Zümer Sûresi 29. Ayet

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلاً ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلاً سَلَماً لِرَجُلٍۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...

Allah, birbiriyle çekişen ortak sahipleri bulunan bir (köle) adam ile yalnızca bir kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi. Bu iki adamın durumu hiç, bir olur mu? Hamd Allah’a mahsustur. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ضَرَبَ örnek verdi ض ر ب
2 اللَّهُ Allah
3 مَثَلًا (şöyle bir) misalle م ث ل
4 رَجُلًا bir adam (köle) ر ج ل
5 فِيهِ
6 شُرَكَاءُ ortakları ش ر ك
7 مُتَشَاكِسُونَ birbiriyle çekişen ش ك س
8 وَرَجُلًا ve bir adam ر ج ل
9 سَلَمًا bağlı olan س ل م
10 لِرَجُلٍ yalnız bir kişiye ر ج ل
11 هَلْ midir?
12 يَسْتَوِيَانِ eşit س و ي
13 مَثَلًا ikisinin durumu م ث ل
14 الْحَمْدُ hamd ح م د
15 لِلَّهِ yalnız Allah’a mahsustur
16 بَلْ fakat
17 أَكْثَرُهُمْ çokları ك ث ر
18 لَا
19 يَعْلَمُونَ bilmiyorlar ع ل م
 

İnsanlık tarihinin en köklü realitelerinden biri olarak binlerce yıldan beri yakın zamana kadar devam eden kölelik uygulaması, Kur’an’ın ilk muhatabı olan Arap toplumunda da geçerli idi. Bu sebeple âyette tevhid inancının makullüğü, sağlayacağı huzur ve rahat, bu toplumun bir realitesiyle, köleliğe dair bir örnekle anlatılmaktadır. Buna göre bir insan, her biri kendisinden yararlanmak isteyen, bunun için de hep birbiriyle ihtilâf ve çekişme halinde olan birkaç efendisinin olmasını mı ister, yoksa sadece bir tek efendiye bağlı olmayı mı ister? Elbette bu ikincisini tercih eder. İşte çok tanrıcılığın her çeşidini reddedip bir olan Allah’a inanmak da böyledir; bu hem aklın gereğidir, hem de huzur ve mutluluk getirir. Yalnız Allah tanrılığa lâyıktır; bunun için bütün övgüler de O’na mahsustur. 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 615-616
 

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلاً ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلاً سَلَماً لِرَجُلٍۜ 

 

Fiil cümlesidir.  ضَرَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. مَثَلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَجُلاً  kelimesi  مَثَلاً ‘den bedel olup mansubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

ف۪يهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شُرَكَٓاءُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

مُتَشَاكِسُونَ  kelimesi  شُرَكَٓاءُ ‘nun sıfatı olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

شُرَكَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَجُل  atıf harfi  وَ  ile ilk  رَجُل ‘e matuftur.  سَلَماً  kelimesi  رَجُلاً ‘in sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِرَجُلٍ  car mecruru  سَلَماً ‘e mütealliktir.

مُتَشَاكِسُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tef’a’ul babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ 

 

 هَلْ  istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz. 

يَسْتَوِيَانِ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. مَثَلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَسْتَوِيَانِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


  اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ 

 

İtiraziyyedir. İsim cümlesidir. اَلْحَمْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.   


بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَكْثَرُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلاً ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلاً سَلَماً لِرَجُلٍۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. 

رَجُلاً  kelimesiمَثَلاً ‘den bedeldir. مَثَلاً ‘deki tenvin nev ifade eder.

رَجُلاً  için sıfat olan  ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faideî haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

ف۪يهِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شُرَكَٓاءُ  muahhar mübtedadır.

مُتَشَاكِسُونَ  kelimesiشُرَكَٓاءُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümledeki ikinci  رَجُلاً  birinciye matuftur.  سَلَماً  kelimesi, رَجُلاً ’in sıfatıdır.  لِرَجُلٍۜ  car mecruru  سَلَماً ’e mütealliktir. سَلَماً  kelimesinin, mübalağa ifade eden masdar vezninde gelmesi müteallik almasını mümkün kılmıştır.

Cümlede, farklı kişilere işaret eden  رَجُلا  kelimeleri arasında tam cinas ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede temsîli bir istiare vardır. Kâfir ve mümin tasvir edilmiştir. Kâfir, iki sahibi olan bir köleye benzetilmiştir. İki sahip birbirinden farklı isteklerde bulunmakta ve köle hangisinin isteğini yerine getirip memnun edeceğini bilememekte, şaşırıp kalmaktadır. Mümin ise tek bir sahibi olan bir köleye benzetilmiştir. Sahibi ne derse onu yapıp memnun eder, ona ihlasla hizmet eder, kafası rahattır, huzurludur. Bu temsîli istiareyle şirk kötülenir, imanın güzelliği ortaya konur, kâfirin şaşkınlığı ve parçalanmış hali, müminin mutmainliği, güven içinde oluşu, çok etkili bir şekilde anlatılmış olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi


هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i inkıtadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp takrir anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

مَثَلاً  temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.


اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ

 

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  اَلْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere mütealliktir.  لِلّٰهِ  lafzındaki  ل  harfi, tahsis ifade eder.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ  ifadesinin manası; bütün hamdleri Allah’tan başka kimsenin hak etmediğidir. Bu izafî kasrdır. Kemâl manayı ifade ederek hakiki kasr olması da caizdir. Nimet verici olarak Allah’tan gayrını övmek hoşgörü nedeniyledir. Çünkü hakikatte Allah’ın nimetinin birisine ulaşması konusunda o kişi bir vasıtadır. Maksat yine Allah Teâlâ’dır. Müşriklere reddiyedir. (Âşûr)

Bu cümle, makablini bir nevi izah olup tevhid ehlinin dikkatini şu hakikate çekmektedir: onların sahip oldukları meziyet, Allah'ın tevfiki iledir ve bu, onların devamlı hamdini ve ibadetini gerektirmektedir.

Yahut bu cümle bize şunu bildirmektedir: Allah'ın, misal vermekle, tevhid ehli olarak kendilerinin en büyük örnek olduklarını, müşriklerin ise kötü bir örnek olduklarını beyan buyurması, Allah'tan kendileri için güzel bir ihsan ve tam bir lütuf olup O'nun hamdini ve ibadetini gerektirmektedir. (Ebüssuûd)


بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  اَكْثَرُهُمْ ‘un izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.

Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  لَا يَعْلَمُونَۜ  cümlesi müsneddir.

Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü  tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَلْ  atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.

بَلْ  atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)