam veya noksan oluşunu, zeki olup olmadığını, uzun veya kısa oluşunu, bedeni ve psikolojik istidatlarını vs. her türlü hali ile alakalı ilmi kapsar, bedene mahsus değildir. Bu ilim rahimlerde zaman içinde olan her şeyi kapsar. Bu ilmin tekrarlanarak devam ettiğine delalet için muzari fiil gelmiştir. Âşûr da şöyle açıklamıştır: Bu ayetin ilk cümlesindeki  عنده  [Onun nezdindedir] sözünde bu ilmin sadece Allah katında olduğunu ifade eden ihtisas manası vardır. Çünkü bu kelime, tekelleşmeyi ifade eder. Ayrıca bu müsnedün ileyhe takdim edilmiş bir zarftır ve ihtisas ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 518)

 

 وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ

 

Cümle,  اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  نَفْسٌ ’deki nekrelik, umum ve cins ifade eder. Nefy sıyakında nekre selbin umumuna işarettir. 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ  cümlesi,  تَدْر۪ي  fiilinin mef’ûlüdür. Muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

مَاذَا  istifhâm harfi  تَكْسِبُ  fiilinin mukaddem mef'ûlüdür. Amili olan  تَكْسِبُ غَداً  ’ye takdim edilmiştir. Takdim, istifham isimlerinin sadaret hakkı nedeniyledir.

Aynı üslubta gelen  وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُ  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ  cümlesi, مَا تَدْر۪ي  fiilinin mef'ûlü konumundadır. İstifham harfi  بِاَيِّ ‘nin muzaf olduğu  بِاَيِّ اَرْضٍ  izafeti, mecrur mahalde olup başındaki harfi cerle birlikte  تَمُوتُ  fiiline mütealliktir. Amiline takdimi takdim tehir sanatıdır.

بِاَيِّ ’nin muzâfun ileyhi olan  اَرْضٍ ’deki nekrelik, cins ifade eder. 

نَفْسٌ  ,تَدْر۪ي  ve  مَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَيِّ - مَاذَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِاَيِّة أرضٍ  şeklinde de okunmuştur. Sîbeveyhi  أيُّ  kelimesinin müennes yapılmasını,  كُلُّ  kelimesinin, Arapların  كُلّتُهُنَّ  (bütün kadınlar) sözünde müennes yapılmasına benzetmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Nefy siyakında gelen nekre müfred olursa, cemi olduğu hale göre daha umumi bir mana ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, azamet ve heybeti artırmak, emre itaati kuvvetlendirmek, zihne yerleştirmek için zamir makamında ism-i celâlin, zahir olarak tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah'ın,  عَل۪يمٌ  ve  خَب۪يرٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhteki sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret ederek isim cümlesinin sübutunu artırmıştır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kur'an’da ufak değişikliklerle veya aynen, başka surelerde de tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, C. 2, s. 189) 

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü Allah kelimesinin masdarı olan ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm,Nisa/17)

اِنَّ  ile, haberdeki mübalağa sigalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)  

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

عَل۪يمٌ  ve  خَب۪يرٌ  kelimelerinin her ikisi de mübalağa ifade eden kiplerdir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

İlim ve haberdar olmak bir arada gelerek Allah'ın bunlarla kemal olarak vasıflandığını haber vermiştir. İlmi tamam ve kemal olan haberdar olur. İlminin çokluğuna ve haberdar olma kapasitesinin genişliğine delalet etmek için bu iki vasıf da mübalağa kalıbıyla gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 523)

Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki  و- ر , ي - رٌ  harfleriyle  oluşan ahenk, diğer sayfalardaki secî gibi son derece dikkat çekicidir.

Kur'an’daki bütün surelerde olduğu gibi bu surenin de son ayeti, hüsn-i inteha sanatının güzel bir örneğidir.

Bu sanatta mütekellim sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlar. Kur'an’daki sûrelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

Kur'an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona erer ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer.

“Bir kimse, Lokman Suresini okursa kıyamet günü Hz. Lokman ona arkadaş olur ve bu surede zikredilen iyilikleri yapan ve zikredilen kötülüklerden sakınan insanların sayısının on katı kadar ona sevap verilir.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)