وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يراًۚ ٣٣
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَرْنَ | ve vakarla oturun |
|
2 | فِي |
|
|
3 | بُيُوتِكُنَّ | evlerinizde |
|
4 | وَلَا | asla |
|
5 | تَبَرَّجْنَ | açılıp kırıtmayın |
|
6 | تَبَرُّجَ | açılıp kırıtması gibi |
|
7 | الْجَاهِلِيَّةِ | cahiliyenin |
|
8 | الْأُولَىٰ | ilk |
|
9 | وَأَقِمْنَ | ve kılın |
|
10 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
11 | وَاتِينَ | ve verin |
|
12 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
13 | وَأَطِعْنَ | ve ita’at edin |
|
14 | اللَّهَ | Allah’a |
|
15 | وَرَسُولَهُ | ve Resulüne |
|
16 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
17 | يُرِيدُ | istiyor |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | لِيُذْهِبَ | gidermek |
|
20 | عَنْكُمُ | sizden |
|
21 | الرِّجْسَ | kiri |
|
22 | أَهْلَ | (ey) Ehl-i |
|
23 | الْبَيْتِ | Beyt |
|
24 | وَيُطَهِّرَكُمْ | ve sizi temizlemek |
|
25 | تَطْهِيرًا | tertemiz |
|
Peygamber hanımlarının taşıdıkları müstesna şeref ve nâil olacakları mükâfat, Allah’ın lutfu yanında kendilerinin de önemli bir katkısına bağlanmıştır. Bu katkı ittikadır, yani kendilerine yakışmayan her türlü kötülük, çirkinlik ve günahtan sakınmalarıdır. Takvanın bir uzantısı olarak başkalarıyla konuşurken takınacakları tavra ve seslerinin tonuna, seçecekleri kelimelerin etkisine, gerektiren bir durum olmadıkça evlerinden dışarı çıkmamaya varıncaya kadar buna riayet etmelidirler ki, kimse kendilerine dil uzatmaya, haklarında kötü fikirler kurmaya cesaret edemesin. Onların sorumlulukları yalnızca kötü olanı yapmamak, yani kötü ve zararlı olmamak değil, ayrıca iyi, erdemli ve itaatli olmaktır; namazı kılmak, zekâtı vermek, Allah ve resulünün rızâları doğrultusunda bir hayat sürmektir.
Bir zorunluluk bulunmadıkça evde oturmak, evden dışarı çıkmamak bu âyetle Peygamber hanımlarına farz kılınmıştır. Şu var ki, âyetin nüzûlünü takiben meydana gelen bazı olaylardan ve Resûlullah’ın konuya ilişkin açıklamalarından (meselâ bk. Buhârî, “Nikâh”, 115) bu emrin (farz) sınırlarının ve istisnalarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Hz. Âişe’nin, meşhur Cemel Vak‘ası’nda, anlaşmazlığa düşen iki müslüman grubun arasını bulmak maksadıyla evinden çıkıp Basra’ya gitmesine sahâbeden itiraz edenler olmuş; genellikle Hz. Ali taraftarı olanlar da bunu, Hz. Âişe’nin aleyhinde olmak üzere kullanmışlardır. Onunla beraber hareket eden Talha ve Zübeyr gibi ashap ile onların çizgisinde olan Sünnî âlimler şu görüşü savunurlar: Peygamber hanımları nasıl hac etmek üzere çıkabiliyorlarsa, ilâhî emir uyarınca (Hucurât 49/9), çatışmak üzere olan iki müslüman grubun arasını düzeltmek için de çıkabilirler. Hz. Âişe ve yanındakiler ictihad etmişler, bunun fayda vereceğini, bu bakımdan çıkmayı câiz kılan sebeplerden birinin gerçekleştiğini düşünmüşler, buna göre hareket etmişlerdir.
33. âyetin “daha önce Câhiliye dönemi” diye tercüme edilen kısmını, İslâm’dan önceki dönem olarak anlıyoruz. Hz. Âdem sonrasından başlayarak başka dönemler olarak yorumlayanlar da olmuştur (Câhiliye kavramının anlamı için bk. Mâide 5/50 ve Furkan 25/63-66’nın tefsiri).
Allah’ın bereketli ve temiz kıldığı, Hz. Peygamber sebebiyle özel bir saygınlık kazanmış bulunan, her salavat okuduğumuzda kendilerine de gönderme yaptığımız Peygamber ailesi (Ehl-i beyt) kimlerden oluşmaktadır? En azından buradaki Ehl-i beyt’e Hz. Peygamber’in eşlerinin de dahil bulunduğunda şüphe yoktur, hatta daha da ileri giderek burada yalnız eşlerinin kastedildiğini söylemek de mümkündür. Başka münasebetlerle Peygamber aleyhisselâm, Ehl-i beyt’ini zikrederken Hz. Fâtıma, Ali, Hasan ve Hüseyin’in isimlerini anmış, hatta bir defasında bunları abasının altına alarak (âl-i abâ) onlar için hayır duada bulunmuştur (fazla bilgi için bk. Mustafa Öz, “Ehl-i Beyt”, DİA, X, 498-501).
