وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer olsaydı |
|
2 | أَنَّ | ve eğer olsaydı |
|
3 | لِلَّذِينَ | o kimseler için ki |
|
4 | ظَلَمُوا | zulmedenlerin |
|
5 | مَا | bulunanların |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
8 | جَمِيعًا | tümü |
|
9 | وَمِثْلَهُ | ve bir misli daha |
|
10 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
11 | لَافْتَدَوْا | mutlaka fidye verirlerdi |
|
12 | بِهِ | onu |
|
13 | مِنْ | -dan (kurtulmak için) |
|
14 | سُوءِ | kötü |
|
15 | الْعَذَابِ | azab- |
|
16 | يَوْمَ | günü |
|
17 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
18 | وَبَدَا | ve karşılarına çıkmıştır |
|
19 | لَهُمْ | onların |
|
20 | مِنَ | -tan |
|
21 | اللَّهِ | Allah- |
|
22 | مَا | şeyler |
|
23 | لَمْ | hiç |
|
24 | يَكُونُوا |
|
|
25 | يَحْتَسِبُونَ | hesabetmedikleri |
|
Hasebe حسب :
حِساب sözcüğü sayıların kullanılmasıdır.:
حَسْب Yeterlilik anlamında kullanılır.
حِسْبان İki zıt şeyden biri lehinde karar verirken, diğerini hiç aklına getirmemektir. Böylece onu hesaplar ve parmaklarıyla sayar. Bu, içinde şüphenin kalabileceği bir şey niteliğindedir. Zan da buna yakın bir anlam taşır. Şu farkla ki; zanda kişinin aklına zıt olan iki şey beraber gelir, ama sonunda biri diğerine üstün çıkar.
وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ Bakara, 2/212 ayetindeki lafzının değişik yorumları vardır:
Birincisi: Ona hak ettiğinden fazlasını vermesidir.
İkincisi: Ona verip bir daha ondan almamasıdır.
Üçüncüsü: İnsanın dökümünü yapamayacağı bir bağış vermesidir.
Dördüncüsü: Sıkışmadan vermesidir.
Beşincisi: Hesapladığından, beklediğinden fazlasını vermesidir.
Altıncısı: Onların hesaplarına göre değil, bildiği maslahata göre vermesidir. Bu Yüce Allah’ın وَلَوْلَا أَنْ يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمَٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ Zuhruf, 43/33 ayetinde dikkat çektiği husus gibidir.
Yedincisi: mümine vermesi kendisini onunla hesaba çekmemesidir. Bu da şöyle olmaktadır: Mümin dünyadan ancak zorunlu olanı, zorunlu olduğu kadarıyla, zorunlu olduğu zaman alır. Harcaması da böyledir. Kendi nefsini hesaba çeker; bu nedenle Allah onu zarar göreceği şekilde hesaba çekmez.
Bu fiil ve türevlerinin geldiği anlamlar 4’e ayrılır;
1. Adet olarak saymak.
حِسْبَانًا : Zannetmek.
حَسَبَ : Ataları şerefli olmak. Atalarının amellerinin, meydana gelmiş işlerinin ve geçmiş hayatlarının imtihan edilmiş ve deneyimli olmasındandır (görmüş, geçirmiş). Zira onların ömürlerinde müphem ve zayıf bir nokta yoktur.
اِحْتَسَبَ : Büyük oğlunu kaybetmek ( vefat etmesi). Bu, o durumun Allah katından ona gelen yıkıcı bir durum addedilmesindendir.
الحِسْبَة : Ücret hesaplamak, işi kontrol etmek.
2.Kifayet, yeterlilik.
3. ألحُسْبان Küçük baş yastığı. Yaylardan atılan küçük oklar. وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ 18/40 ayetindeki doluyla birlikte yere düşen حُسْبان yani çekirge tabiri buradandır.
4. ألأحْسَب Derinin beyazlayıp saçların döküldüğü bir hastalık.
Bu kelimenin asıl anlamı tetkik kastıyla denetleme ve incelemedir. Saymak العدّ anlamı verilmesine gelince; bu da, araştırmak ve öğrenmek için bir başlangıç ve vesile olmasındandır. Yine الكفاية (yeterlilik, uygunluk, kabiliyet) anlamı ise bir durumu inceleme ve araştırmanın gereklerinden olduğu içindir.
