Zümer Sûresi 46. Ayet

قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ  ...

De ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’ım! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında sen hükmedersin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلِ de ki ق و ل
2 اللَّهُمَّ Allah’ım
3 فَاطِرَ yoktan var eden ف ط ر
4 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
5 وَالْأَرْضِ ve yeri ا ر ض
6 عَالِمَ bilen ع ل م
7 الْغَيْبِ görülmeyeni غ ي ب
8 وَالشَّهَادَةِ ve görüleni ش ه د
9 أَنْتَ (ancak) sen
10 تَحْكُمُ hükmedersin ح ك م
11 بَيْنَ arasında ب ي ن
12 عِبَادِكَ kullarının ع ب د
13 فِي
14 مَا şeylerde
15 كَانُوا oldukları ك و ن
16 فِيهِ hakkında
17 يَخْتَلِفُونَ ayrılığa düştükleri خ ل ف
 

Bâtıl da olsa geleneksel inançlardan, alışkanlıklardan kurtulmak zordur: Müşrik Araplar da atalarından gelen putperestlikle, çeşitli bâtıl inanç ve geleneklerle bütünleştikleri, bunları âdeta kişiliklerinin birer parçası olarak algıladıkları için kendi putlarının göz ardı edilerek yalnız Allah’ın isminin anılmasından nefret ediyor; Allah’ın ismiyle birlikte olsun veya olmasın, sözde tanrılarının anılmasından ise büyük bir sevinç duyuyorlardı. 45. âyette onların bu inkârcı tutumları hatırlatıldıktan sonra 46. âyette Hz. Peygamber’in şahsında müslümanlara, kendi doğru inançlarını nasıl dile getirecekleri öğretilmektedir. Bu ifadede Allah’ın özellikle yaratıcı kudretinin üstünlüğüne ve bilgisinin sınırsızlığına dikkat çekilmiştir. Çünkü yaratma kudreti olmayan veya –farzımuhal– böyle bir kudreti olsa bile neyi yaratacağını bilmeyen bir varlık için tanrılıktan söz edilemez. Hatta bazı İslâm bilginleri asıl ulûhiyyet sıfatlarının kudret ve ilimden ibaret olduğunu savunarak Allah’ın diğer sıfatlarını bu ikisi içinde değerlendirmişlerdir. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 623
 
Hz. Ebû Bekir (radıyallahü anh.) Sevgili Peygamberimize:
"- Ya Resulallâh! Sabah, akşam okuyacağım bir duâ, bana öğret ve emret” dedi.
Sevgili Peygamberimiz (Aleyhisselâm), Hz. Ebû Bekre (r.a.) şu duayı öğretti ve okumasını tavsiye etti:
“Allâhümme fâtırassemâvâti vel’ardı âlimelğaybi veş’şehâdeti Rabbe külli şey 'in ve melîkehû, eşhedü en lâ ilâhe illâ ente e’ûzü bike min şerri nefsî ve şerriş’şeytâni ue şirkihi.”
"Ey yer ve gökleri yaratan, gizli ve aşikâre her şeyi bilip her şeye mâlik olan Allah'ım! Bir olduğuna ve senden başka ibâdete lâyık kimsenin bulunmadığına şahadet ederim. Kendi kötülüklerimden şeytânın şerrinden (hile ve desiselerinden) sana sığınırım” 
(Ebû Dâvud, Edeb 101; Tirmizi, Daavât 14,95).
 

قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli  اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُمَّ  münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. Nida harfi mahzuftur.  

اللّٰهُمَّ  ifadesindeki  مَّ , nida harfi olan  يَا ’nın yerine gelmiştir; dolayısıyla bu iki harf birlikte kullanılmaz. Bu, Allah lafzının hususiyetlerinden biridir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَاطِرَ  lafza-i celâlin sıfatıdır. Aynı zamanda muzâfdır. السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  عَالِمَ  ikinci sıfat olup mansubdur. الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الشَّهَادَةِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Nidanın cevabı  اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ‘dır.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَحْكُمُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَحْكُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. بَيْنَ  mekân zarfı olup  تَحْكُمُ  fiiline mütealliktir. 

عِبَادِكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪يمَا  car mecruru  تَحْكُمُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا ف۪يهِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

ف۪يهِ  car mecruru  يَخْتَلِفُونَ  fiiline mütealliktir. يَخْتَلِفُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَخْتَلِفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَخْتَلِفُونَ   fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  اللّٰهُمَّ ’deki  مَّ  harfi, mahzuf nida harfinden ivazdır.

Lafza-i celâlin zikrinde, tecrîd sanatı vardır.

Bu ifadede onların halleri anlatıldığı gibi, Hazret-i Peygamber’i hoşgörme ve onu teselli etme, onlar için de azap tehdidi vardır. (Keşşâf)

فَاطِرَ  kelimesi,  اللّٰهُمَّ  için sıfattır.  عَالِمَ  ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Nidanın cevap cümlesi olan  اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet ve müsnedin fiil olması halinde bu terkîb; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ  cümlesi, dua manasında haber olarak gelmiştir. ’Aramızda hükmet’ anlamındadır. Bu duanın Peygamberimize telkin edilmesinde failin hak olduğuna ima vardır. (Âşûr)

Harf-i cerle birlikte  تَحْكُمُ  fiiline müteallik müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ; nakıs fiil  كَانَ nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. 

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur'an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

فٖيهِ  car mecruru ihtilaf ettikleri işin önemiyle birlikte fasılaya riayet için amili  تَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir. (Âşûr) Bu, takdim-tehir sanatıdır.

عِبَادِ ’nin, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, kullar için tazim ve teşrif ifade eder.

سَّمٰوَاتِ - اَرْضِ ve  غَيْبِ  - الشَّهَادَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları, عَالِمَ  - غَيْبِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.