34. âyetin “... Dilinizden düşürmeyiniz” şeklinde tercüme edilen kısmı Peygamber eşlerinin Kur’an âyetlerini, Hz. Peygamber’in bu âyetleri açıklama mahiyetindeki konuşmalarını ve davranışlarını devamlı göz önünde tutmaları, hayatlarını buna göre düzenlemeleri mânasına geldiği gibi, “başkalarına söyleyiniz, ulaştırınız” anlamını da içermektedir. Bu ikinci mânadan hareket eden yorumcular dürüst tek râvinin, kadın olsun erkek olsun rivayetinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmışlardır (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1538).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 381-382وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَرْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي بُيُوتِكُنَّ car mecruru قَرْنَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا تَبَرَّجْنَ fiil cümlesi atıf harfi و ’la لَا تَخْضَعْنَ fiiline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَبَرَّجْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur.
تَبَرُّجَ mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. الْجَاهِلِيَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاُو۫لٰى kelimesi الْجَاهِلِيَّةِ kelimesinin sıfat olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdurlar.
وَ atıf harfidir. اَقِمْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ cümlesi atıf harfi و ’la makabline matuftur
اٰت۪ينَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. الزَّكٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümleleri atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اَطِعْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولَهُ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
تَبَرَّجْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi برج ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَقِمْنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi قوم ’dir.
اٰت۪ينَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتي ’dir.
اَطِعْنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يراًۚ
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا harfidir.
يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
لِ harfi, يُعَذِّبَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَن ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُذْهِبَ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَنْكُمُ car mecruru يُعَذِّبَهُمْ fiiline müteallıktır. الرِّجْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَهْلَ münada olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْبَيْتِ muzâfun ileyh olup esre ile mecrurdur. يُطَهِّرَكُمْ fiil cümlesi يُذْهِبَ fiiline matuftur.
وَ atıf harfidir. يُطَهِّرَكُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. تَطْه۪يراً mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.
لِيُذْهِبَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ذهب ’dir.
يُطَهِّرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi طهر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى
Ayet, önceki ayetteki …لَا تَخْضَعْنَ cümlesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetteki (...قَرْنَ..) kelimesi, القرار “karar” masdarından olup muzaaf harflerinden biri düşürülmüştür. Bu kelimenin الوقار “vakar” masdarından olduğu da ileri sürülmüştür. Fahreddin er-Râzî)
Yine …لَا تَخْضَعْنَ cümlesine atfedilen وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
تَبَرُّجَ cümleyi tekid eden mef'ûlü mutlaktır.
تَبَرَّجْنَ - تَبَرُّجَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تَبَرَّجْنَ - تَبَرُّجَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ [Cahiliyye yürüyüşü gibi yürümeyin] cümlesinde teşbih-i belîğ vardır. Burada teşbîh edatı ile vech-i şebeh söylenmemiş, böylece teşbih-i beliğ olmuştur. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
الْجَاهِلِيَّةِ denmesi, Allah’ı ve şeriatı bilmemeleri dolayısıyladır. (Âşûr)
Allah Teâlâ لَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى “Evvelki cahiliye yürüyüşü gibi yürümeyin” buyurmuştur. Bunun, “Kırıla döküle, kırıtarak yürümeyin” manasına olduğu söylenmiştir. Yine bundan muradın, “Süslerinizi ortaya koymayın, göstermeyin” manası olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayet bu emir ve yasak ile Resulüllah'ın hanımlarına yalnız “tesettür”ü değil, özellikle “hıdr”i yani yabancı erkeğe hiç görünmemek demek olan “muhaddere”liği dahi vacip kılmıştır. Diğer İslam kadınları için ileride geleceği ve Nûr Suresinde geçtiği üzere tesettür vacip ise de “hıdr” vacip değil müstehaptır. Bütün İslam kadınlarının da Peygamberin hanımlarının hayat tarzını ve ahlakını örnek edinmeleri elbette bir hakları ve şerefleridir. Fakat hepsine muhaddere olmaları farz olsaydı, bunda güçlük olurdu. Onun için ilerde “Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman örtülerini üstlerine alsınlar, vücutlarını örtsünler!” (Ahzab Suresi, 59) ayetinde tesettür emri bütün müminlerin hanımlarına genelleştirilmiş olduğu halde burada “Evlerinizde oturun.” (Ahzab Suresi, 33) emri ile “Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz.” (Ahzab Suresi, 32) diye nitelenen Peygamberin hanımlarına hitaben gelmiştir. (Elmalılı)
Ayetteki, “evvelki cahiliye”nin manası; Nûh (a.s.) zamanında olanlar, sonraki cahiliye ile de ondan sonrakiler kastedilmiştir. Ayrıca diğer bir manası da; bir diğerinin olmasını gerektiren bir “evvel”lik değildir. Aksine bunun manası tıpkı bir kimsenin, “Nerede o ilk (evvelki) zorba kisrâlar?” demesi gibi “Evvelki (eski) cahiliyye yürüyüşü gibi yürümeyin” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
…لَا تَخْضَعْنَ cümlesine atfedilen وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen müteakip وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ cümlesi ve وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ cümlesi, hükümde ortaklı nedeniyle وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ cümlesine atfedilmişlerdir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafzı celalde tecrîd sanatı vardır.
