يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۙ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْم۪يرٍۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُولِجُ | sokar |
|
2 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
3 | فِي | içine |
|
4 | النَّهَارِ | gündüzün |
|
5 | وَيُولِجُ | ve sokar |
|
6 | النَّهَارَ | gündüzü |
|
7 | فِي | içine |
|
8 | اللَّيْلِ | gecenin |
|
9 | وَسَخَّرَ | ve buyruğu altına almıştır |
|
10 | الشَّمْسَ | güneşi |
|
11 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
12 | كُلٌّ | her biri |
|
13 | يَجْرِي | akıp gider |
|
14 | لِأَجَلٍ | bir süreye kadar |
|
15 | مُسَمًّى | belirtilmiş |
|
16 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
17 | اللَّهُ | Allah |
|
18 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
19 | لَهُ | O’nundur |
|
20 | الْمُلْكُ | mülk |
|
21 | وَالَّذِينَ |
|
|
22 | تَدْعُونَ | yalvardıklarınız |
|
23 | مِنْ |
|
|
24 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
25 | مَا | değillerdir |
|
26 | يَمْلِكُونَ | sahip |
|
27 | مِنْ | -na bile |
|
28 | قِطْمِيرٍ | bir çekirdek zarı- |
|
“Su kütlesi” diye çevirdiğimiz bahr kelimesi Arap dilinde büyük sular için kullanılır; Kur’an’da da gerek nehir gerekse deniz anlamında kullanılmıştır. 12. âyette varlıklar âlemindeki rabbânî bir hikmete, onların farklı özelliklerle ve benzer özelliklerdeki farklı nevilerle birbirinden ayırt edilebilmesi biçiminde özetlenebilecek tabiî-ilâhî kanuna değinilmekte; hepsi bir su ile sulandığı halde bazılarının yemişlerini diğerlerine üstün kılma hikmetine temas eden âyette (Ra‘d 13/4) olduğu gibi burada da yüce Allah’ın yaratışındaki sanatın inceliklerine dikkat çekilmektedir (İbn Âşûr, XXII, 279). Râzî de çoğu müfessirlerin bu âyette iki tür su örneğine iman ile küfür veya mümin ile kâfir arasında bir mukayese yapılması için yer verildiği tarzında bir yorum yaptığını hatırlattıktan sonra kendi görüşünü şöyle açıklar: Görünen o ki burada kastedilen, Allah’ın kudretine başka bir delil göstermektir. Şöyle ki, iki büyük su kütlesi görünüşte birbirine benzemekte, fakat sularının özellikleri açısından birbirinden farklılık taşımaktadır. Bu farklılıklarına rağmen ikisinde birbirine benzer durumlar da vardır; meselâ ikisinde de taze et bulunmakta, ikisinden de süs eşyası çıkarılabilmektedir. İki benzerde farklılıklar meydana getirebilen ve iki farklı şeyde benzerlikler var edebilen, ancak fiillerinde muhtar ve mutlak kudret sahibi Allah olabilir. “İki su kütlesinin bir olmadığı”na işaret etmesi de O’nun eşsiz kudretine ve iradesinin her yere nüfuz ettiğine delildir (XXVI, 10-11; ayrıca bk. Furkan 25/53).
Birçok âyette belirtildiği üzere insanlara büyük yararlar sağlayan gemilerin sularda yüzdürülmesi de Allah’ın koyduğu yasalar sayesinde gerçekleşmektedir. İbn Âşûr, “denizi yararak” şeklinde tercüme edilen kısımda geçen zarfın burada –Nahl sûresinin 14. âyetindekinden farklı olarak– öne alınmasının ve “O’nun lutfuna nâil olmanız” diye çevrilen cümlenin başında vav harfinin bulunmamasının sebebini şöyle açıklar: Nahl sûresinde amaç Allah’ın kullarına sağladığı nimetleri hatırlatmak, burada ise amaç kendi sanatının inceliklerine ve kudretinin kanıtlarına dikkat çekmektir (XXII, 280-281. Gecenin gündüze, gündüzün de geceye katılması hakkında bk. Âl-i İmrân 3/27; İsrâ 17/12. Güneşin ve ayın belirlenmiş vadeye kadar kendi yolunu izlemesi hakkında bk. Ra‘d 13/2; ayrıca bk. Yâsîn 36/ 38-40).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 455-456
Qatmera قطمر : قِطْمِيرٌ kavramı hurma çekirdeğinin üzerinde bulunan ince zar anlamındadır. Bu kelime önemsiz, değersiz, adi ve küçük şeyler için kullanılan bir meseldir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece bu ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Kıtmir'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۙ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ
Fiil cümlesidir. يُولِجُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي النَّهَارِ car mecruru يُولِجُ fiiline mütealliktir.
