Yâsin Sûresi 12. Ayet

اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟  ...

Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) bir bir kaydetmişizdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا şüphe yokki biz
2 نَحْنُ biz
3 نُحْيِي diriltiriz ح ي ي
4 الْمَوْتَىٰ ölüleri م و ت
5 وَنَكْتُبُ ve yazarız ك ت ب
6 مَا şeyleri (işleri)
7 قَدَّمُوا öne sürdükleri ق د م
8 وَاثَارَهُمْ ve eserlerini ا ث ر
9 وَكُلَّ ve her ك ل ل
10 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
11 أَحْصَيْنَاهُ ayrıntılı kaydettik ح ص ي
12 فِي
13 إِمَامٍ bir sicile ا م م
14 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 

Müşriklerin ağır baskıları altında büyük sıkıntılar çeken Hz. Peygamber ve müminler için teselli ve moral kaynağı özelliği taşıyan bu âyet kümesi, yüce Allah’ın eşsiz kudret ve ilmine, ölüleri diriltmeye kadir olanın da, herkesin yapıp ettiklerini bilenin de yalnız O olduğuna özel bir vurgu yapılarak bitirilmektedir. Bazı ilk dönem müfessirleri bu âyetteki “ölüleri diriltme” ifadesinden maksadın şirkten çıkarıp imana eriştirmek olduğunu belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 281).

Bir taraftan kişinin bütün yapıp ettiklerinin kayda geçirildiğinin, diğer taraftan da olup bitecek her şeyin zaten Allah Teâlâ’nın ezelî ilminde mâlûm olduğunun belirtilmesinden şöyle bir anlam çıkarılabilir: İnsanın bütün eylemlerinin kayda geçirilmesine yüce Allah’ın ihtiyacı yoktur; bu, insanın bu bilgiyi her zaman göz önünde bulundurup dünya hayatındaki varlığını anlamlandırabilmesi ve her adımını varlık sebebine uygun bir bilinç içinde atması içindir. Bu sayede insan soyut bir ahlâkî görev telakkisiyle baş başa kalmamış olur; yaşanan hayat gibi canlı, her anını kuşatan ve her davranışına yön veren somut bir tasavvurdan güç alır. Yine bu inanç kişiye, insanın metafizik âlemle ilişkisinin sırf Tanrı’ya yalvarılan ve belirli dinî vecîbelerin ifa edildiği zaman dilimlerine hapsedilemeyeceği şuurunu kazandırır, fizik âlemde olup bitenlerle fizik ötesi gerçekler arasındaki sıkı bağı kavramasını kolaylaştırır. 

Tefsirlerde âyetin “gelecek için yaptıkları her şey ve bıraktıkları her iz” şeklinde tercüme edilen kısmı açıklanırken, bir yandan iyi olsun kötü olsun insanların bütün işlediklerinin tesbit edildiği belirtilir; diğer yandan da kişinin öbür dünyada karşısına çıkacak amel defterinin ölümle kapanmadığı, yararlı bir bilgiyi öğretme veya kaleme alma, bir imkânını vakfedip kalıcı hayır yapma, insanların faydalanacakları hizmet binası, cami, misafirhane, köprü vb. iyi eserler bırakmanın yahut bazı zalim yöneticilerin yaptığı gibi insanların eziyet çekmesine, zarara girmesine veya Allah yolundan sapmasına sebep olacak usuller ihdas etmek suretiyle geride kötü izler bırakmanın –bu iz ve eserler varlığını koruduğu sürece– insanın sorumluluk hanesine olumlu veya olumsuz puanlar halinde kaydedildiği üzerinde durulur (Zemahşerî, III, 281; Şevkânî, IV, 414). Bu bakımdan âyeti “ölmeden yapıp tükettikleri, bitirdikleri ile izi ve eseri devam eden bütün işlerini (amellerini) ...” şeklinde çevirmek de mümkündür. Hz. Peygamber’in şu meâldeki hadisi insanların yararı devam ettiği sürece sevabı da yenilenen hayır faaliyetlerine yoğun biçimde yönelmelerinde ve özellikle vakıf kurumunun gelişmesinde çok etkili olmuştur: “İnsan öldükten sonra amel (defteri) kapanır; yalnız şu üç şeyin sevabı devam eder: Sadaka-i câriye, yararı sürekli olan ilim ve ölenin ardından dua eden hayırlı evlât” (Müslim, “Vasiyet”, 14; Tirmizî, “Ahkâm”, 36). Fakat bu hadiste amel defterinin kapanması sevapların yazılması açısındandır. Birçok müfessirin konumuz olan âyetin yorumu sırasında belirttiği üzere, başkalarının kötülük işlemesine sebebiyet verecek kötü bir yol açanlar da bu âyetin kapsamındadırlar ve etkileri öldükten sonra devam eden bu kötülüklerden ötürü veballeri de artmaktadır. Nitekim Peygamber efendimiz şu hadisinde başkalarını etkileyecek çığır açmanın iki şeklini de ayrı ayrı ifade etmiştir: “Kim iyi bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin sevabı verilir. Yine kim kötü bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin günahı yüklenir” (Müslim, “İlim”, 15, “Zekât”, 44, 69; Müsned, IV, 362). 