الحَسِيبُ : Allah’u Teala’nın esmasındandır. O ki insanları denetleyerek ve kuşatarak onlardan haberdar ve vâkıf olur.
المحاسبة : bu siga, devamlılık (istimrar) ve sürekliliğe delalet eder.
الحُسبَانُ ve الحِسَابُ : her ikisi de mastardır. الحُسبَانُ ın lafızdaki fazlalığı (harf sayısı) sebebiyle delaleti daha kuvvetlidir. Yani حِساب mefhumunda hassasiyet ve şiddet vardır, bu sebeple de sonu حِسَابٌ ile biten yerlerde ألأخْذ ve ألعذاب ile birlikte kullanılmıştır. Bu anlam, bu kelimenin tüm müştaklarında (türemişlerinde) vardır. Aksine الكفاية ve العدّ gibi maddelerin hiçbirinde bu vurgu yoktur. Örneğin: وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا 18/40 ayetinde mastar olarak gelişi mübalağa ve tekid, حِسَابٌ yerine حُسْبَانًا ın tercih edilmesi ise hesaptaki hiddet ve şiddete işaret etmek içindir.
Zannetmek (الظَّنُّ) olan anlamına gelince, yine bu da, araştırma ve incelemenin bir neticesidir. (Müfredat-Tahqiq-Bursevi)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 109 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hesap, hasep (hasebiyle - hasbelkader), hasbıhal, Hasip, ihtisap, mahsup, muhasebe, muhtesip ve muhasiptir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
لِلَّذ۪ينَ car mecruru اَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت (sabit oldu). Yani, لو ثبت تملّك الذين ظلموا لأموال الدنيا ومثلها معها (Zulmedenlerin dünya malına ve benzerlerine sahip oldukları sabit olursa) manasındadır. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl اَنَّ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. جَم۪يعاً mukadder aid zamirin hali olarak fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِثْلَهُ atıf harfi وَ ‘la müşterek ism-i mevsûl مَا ‘ya matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَعَ zaman zarfı olup مِثْلَهُ ‘nin haline mütealliktir.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. افْتَدَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru افْتَدَوْا fiiline mütealliktir.
مِنْ سُٓوءِ car mecruru افْتَدَوْا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَوْمَ zaman zarfı افْتَدَوْا fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
افْتَدَوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi فدي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. بَدَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru بَدَا fiiline mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru بَدَا fiiline mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ يَكُونُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُونُوا fiili نَ ‘un hazfıyla nakıs,meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَحْتَسِبُونَ fiili يَكُونُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَحْتَسِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَحْتَسِبُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi حسب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayet şart cümlesidir. Lam ile ile gelen, mazi fiil sıygasındaki لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ , cevap cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً , masdar teviliyle takdiri ثبت [Sabit oldu.] olan mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ ile tekid edilmiş bu masdar cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.
اَنَّ ’nin mukaddem haberi konumunda olan car mecrur has ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ ’in sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muahhar mübteda konumundaki müşterek ismi mevsûl مَا ‘nın sılası mahzuftur. فِي الْاَرْضِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
جَم۪يعاً lafzî tekiddir. Mübalağa ifade eder.
مِثْلَهُ ism-i mevsûle matuftur. مَعَهُ zarfı, mahzuf hale mütealliktir. Rabıta harfinin dahil olduğu cevap cümlesi لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ sözündeki مِنْ lam-ı ta’lil manasındadır. Yani, şahit oldukları kötü azaptan dolayı onu feda etmek için demektir. سُٓوءِ الْعَذَابِ ‘dan bedel için olması da caizdir. (Âşûr)
Üç müteallakın da amili لَافْتَدَوْا fiilidir. Cümledeki مِنْ , sebebiyyedir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ
Bu cümle öncesine وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بَدَا fiiline müteallik olan car mecrurlar لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ , ihtimam için, faile takdim edilmiştir.
Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ cümlesi, menfi muzari كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَكُونُوا ’nun haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur'an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَا ’lar arasında tam cinas sanatı ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.