فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ ١٦
| Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
|---|---|---|---|
| 1 | فَأَعْرَضُوا | ama yüz çevirdiler |
|
| 2 | فَأَرْسَلْنَا | bu yüzden gönderdik |
|
| 3 | عَلَيْهِمْ | üzerlerine |
|
| 4 | سَيْلَ | selini |
|
| 5 | الْعَرِمِ | Arim |
|
| 6 | وَبَدَّلْنَاهُمْ | ve çevirdik |
|
| 7 | بِجَنَّتَيْهِمْ | onların iki bahçesini |
|
| 8 | جَنَّتَيْنِ | iki bahçeye |
|
| 9 | ذَوَاتَيْ | bulunan |
|
| 10 | أُكُلٍ | yemişli |
|
| 11 | خَمْطٍ | buruk |
|
| 12 | وَأَثْلٍ | ve acı meyvalı |
|
| 13 | وَشَيْءٍ | ve içinde |
|
| 14 | مِنْ |
|
|
| 15 | سِدْرٍ | sedir ağacı |
|
| 16 | قَلِيلٍ | biraz |
|
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْرَضُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَرْسَلْنَا atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebnî mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. سَيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعَرِمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَدَّلْنَا sükun üzere mebnî mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِجَنَّتَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَنَّتَيْنِ ikinci mef’ûlun bih olup, müsenna olduğu için nasb alameti يْ ’dir. ذَوَاتَيْ kelimesi جَنَّتَيْنِ ’nin sıfatı olup nasb alameti ى ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. اُكُلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
خَمْطٍ kelimesi اُكُلٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. اَثْلٍ ve شَيْءٍ atıf harfi و ’la makabline matuftur. مِنْ سِدْرٍ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. قَل۪يلٍ kelimesi شَيْءٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette ikiside müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْرَضُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi عرض ’dir.
اَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
بَدَّلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بدل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَل۪يلٍ ; sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ
فَ , atıf harfidir. فَاَعْرَضُوا cümlesi, mukadder söze matuftur. İki ayet arasında meskutun anh mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ ve وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle …فَاَعْرَضُوا cümlesine atfedilmiştir.
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , selin onlara ait olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan سَيْلَ الْعَرِمِ ’ye takdim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَرْسَلْنَا ve بَدَّلْنَاهُمْ fiillerinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
بِجَنَّتَيْهِمْ - جَنَّتَيْنِ kelimeleriyle ifade edilen iki cennet farklıdır. Bu kelimeler arasında tam cinas ıtnâb, müşâkele ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
جَنَّتَيْنِ için sıfat olan ذَوَاتَيْ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. ذَوَاتَيْ ’nin muzâfun ileyhi اُكُلٍ ve ona matuf olan
اَثْلٍ - شَيْءٍ kelimelerindeki tenvin nev ve kıllet ifade eder.
خَمْطٍ - اَثْلٍ - سِدْرٍ - جَنَّتَيْنِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنْ سِدْرٍ car mecruru, شَيْءٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ : Bu kuru bahçelerde اَثْلٍ ve سِدْرٍ ağaçları gibi meyvelerinden faydalanılmayan bazı ağaçlar da vardı. Râzî şöyle der: Yüce Allah onların üzerine mallarını alıp götüren, evlerini harap eden bir sel gönderdi. Dikenli ve meyvesi acı olan her çeşit ağaca خَمْطٍ denir. اَثْلٍ ise tarfâ türünden bir ağaçtır. Sadece bazı zamanlarda meyve verir. Üzerinde tadı ve özelliği bakımından meşe palamutuna benzer veya ondan daha küçük bir meyve bulunur. سِدْرٍ ise bilinen bir ağaçtır. Ayette Yüce Allah سِدْرٍ için قَل۪يلٍ /az tabirini kullandı. Zira o, Arapların en değerli ağaçlarındandır. Yüce Allah bu ayetle, bahçelerin hangi yolla harap edildiğini açıkladı. İçinde bakım yapan insanların bulunduğu bahçelerde, bu bakım sebebiyle güzel meyveler olur. Bu bahçeler yıllarca bakımsız kalırsa, orman ve çalılık haline gelir. Ağaçlar birbirine dolaşır, zararlı bitkiler yetişir. Meyveler azalıp ağaçlar çoğalır. Tefsirciler şöyle der: Harap edilen bahçelerin yerine onlara verilenlere de bahçe denilmesi bir nevi alaydır. Çünkü اَثْلٍ , سِدْرٍ ve dikenli acı meyveli ağaçların bulunduğu yere bahçe denmez. Bunlar hemen hemen hiç faydalanılmayan ağaçlardır. Bu yerlere, müşâkele yoluyla bahçe denilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Bedel olarak gelen ve gerçekte adına bahçe denmeyecek bir azap halini ifade eden ikinci جَنَّتَيْنِ lafzının kullanılması, müşâkele üslubu gereği olup bununla “alay etme” kastedilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâd, c. VII, s. 128)
Müşâkele; bir lafzın başka bir lafzın beraberinde bulunması ve ona yakınlığı (musâhabet) alakası nedeniyle gerçek anlamı dışında kullanılması şeklinde tanımlanabilir. Bu ayette cennetin cennetle değiştirilmesinden bahsedilmektedir. Fakat ikincisi ceza niteliği taşımakta ve bu ifadenin seyri içerisinde açığa çıkmaktadır. Ayetteki بَدَّلْنَا kelimesinden Allah’ın onlara günahlarının karşılığı olarak zevk aldıkları şeylerde zorluk çıkardığı ve bunun bir َbedîlun seyyie olduğu anlaşılıyor ki bu da onların zevk aldıkları şeydeki zevki yok eden bir şeyle karşılaşmalarıdır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bir görüşe göre ise الْعَرِمِ , taş yığını demektir. Bir diğer görüşe göre ise suyun önünü kesen engellerdir. Başka bir görüşe göre ise الْعَرِمِ , suyun önüne bina edilen settir. Bir görüşe göre de Kraliçe Belkıs'ın, iki dağ arasında kayalar ve ziftle bina edip akar sular ile yağmur sularını baraj gölü haline getiren ve sulamaları için ihtiyaç duydukları delikleri de olan muhkem bir set idi.
Bir görüşe göre ise الْعَرِمِ , köstebek fareleridir ki Allah, o fareleri onlara musallat kıldı ve bu köstebekler, o seti deldiler de memleketleri sular altında kaldı. Bir diğer görüşe göre ise Arim, bir vadinin adıdır.
Derler ki bu olay, Hz. isa ile Peygamberimiz arasındaki fetret döneminde olmuştur. (Ebüssuûd)
Ayet-i kerimede fiilin عَلى ile müteaddi oluşu intikam için gönderilmesi sebebiyledir. Çünkü sel suyu bir setle bir yerde tutulur, sulamak için bir miktar su bahçelerine gönderilirdi. Tevhid çağrısından sonra Allah'ı inkâr ettiklerinde Allah, onlara bir azap nasip etti ve barajın içindeki sular fışkırdı. Bu onlar için bir tehlikeydi. Sonra bunu yağmur ülkesine göre kuraklık ve ihtiyaç olduğu zamanda su bulunmaması takip etti ki bu onların yüz çevirmeleri ve şirk koşmaları için bir cezadır. (Âşûr)