Ana kitap” diye çevrilen imâm kelimesi, “delil niteliği taşıyan, kendisine uyulan kitap”, “levh-i mahfûz” ve “amel defterleri” gibi mânalarla açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 448). Yüce Allah’ın kendi ilmini sözlükte “öncü, kendisine uyulan” anlamlarına gelen bu kelimeyle nitelemesi, rabbânî irade ve kudretin ilişkili olduğu her şeyin ona uygun biçimde cereyan ettiğini belirtmek içindir (İbn Âşûr, XXII, 357; bu hususun insanın mesuliyeti ile ilişkisi hakkında bk. Fâtır 35/11; irade ve kader konusunda bilgi için bk. Bakara 2/7; Enfâl 8/17-23). 

Ensardan Selemeoğulları’nın yerlerini yurtlarını terkedip Mescid-i Nebevî çevresine yerleşmek istemeleri üzerine Resûlullah bunu uygun görmemiş ve onlara “Kendi bulunduğunuz yerde de yaptıklarınızın izleri kayda geçirilir” buyurmuştu. Bazıları bu olayı delil göstererek bu âyetin Medine’de indiğini ileri sürmüşlerdir. Halbuki Hz. Peygamber’in bu âyetteki ifadeyi Medine’de geçen olayda kullanmış olması onun Medine’de indiğini göstermez (İbn Atıyye, IV, 445, 448). 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 478-480
 
Riyazus Salihin, 173 Nolu Hadis
Ebû Amr Cerîr İbni Abdullah  radıyallahu anh  şöyle dedi:
Birgün erken vakitlerde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzurunda idik. O esnada, kaplan derisine benzeyen alaca çizgili elbise veya abalarını delerek başlarından geçirmiş ve kılıçlarını kuşanmış, tamamına yakını, belki de hepsi Mudar kabilesine mensup neredeyse çıplak vaziyette bir topluluk çıkageldi. Onları bu derece fakir görünce, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yüzünün rengi değişti. Eve girdi ve sonra da çıkıp Bilâl’e ezan okumasını emretti; o da okudu. Bilâl kâmet getirdi ve Allah Resûlü namaz kıldırdı. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem  bir hutbe irad etti ve şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir” [Nisâ sûresi (4), 1].
Sonra da Haşr suresinin sonundaki şu âyeti okudu:
“Ey iman edenler! Allah’dan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına baksın” [Haşr sûresi (59), 18]. Sonra:
“Her bir fert, altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir sa’ bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin; hatta yarım hurma bile olsa sadaka  versin” buyurdu.
Bunun üzerine ensardan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan aciz kaldığı, hatta kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahali birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu. Sonra Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.”
(Müslim, Zekât 69. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 64)
 

  Hasaye حصي :

  إحْصاءٌ sayarak bir sonuç ortaya çıkarmaktır. Fiil olarak şunu saydım anlamında أحْصَى şeklinde kullanılır.

  Bu maddedeki asli anlam, ilmen zabıt altına alıp kavramaktır. Bu kelimenin söylendiği muhtelif kullanım yerlerinin hepsi de işte bu temel manaya işaret eder. 