وَرَسُولَهُ izafetinde, Allah’a ait zamire muzaf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
الزَّكٰوةَ - الصَّلٰوةَ ve اللّٰهَ - وَرَسُولَهُۜ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ [Allah'a ve Resulüne itaat edin) cümlesinin, وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ (Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin) cümlesi üzerine atfedilmesi, umûmun husus üzerine atfıdır. Çünkü Allah ve Resulüne itaat, daha önce geçen bütün emir ve yasakları kapsar. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Âşûr)
Peygamberimizin zevcelerine, bütün ibadetler içinden özellikle namaz ile zekâtın emredilmesi, diğer ibadetlerden üstün olmaları ve bunların, bedenî ve malî ibadetlerin temeli olmalarından dolayıdır. (Ebüssuûd)
اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يراًۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. İki tekid hükmündeki kasr, faille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. يُر۪يدُ maksûr/sıfat, لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ maksûrun aleyh/mevsûftur..
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lil ve akabindeki لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ cümlesi, masdar teviliyle, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi konumundadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur عَنْكُمُ, ihtimam için mef’ûl olan الرِّجْسَ ’ye takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelen اَهْلَ الْبَيْتِ , nida harfi mahzuf münadadır.
الْبَيْتِ teki marife ahd içindir. Resulüllah’ın evi kastedilmiştir. (Âşûr)
Muhatabın bildiği ve itiraz etmediği konularda kasr اِنَّمَا ile yapılır. Ancak bunun aksi durumlarda da اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يراً cümlesi … لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Masdar tevilindeki cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
تَطْه۪يراً , cümleyi tekid eden mef'ûlü mutlaktır.
تَطْه۪يراًۚ - وَيُطَهِّرَكُمْ ve بُيُوتِكُنَّ - الْبَيْتِ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَطْه۪يراًۚ - الرِّجْسَ kelimeleri arasında tıbâk-ı icab sanatı vardır.
Bu ayette istiâre vardır. Burada Yüce Allah günahlar için الرِّجْسَ (kir)i, takva için يُطَهِّرَ (temizlik) kelimesini müsteâr olarak kullanmıştır. Çünkü günahları işleyen kimsenin manevî varlığı kirlenir. İtaatla beraber ise temiz elbise gibi kirlerden korunmuş ve paktır. (Sâbûnî Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Âşûr)
Allah Teâlâ, “Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler” yani “Size verilen mükellefiyetlerden istifade edecek olan Allah değildir. Allah yaptıklarınızdan faydalanmaz. Bunun faydası size aittir. Allah'ın bu şeyleri size emretmesi, sizin menfaatiniz içindir” buyurmuştur. Bu ifadede şöyle bir incelik vardır: Bazan kirin-pisliğin bizzat kendisi ortadan kalkar, giderilir ama o yer tam temizlenmiş olmaz. O halde “Allah sizden ancak kiri gidermek ... diler” ifadesi, “Günahlarınızı silip giderir” manasına; “Sizi tertemiz yapmak diler” ifadesi de “Size keramet (şeref) elbiselerini giydirir” manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
Söz, Peygamberin hanımlarına seslenmekte olduğu için “ehli beyt” kelimesinden ilk akla gelen mana “onlar” olur. Fakat maksadın yalnız onlar olmadıklarını anlatmak için müzekker zamir (Arapçada erkek isimlerin yerine geçen zamir) olan “siz” diye seslenilmiştir. Çünkü usul ilminde bilindiği üzere, müennes çoğul kipi (dişi çoğul kipi) yalnız dişilere özel olduğu halde müzekker çoğul kipi karışık olarak erkeğe ve kadına, “tağliben” yani kadınları da kapsayacak biçimde kullanılır. Demek ki “ehli beyt” denilince Peygamberin hanımları ile birlikte çocuklarını, erkek ve kadın kendine özel aile fertlerini dahi kapsadığı anlatılmak üzere “Ey Peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister.” buyrulmuştur. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a.) çocuklardan olduğu gibi Hz. Ali dahi Hz. Peygamberin evinde yetişmiş ve Hz. Fatıma ile birlikte yaşaması dolayısıyla özel bir mensubiyeti elde etmiş bulunduğundan o da ehli beyttendir. Fakat bunların ehli beytten olması Hz.Peygamberin diğer kızlarının ve onlardan olan çocuklarının da ehli beytten olmasına engel değildir, aksine olmalarını gerektirir. (Elmalılı)
اَهْلَ الْبَيْتِ [hane halkı] ifadesi nida veya medih olarak mansūbdur. Bu ifade Hz. Peygamberin hanımlarının da Ehl-i Beyt’e dahil olduklarına delalet etmektedir. (Keşşâf)