يُولِجُ atıf harfi وَ ‘ la önceki يُولِجُ fiiline matuftur.
يُولِجُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. النَّهَارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الَّيْلِ car mecruru يُولِجُ fiiline matuftur.
سَخَّرَ atıf harfi وَ ile يُولِجُ fiiline matuftur. سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الشَّمْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْقَمَرَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّى cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur. يَجْر۪ي fiili haber olup mahallen merfûdur.
يَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. لِاَجَلٍ car mecruru يَجْر۪ي fiiline mütealliktir. مُسَمًّىۜ sıfat olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
يُولِجُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ولج ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâli haber olup lafzen merfûdur.
رَبُّكُمْ ikinci haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَهُ الْمُلْكُ cümlesi üçüncü haber olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْم۪يرٍۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَدْعُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَدْعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِه۪ car mecruru mukadder mef’ûlun mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْم۪يرٍ cümlesi, mübteda الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَمْلِكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ harf-i ceri zaiddir. قِطْم۪يرٍ lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi olan يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۙ cümlesi makabline matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi tezattır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ ve يُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۙ cümleleri arasında aks ve mukabele sanatı vardır.
النَّهَارَ , يُولِجُ , فِي , الَّيْلِۙ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الَّيْلِۙ - النَّهَارِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı icâb sanatları vardır.
Allah, birini arttırmak, diğerini de eksiltmek ve birinin bazı kısımlarını diğerine ilave etmek suretiyle geceyi gündüzün içine sokuyor; gündüzü de gecenin içine sokuyor ve güneş ile ayı da emrine bağlı kılmıştır.
Burada fiillerin farklı kipleri kullanılmış, çünkü gece ile gündüzün birbirinin içine sokulması, her zaman yenilenen bir hâdisedir. Güneş ile ayın, ilâhi emre bağlı kılınmaları ise, her zaman yenilenen bir hadise değil, yenilenen teshirin sonucudur. (Ebüssuûd)
وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّى cümlesi الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ’in halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كُلٌّ mübteda, يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الشَّمْسَ - الْقَمَرَۘ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
اَجَلٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
الَّيْلِۙ - الْقَمَرَۘ ve النَّهَار - شَّمْسَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 1, Gâfir Suresi 64, s. 318)
İkinci haber olan رَبُّكُمْ izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif ifade eder.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
Üçüncü müsned olan لَهُ الْمُلْكُ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesidir. Îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
الْمُلْكُ , muahhar mübtedadır. Faide-i haber inkârî kelamdır. Car mecrurun takdimi tahsis ifade eder. Cümle faide-i haber talebi kelamdır.
اللّٰهُ ve رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allahın kudretine işaret eden ذٰلِكُمُ ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 5, S. 190)
ذٰلِكُمُ mübteda, اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ ise müteradif haberlerdir. Ya da اللّٰهُ رَبُّكُمْ iki ayrı haberdir. لَهُ الْمُلْكُۜ cümlesi ise وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْم۪يرٍۜ cümlesine yakın bir başlangıç cümlesidir. Mana reddetmiş olmasaydı, Allah lafzını ism-i işaretin sıfatı ya da atf-ı beyanı, رَبُّكُمْ sözünü de haber yapmak îrab hükmünce caiz olurdu. (Keşşâf)
وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْم۪يرٍۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan … تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilerin biliniyor olmasının yanında onlara tahkir ifade eder.
دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
دُونِه۪ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah’la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
Menfi muzari fiil sıygasında gelen مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْم۪يرٍ cümlesi müsneddir. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مِنْ قِطْم۪يرٍ ’e dahil olan مِنْ , zaiddir. قِطْم۪يرٍ lafzen mecrur mahallen mansubdur. يَمْلِكُونَ fiilinin mef’ûlüdür. Bu kelimenin tenkiri, kıllet ifade eder. Yokluktan kinayedir. Zaid مِنْ harfi kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
Ayette geçen قِطْم۪يرٍ çekirdeğin üzerindeki zardır. (Beyzâvî)