  الحَصاة  kelimesi; bir mahalde yığılıp, zapt edilen şeyler için, miskteki sert bir parça için, yine zeka ve akıl için de kullanılır. Bu da hayırlı ve doğru şeyleri muhafaza altına alıp zapt etmesi itibarıyladır. İlim ve saymanın (إحْصاءٌ) zapt etme ile olan münasebetine gelince; saymak, zapt etmenin mukaddimesi (başlangıcı), ilim ise zaptın neticelerini kavrayıp kuşatmaktır. (Müfredat - Tahqiq)

  Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve bir isim formunda olmak üzere 11 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  نُحْـيِ الْمَوْتٰى  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

نُحْـيِ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘ dur. الْمَوْتٰى  mefulün bih olup elif üzere mukader fetha ile mansubdur.  

وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  نَكْتُبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  قَدَّمُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

قَدَّمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen  merfûdur.

وَاٰثَارَهُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la müşterek ism-i mevsûle matuftur.

قَدَّمُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قدم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

 

 وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟

 

وَ  atıf harfidir.  كُلَّ  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri; أحصينا (Saydık) şeklindedir.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَحْصَيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ف۪ٓي اِمَامٍ  car mecruru  اَحْصَيْنَاهُ  fiiline mütealliktir.   

مُب۪ينٍ  kelimesi  اِمَامٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  مُب۪ينٍ۟  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحْصَيْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حصي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberi olan  نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan cümlede  نَحْنُ  mübteda veya  اِنَّ ’nin ismi için tekid,  نُحْـيِ الْمَوْتٰى  cümlesi haberdir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında  إِنَّ  bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

 وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle  نُحْـيِ الْمَوْتٰ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan   قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

نُحْـيِ  ve  نَكْتُبُ  fiilleri azamet zamirine isnatla tazim edilmiştir. 

نَحْنُ - نُحْـيِ  kelimeleri arasında, bazı harflerin değişmesinden dolayı cinâs-ı nâkıs sanatı vardır.

اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى  [Ölülere hayat vereceğiz.] ifadesinde istiare vardır. 

اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى  [Ölülere hayat vereceğiz.] ifadesi, onları ölümlerinden sonra tekrar dirilteceğiz anlamındadır. Hasan-ı Basrî’nin [v. 110/728]; “Allah’ın onlara hayat vermesi, şirkten imana çıkartmasıdır.” dediği nakledilmiştir.  (Keşşâf)

Rûhu'l Meânî'de ise şöyle yazılıdır: Bu cümle küfürde direnen ve inzardan korkan iki grup için terhîb ve terğîb, vaat ve vaîd ifade eden umumi bir tezyîldir. 

Kasır ve takviye manasını ifade etmek için zamirin önünde tekid harfi  اِنَّ  vardır, sonra da fasıl zamiri  نَحْنُ  gelmiştir. Yani diriltmek ve öldürmek sadece Allah'a (cc) mahsustur. Bu konuda onun hiçbir ortağı yoktur. İşte  اِنَّ ‘ye bitişik olan zamir bu manayı ifade etmek için takdim edilmiştir. Bu cümlenin aslı نحن نحيي الموتى şeklindedir. Ancak zamir  اِنَّ  ile tekid edilip arkadan da fasıl zamiri ile tekid ve takviye edilince, kafirlerin haşrı kabul etmedikleri ve ölümden sonraki hayata inanmadıkları anlaşılmış olur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C.2, s. 57)

Yâ-Sîn sûresindeki ayette diriltmek, yazmaya takdim edilmiştir ve bunun birçok sebebi vardır:

●Bu takdim daha önce bahsedilen inzar ve müjdelemeye münasiptir. Bu inzar ve müjde ölümden sonraki dirilişte zuhur eder.

●Ayette bahsedilen yaptıkları amellerin yazılma işi ölümden sonra yapılır. Ölmeden önce yazılmasının bir kıymeti yoktur. Dolayısıyla önemli olan konu takdim edilmiştir.

●Ayette zikredilenler önem sırasına göredir. En önemli olan şey ölümden sonra dirilmektir, sonra ikinci hayatında sahibine sunulacak amellerin yazılması zikredilmiştir ki bu da yaptığı amellere bağlıdır. Yaptığı ameller, eserlerinin yazılmasının esasıdır.

