قُلْ اِنَّـمَٓا اَعِظُـكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنَّمَا | sadece |
|
3 | أَعِظُكُمْ | size öğütleyeyim |
|
4 | بِوَاحِدَةٍ | bir tek (şeyi) |
|
5 | أَنْ | (şu ki;) |
|
6 | تَقُومُوا | kalkın |
|
7 | لِلَّهِ | Allah için |
|
8 | مَثْنَىٰ | ikişer ikişer |
|
9 | وَفُرَادَىٰ | ve teker teker |
|
10 | ثُمَّ | sonra |
|
11 | تَتَفَكَّرُوا | düşünün ki |
|
12 | مَا | yoktur |
|
13 | بِصَاحِبِكُمْ | arkadaşınızda |
|
14 | مِنْ | hiçbir |
|
15 | جِنَّةٍ | delilik |
|
16 | إِنْ |
|
|
17 | هُوَ | O |
|
18 | إِلَّا | ancak |
|
19 | نَذِيرٌ | bir uyarıcıdır |
|
20 | لَكُمْ | sizin için |
|
21 | بَيْنَ | öncesinde |
|
22 | يَدَيْ | öncesinde |
|
23 | عَذَابٍ | bir azabın |
|
24 | شَدِيدٍ | çetin |
|
Bunca ibret örneği ve delilden sonra artık muhatapların ister vicdanlarıyla baş başa kalarak ister –çevresel baskılardan uzak ortamlarda– fikir alışverişinde bulunarak düşüncelerini bir noktaya odaklamaları istenmektedir: Kendilerine çağrıda bulunan kişinin soyu sopu, çocukluğundan itibaren o güne kadar ortaya koyduğu davranışlar hepsinin mâlûmu; hiçbir zaman ve hiçbir şekilde güvenilirliği, hak severliği, söz ve eylemlerinde mâkul ve tutarlı olma hususunda en küçük bir ithama mâruz kalmamış; –son sıralarda belirli kişilerce ortaya atılan (sihirbazlık yaptığı veya aklını yitirdiği gibi) bazı mesnetsiz iddialar dışında– şu an söylediklerinde çelişki bulunduğunu kimse ileri süremiyor, aklî dengesine gölge düşürecek somut bir kanıt gösteremiyor; ayrıca, yaptığı iş için kendilerinden bir karşılık beklemediğini de açıkça ifade ediyor. Şayet bunun üzerinde taassuptan uzak biçimde ve insafı elden bırakmadan düşünebilecek olurlarsa zaten mesele bitmiş olacak, apaçık hakikati önlerinde bulacaklardır.
“Kuşkusuz rabbim gerçeği ortaya koyar” diye çevrilen 48. âyetteki cümle ile ilgili başlıca açıklamalar şunlardır: Vahiy ile gerçekleri açıklar, peygamberlerinin dilinden delilleri ortaya koyar; gerçekleri kalplere ulaştırır, yerleştirir; hakkı bâtılın üzerine atar ve onu siler (Zemahşerî, III, 264; Râzî, XXV, 269-270; “hak” ve “bâtıl”hakkında bilgi için bk. İsrâ 17/81).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 443
قُلْ اِنَّـمَٓا اَعِظُـكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli اِنَّـمَٓا اَعِظُـكُمْ بِوَاحِدَةٍ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir. Usül ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
اَعِظُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِوَاحِدَةٍ car mecruru اَعِظُـكُمْ fiiline mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel بِوَاحِدَةٍ ’den bedel olarak mahallen mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقُومُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru تَقُومُوا fiiine mütealliktir. مَثْنٰى kelimesi تَقُومُوا ’daki failin hali olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
فُرَادٰى kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. تَتَفَكَّرُوا۠ fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍ cümlesi تَتَفَكَّرُوا۠ ’nün mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. بِصَاحِبِكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. جِنَّةٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahalen merfûdur.
تَتَفَكَّرُوا۠ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsisi فكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. نَذ۪يرٌ haber olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru نَذ۪يرٌ ’e mütealliktir.
