Ahzâb Sûresi 20. Ayet

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟  ...

Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَحْسَبُونَ sanıyorlardı ح س ب
2 الْأَحْزَابَ orduların ح ز ب
3 لَمْ
4 يَذْهَبُوا gitmediklerini ذ ه ب
5 وَإِنْ eğer
6 يَأْتِ gelseler ا ت ي
7 الْأَحْزَابُ ordular ح ز ب
8 يَوَدُّوا arzu ederlerdi و د د
9 لَوْ keşke
10 أَنَّهُمْ kendileri
11 بَادُونَ çölde bulunmayı ب د و
12 فِي arasında
13 الْأَعْرَابِ Araplar ع ر ب
14 يَسْأَلُونَ sorup öğrenmeyi س ا ل
15 عَنْ --den
16 أَنْبَائِكُمْ sizin haberleriniz- ن ب ا
17 وَلَوْ ve şayet
18 كَانُوا bulunsalardı ك و ن
19 فِيكُمْ içinizde
20 مَا
21 قَاتَلُوا dövüşmezlerdi ق ت ل
22 إِلَّا dışında
23 قَلِيلًا pek azı ق ل ل
 

Hendek kazılırken büyük bir kayaya rastlanmıştı, kayayı sökme­yi veya kırmayı başaramayan askerler Peygamberimiz’e başvurdular. O, üst giysisini çıkardı, kazmayı eline aldı ve üç vuruşta kayayı parçaladı. Her vuruşta “Allahü ekber” diyor ve “İran, Suriye, Yemen” gibi yerleri zikrederek ileride müslümanların gerçekleştirecekleri fetihleri bir bir müjdeliyordu. Bu müjdeyi işiten yahudiler ve münafıklar ise “Biz korkudan helâya gidemezken o bize İran ve Bizans’ın hazinelerini müjdeliyor, bu aldatmadan başka bir şey değil” demişlerdi (Nesâî, “Cihâd”, 42; Kurtubî, XIV, 130).

Bu gruptaki âyetlerde münafıkların ortak karakteri, sözlerinden ve davranışlarından örnekler verilerek açıklanmaktadır: Bunlar söz verirler ama yerine getirmezler; fitne fesat fırsatı çıkınca ev bark aile düşünmeden o fırsatı değerlendirmeye koşarlar; hizmet gerektiğinde ise türlü bahaneler ileri sürerek izin almak isterler; sûret-i haktan görünerek müslümanların moralini bozarlar; çoluk çocuklarını, evlerinin tehlikede olduğunu hatırlatarak savaş alanından çekilmeyi tavsiye ederler; korkunun ölüme faydası olmadığı halde inançsızlıkları sebebiyle savaşmaktan ve ölümden fazlaca korkarlar, korku ortamı geçip zafer kazanılınca da bu sonuçta kendilerinin de payı varmış gibi konuşmaya ve hak talep etmeye kalkışırlar.

 

  Bedeve بدو :  بَدَا bir şeyin apaçık ortaya çıkışını ifade eden bir fiildir. Mastarı بُدْوٌ ve بَداءٌ şekillerinde gelir.

بَدْوٌ kelimesi ise حَضَرٌ’un zıddıdır ve çöl manasındadır.

  Kur'an-ı Kerim'de de geçen بادٌ sözcüğü aslen بادِيَةٌ demektir ki o da içinde bulunan şeyi apaçık gösteren yer anlamına gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 31 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli Bedevi'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ 

 

Cümle önceki ayetteki اَعْمَالَهُمْ un hali olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir. يَحْسَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْاَحْزَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لَمْ يَذْهَبُوا  cümlesi ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

يَذْهَبُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

 وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يَأْتِ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. الْاَحْزَابُ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  يَوَدُّوا  cümlesi şartın cevabıdır.  

يَوَدُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَوْ  ve masdar-ı müevvel,  يَوَدُّ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.

لَوْ ’in bir masdar harfi olabilmesi için daha çok  وَدَّ  ve  أحَبَّ  gibi temenni bildiren fiillerle birlikte kullanılması şarttır.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَوَدُّوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

بَادُونَ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi  olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. فِي الْاَعْرَابِ  car mecruru بَادُونَ ’ye mütealliktir. 

يَسْـَٔلُونَ  fiil cümlesi  بَادُونَ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.

يَسْـَٔلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَنْ اَنْبَٓائِكُمْ  car mecruru  يَسْـَٔلُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَادُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan بدو  fiilinin ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.

كَانُوا  şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. ف۪يكُمْ  car mecruru كَانُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir.  

فَ  karinesi olmadan gelen  مَا قَاتَلُٓوا  cümlesi şartın cevabıdır.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

قَاتَلُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  istisna harfidir. قَل۪يلاً۟  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. 

قَاتَلُٓوا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  قتل ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

 

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ

 

Ayetin ilk cümlesi istînâfiye veya önceki ayeteki  اَعْمَالَهُمْۜ ’daki zamirden hal olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Menfî muzari fiil sıygasında gelen  لَمْ يَذْهَبُواۚ  cümlesi,  الْاَحْزَابَ den sonra ikinci mef’ûldür.  لَمْ muzariyi cezm etmiş ve manasını olumsuz maziye çevirmiştir.


 وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ 

 

Atıfla gelen ikinci cümle, …يَحْسَبُونَ  cümlesine matuftur. Şart üslubunda gelen cümlenin haberî manada olması atfı mümkün kılmıştır.  اِنْ, iki fiili cezm eden şart harfidir.

Şart olan  يَأْتِ الْاَحْزَابُ  cümlesi ve  فِ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَوَدُّوا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

لَوْ  temenni harfi olarak masdariyyedir. Akabindeki  اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ, masdar harfi  اَنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi olup masdar teviliyle  يَوَدُّوا  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ nin haberi olan  بَادُونَ , ism-i fail vezninde gelerek istimrar ifade etmiştir.

يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْ  cümlesi,  بَادُونَ ’deki zamirden haldir. Veya  اَنَّ ’nin ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

فِي الْاَعْرَابِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  araplar, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْاَعْرَابِ, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

يَسْـَٔلُونَ [Sorarlar] ifadesi [birbirlerine sorarlar] anlamında  يسّائَلون  şeklinde de okunmuştur yani “Ne duydun? Sana ne haber geldi?” diye birbirlerine -veya bedevilere- sorarlar demektir. (Keşşâf)

لَوْ  harfi,  وُدٍّ  fiilinden sonra gelirse temenni ifade eder. (Âşûr)

Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır.
Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur.
Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler. Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu kelime Kur’ânda 6 ‘sı Tevbe suresinde olmak üzere 10 kere geçmiştir.

 
 

وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟

 

Son cümle, ayetin başındaki … يَحْسَبُونَ  cümlesine matuftur. Şart üslubunda gelen cümlenin haberî manada olması atfı mümkün kılmıştır.

Şart olan  كَانُوا ف۪يكُمْ  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur ف۪يكُمْ , nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Cevap cümlesi  مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

قَل۪يلاً۟ , mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Takdiri  قتالا قليلا  [az bir savaş]’ tır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille, mahzuf mef’ûlü mutlak arasındadır.

قَاتَلُٓوا  maksur/mevsûf, قتالا قليلا  maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber  inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

الْاَحْزَابَ , ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Ayette iki farklı görevdeki  لو ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

يَذْهَبُواۚ - يَأْتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.