●Başka bir açıdan daha önemli olanın takdim edildiğini görürüz. Önce Allah'tan başka kimsenin yapamayacağı ölümden sonra diriltmek fiili zikredilmiştir. Bu cümle bu fiili Allah'tan başka kimsenin yapamayacağını ifade eden kasr ve tekid üslubu ile gelmiştir. Aynı derecede dikkatli ve kuşatıcı bir şekilde olmasa da, yazma fiilini mahlukat da yapabilir. Bunun için cümle  وإنا نحن نكتب ما قدموا  şeklinde değil, و نكتب ما قدموا  şeklinde gelmiştir.

●Başka bir açıdan düşünüldüğünde ise Allah'ın fiili, başkalarının fiillerinden önce zikredilmiştir. Öldükten sonra diriltmek Allah'ın fiilidir, amelleri ve eserleri yazmak ise Allah'ın emriyle müvekkel meleklerin yaptığı bir fiildir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 61)

Cenab-ı Hak  اِنَّا نَحْنُ  dediğinde bu şu manaya gelir: “Bize ortak olan bir başkası yoktur ki, biz, “Ben şuyum” diye, kendimizi anlatıp diğerlerinden ayırmış olalım.” Bu durumda, burada hem risalet hem tevhîd hem de haşr demek olan üç temel esas zikredilmiş olur.

Yazma işi diriltme işinden öncedir. O halde, Cenab-ı Hak niçin bu ayette, önce diriltilme sonra yazmaktan bahsetmiş ve “Önden gönderdikleri şeyleri yazarız ve onları diriltiriz” dememiştir? 

Cevap: Biz diyoruz ki: Diriltme işine önem kazandıran şey, amellerin yazılmasıdır. Çünkü eğer diriltme işi, hesap vermek için olmazsa, bir önemi olmaz. Aslında yazmanın da, eğer yeniden diriltme olmasaydı, bir manası kalmazdı. O halde nazar-ı dikkate alınacak esas şey, diriltme işidir. Yazma ise, bu diriltmeye önem kazandıran ve onu destekleyen bir husustur. İşte bundan ötürü Cenab-ı Hak, önce diriltmekten bahsetmiştir.    

Bir de Allah Teâlâ, “Biz biz...” deyip, bu, bir ululuğu ifade eden bir husus olup, diriltme işi O’na mahsus büyük birşey olup, yazma işi de bundan daha aşağı bir derecede olunca, bu önemli diriltme işini, lâm-ı tarif’li olan  الْمَوْتٰى (ölüler) kelimesiyle birlikte zikretmiş, daha sonra da zaten büyük olan bu şeye iyice önem kazandıran hususu yani yazma işini zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ cümlesindeki atıfta idmâc vardır. Bu kişilerin amellerinden hesaba çekileceği ve cezalandırılacağı konusunda bir uyarı ve tehdit manası taşır.  

الإحْصاءِ  ise yaptıklarından ve gafletlerinden hiç bir şeyin eksik bırakılmadığından kinayedir. Kiramen Katibin’in kaydettiği amel sayfaları için kullanılmıştır. (Âşûr)

 

 وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟

 

Hükümde ortaklık nedeniyle  نَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا  cümlesine atfedilmiştir.  كُلَّ شَيْءٍ , takdiri  اَحْصَيْنَا  (Saydık) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

شَيْءٍ ‘deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

Tefsiriyye olarak gelen  اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟  cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

اِمَامٍ  için sıfat olan  مُب۪ينٍ۟ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٍ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اِمَامٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.

اِمَامٍ , İmâm (ana-kütük) Levh-i Mahfuz’dur. (Keşşâf)

Yani her şey, oluşundan önce Allah’ın ilminde belli olup Levh-i mahfuz’da bütün sayısıyla zaptedilmiş olmakla beraber, olduktan sonra da bütün izleri ve gölgeleriyle yazılır ve insanlar bu şekilde yaptıklarından sorumlu tutulur. (Elmalılı)

Onu saymışızdır” cümlesi, “yazdık” ifadesinden daha beliğdir. Çünkü, bir şeyi parça parça yazan kimse, ne kadar yazdığını anlamak için toplamaya muhtaçtır. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, “Bu yazılan şeyler, o kitapta sayılıdır” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)