بَيْنَ mekân zarfı نَذ۪يرٌ ’e mütealliktir. يَدَيْ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için يْ ile mecrurdur. عَذَابٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَد۪يدٍ kelimesi عَذَابٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَد۪يدٍ - نَذ۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنَّـمَٓا اَعِظُـكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ
Ayet müstenefe cümlesidir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّـمَٓا اَعِظُـكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى cümlesi ise müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesine dahil olan اِنَّـمَٓا , kaffe ve mekfufe, kasr edatıdır. مَٓا harfi, اِنَّ ’yi amelden düşürmüştür.
Cümledeki kasr, fiille car mecrur arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
اِنَّـمَٓا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى cümlesi, masdar teviliyle بِوَاحِدَةٍۚ ’den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayetteki تَقُومُوا (kalkmanız…) şeklinde tercüme edilen “kıyam”dan maksat ya ayağa kalkmaktır ki hakiki manası budur. Ya da görevi yerine getirmek ve hakkı talep etmeye özen göstermektir. (Ruhu’l Beyan)
Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı olan مَثْنٰى ve فُرَادٰى kelimeleri تَقُومُوا fiilinin failinden haldir.
Ayette önce “ikişer ikişer”in zikredilmesi, bunun, itminan için daha uygun ve sağlam olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayetteki, مَثْنٰى وَفُرَادٰى [İkişer ikişer ve teker teker] ifadesi, insanın bütün hallerine işarettir. Çünkü insan, ya başkasıyla beraber yahut yalnız olur. Binaenaleyh başkasıyla birlikte bulunduğunda, ayetteki “ikişer”, tek başına bulunduğunda ise “teker” ifadesinin manasına dahil olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍ cümlesi, ثُمَّ ile masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍ cümlesi, تَتَفَكَّرُوا۠ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Sübut ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve icaz-ı hazif sanatları vardır. بِصَاحِبِكُمْ mahzuf mukaddem habere mütelliktir. مِنْ جِنَّةٍۜ lafzen mecrur, mahallen merfû olarak muahhar mübtedadır. مِنْ harfi, zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
مِنْ جِنَّةٍ ’deki tenvin, kıllet ifade eder. مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
Ayetin başında قُلْ emrinin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın sav kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a (s.a.) قُلِ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (s.a.) bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلِ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, s. 111)
مَا بِصَاحِبِكُمْ “[Şayet arkadaşınızda yoktur] cümlesi neye mütealliktir?” dersen şöyle derim: Bu, Allah Teâlâ’nın, Peygamberin durumu üzerinde nasıl düşünüp değerlendirme yapacakları hususunda kendilerini uyarmak üzere söylediği yeni bir ifade olabileceği gibi (sonra düşünmeniz ve arkadaşınızda herhangi bir delilik olmadığını bilmeniz) anlamında da olabilir. Ayrıca, مَا ’nın istifham edatı olabileceğini söyleyen de olmuştur. (Keşşâf)
بِصَاحِبِكُمْ ibaresi, izmar makamında izhar olarak gelmiştir. Çünkü muktezâ-i zâhire göre “bende cinnet yok” demesi gerekirdi. Çünkü bu sözler daha önce de belirtildiği gibi Resulullah (s.a.v) tarafından söylenmiştir. (Âşûr)
اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ
اِنْ harfi burada nehiy manasındadır. هُوَ mübteda نَذ۪يرٌ haberdir. Kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ mevsûf/maksûr, نَذ۪يرٌ sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Cümledeki harf-i cer لَكُمْ ve zaman zarfı بَيْنَ , haber olan نَذ۪يرٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
عَذَابٍ ’deki tenvin, kesret, nev ve tarifi mümkün olmayan özelliğe işaret eder.
عَذَابٍ için sıfat olan شَد۪يدٍ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
شَد۪يدٍ mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ [Şiddetli bir azabın önünde] cümlesinde istiare vardır. أليدين (iki el) lafzı, insanın önündeki şiddetli ve korkunç olaylar için müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
مَثْنٰى (ikişer) - فُرَادٰى (birer) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
شَد۪يدٍ ’de sıfat olarak gelmiştir. Cümlede ıtnâb vardır.
اَعِظُـكُمْ - لِلّٰهِ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.