يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّبِيُّ | Peygamber |
|
3 | قُلْ | söyle |
|
4 | لِأَزْوَاجِكَ | eşlerine |
|
5 | وَبَنَاتِكَ | ve kızlarına |
|
6 | وَنِسَاءِ | ve kadınlarına |
|
7 | الْمُؤْمِنِينَ | inananların |
|
8 | يُدْنِينَ | salsınlar |
|
9 | عَلَيْهِنَّ | üstlerine |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | جَلَابِيبِهِنَّ | örtülerini |
|
12 | ذَٰلِكَ | budur |
|
13 | أَدْنَىٰ | en elverişli olan |
|
14 | أَنْ |
|
|
15 | يُعْرَفْنَ | onların tanınması için |
|
16 | فَلَا |
|
|
17 | يُؤْذَيْنَ | incitilmemesi için |
|
18 | وَكَانَ | ve |
|
19 | اللَّهُ | Allah |
|
20 | غَفُورًا | çok bağışlayandır |
|
21 | رَحِيمًا | çok esirgeyendir |
|
İffeti koruma amacıyla güzelliklerin kapatılması mânasında örtünme emri daha önce Nûr sûresinin ilgili âyetlerinde geçmişti. Burada ise eza ve tâcizlerin engellenmesi gayesiyle dışarı çıkarken kadınların dış giysi kullanmaları istenmektedir. Hemen bütün tefsirlerin tarihe dayanarak verdiği ortak bilgiye göre Medine evleri dar ve tuvaletsiz idi. Kadınlar ihtiyaçlarını gidermek için geceleri evlerinden çıkar, biraz uzaklaşarak ihtiyaçlarını giderir ve dönerlerdi. Bu durumu fırsat bilen bazı münafıklar ve kendini bilmezler uygun yerlerde durur, kadınlara söz ve elle tâcizde bulunurlar, yakalandıkları zaman da “Biz onları câriye sandık” derlerdi. Bu mazereti ortadan kaldırmak üzere hür kadınların, dışarı çıkarken, cilbâb ismi verilen dış giysilerine bürünmeleri emredildi. Hz. Ömer, hür kadınları câriyelerden ayırarak asayişi korumak maksadıyla câriyelerin cilbâb kullanmalarını yasaklamıştı, daha sonraki dönemlerde bu yasak kalktı.
Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredat’ında (“clb” md.) cilbâb, “baş örtüsü ve entari” olarak açıklanmıştır. Başka kaynaklarda hımâr denilen baş örtüsünden büyük, vücudun üst kısmına giyilen ridâdan küçük dış örtü olarak tanımlanmıştır. Kelimeye çarşaf mânası verenler de olmuştur. Bu mânanın sözlükte dayanağı bulunmakla beraber cilbâb kelimesine yalnızca çarşaf demenin ilmî dayanağı yoktur.
Konumuz olan Ahzâb sûresinden sonra inen Nûr sûresindeki örtünme, devamlı ve iffeti korumaya yönelik bir farzdır. Burada emredilen cilbâb giyme ise asayişi korumayı ve tacizi önlemeyi hedefleyen geçici bir tedbirdir. Genellikle tefsircilerin, “evlerde oturma, zaruret bulunmadıkça dışarı çıkmama” emri, Hz. Peygamber’in hanımlarına mahsus olduğu halde diğer hanımları da bu hüküm çerçevesine almaya çalışmalarını ve dışarı çıkarken –tesettüre ek olarak– bir dış giysiye bürünmeyi devamlı bir farz haline getirmelerini, haklı bir dinî ve ahlâkî gerekçeden çok, içinde yaşadıkları çağın ve toplumun âdet ve değerlerine bağlamak uygun olur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 399-400يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّبِيُّ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ ’dır.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لِاَزْوَاجِكَ car mecruru قُلْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَنَاتِكَ ve نِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Mekulü’l kavli, يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُدْن۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. عَلَيْهِنَّ car mecruru يُدْن۪ينَ fiiline mütealliktir. مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّ car mecruru يُدْن۪ينَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْنٰٓى mübtedanın haberi olarak elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cer ile اَدْنٰٓى ’ya mütealliktir. Takdiri, إلى أن يعرفن (tanınmalarına) şeklindedir.
يُعْرَفْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni, meçhul muzari fiildir.Naib-i faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
فَ atıf harfidir. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْذَيْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni,meçhul muzari fiildir. Naib-i faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
غَفُوراً kelimesi, كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. رَح۪يماً ikinci haberi olup lafzen mansubdur.
غَفُوراً ve رَح۪يماً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir. İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَيُّهَا münada, النَّبِيُّ ondan bedeldir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olarak gelen قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
جَلَاب۪يبِهِنَّ ‘ye dahil olan مِنْ , badiyet içindir.
اَزْوَاجِكَ - بَنَاتِكَ - نِسَٓاءِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Bundan önce, eza verenlerin kötü halleri, onları bundan caydırmak için müeyyide ile beyan edildikten sonra bu ayette de Allah, Peygamberimize, o ahlaksızlardan eza gören bazı hanımlara, onların ezalarını kısmen önleyecek olan tesettürü ve eza görmek yerlerinde tanınmayı sağlayacak giysiyi o kadınlara emretmesini emretmektedir.
Cilbab, hımar'dan (başörtüsünden) daha geniş ve ridâ'dan daha küçük olup kadınların başına sarıp devamını da göğüslerinin üstüne şarlattıkları giysidir. (Ridâ, baş ile belden yukarısını örten çar, şal, futa veya aba gibi giysidir.)
Diğer bir görüşe göre ise cilbab, milhafe (yeldirme, ferace) ve kadınların bir iş için dışarı çıktıklarında yüzlerini ve bedenlerini örttükleri giysidir.
Cilbablarını üstlerine almalarından kastedilen, cilbabın bir kısmıyla örtünüp geri kalan kısmını da bedenin üstüne salıvermektir. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve tazim ifade eder.
Müsnedün ileyh, en güzel şekilde temyîz edilmek için işaret ismiyle marife olmuştur. Allah’ın emirlerine işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İsm-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden اَدْنٰٓى , müsneddir.
Masdar harfi اَنْ ve müteakip يُعْرَفْنَ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen إلى harf-i ceriyle birlikte اَدْنٰٓى ’ya mütealliktir. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَا يُؤْذَيْنَ cümlesi, يُعْرَفْنَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اَدْنٰٓى - يُدْن۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُؤْذَيْنَ fiili اِفعال babındadır.
يُعْرَفْنَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eder.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
غَفُورًا رَح۪يمًا۟ şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَان fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Ragıb el-İsfehani)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani Allah ezelde غَفُوراً ve رَح۪يماً olduğu gibi gelecekte de Gafur ve Rahim’dir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.