خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ يَخْلُقُكُمْ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقاً مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | خَلَقَكُمْ | sizi yarattı |
|
2 | مِنْ | -dan |
|
3 | نَفْسٍ | can- |
|
4 | وَاحِدَةٍ | bir tek |
|
5 | ثُمَّ | sonra |
|
6 | جَعَلَ | meydana getirdi |
|
7 | مِنْهَا | ondan |
|
8 | زَوْجَهَا | eşini |
|
9 | وَأَنْزَلَ | ve indirdi |
|
10 | لَكُمْ | sizin için |
|
11 | مِنَ | -dan |
|
12 | الْأَنْعَامِ | davarlar- |
|
13 | ثَمَانِيَةَ | sekiz |
|
14 | أَزْوَاجٍ | çift |
|
15 | يَخْلُقُكُمْ | ve sizi yaratmaktadır |
|
16 | فِي |
|
|
17 | بُطُونِ | karınlarında |
|
18 | أُمَّهَاتِكُمْ | annelerinizin |
|
19 | خَلْقًا | yaratılışla |
|
20 | مِنْ |
|
|
21 | بَعْدِ | sonra |
|
22 | خَلْقٍ | bir yaratılıştan |
|
23 | فِي | içinde |
|
24 | ظُلُمَاتٍ | karanlık(lar) |
|
25 | ثَلَاثٍ | üç |
|
26 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
27 | اللَّهُ | Allah |
|
28 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
29 | لَهُ | O’nundur |
|
30 | الْمُلْكُ | mülk |
|
31 | لَا | yoktur |
|
32 | إِلَٰهَ | tanrı |
|
33 | إِلَّا | dışında |
|
34 | هُوَ | O’nun |
|
35 | فَأَنَّىٰ | nasıl? |
|
36 | تُصْرَفُونَ | çevriliyorsunuz |
|
Büyük âlem (makrokozmos) ve küçük âlem (mikrokozmos, insan) denilen iki varlık alanını yaratan gücün ululuk ve yetkinliğine dikkat çekilmektedir. “Hikmet ve fayda esasına göre” diye çevirdiğimiz “bi’l-hakkı” deyimi, yaratma ve yönetmenin temelindeki ilâhî hikmete, yani eksiksiz kusursuz bilgiye ve yarara işaret eder. Buna göre yaratılışta saçmalıktan, anlamsızlık ve hikmetsizlikten söz etmek mümkün değildir; özünde her şey, iyidir, güzeldir, yararlıdır. Bütün İslâm âlimlerinin birleştiği bu inancın, en güzel ifadesini Gazzâlî’nin şu sözünde bulduğu kabul edilir: “İmkân âleminde halen mevcut olandan daha güzel, daha tam ve daha mükemmelinin bulunması mümkün değildir” (İhyâ’, IV, 258; el-İmlâ’ fî işkâlâti’l-İhyâ’, V, 35-36). Evren hakkındaki bu iyimser düşünce, yine Gazzâlî’ye isnat edilen bir özdeyişte, “Leyse fi’l-imkân ebde‘u mimmâ kân” (Var olandan daha mükemmeli mümkün değildir) şeklinde ifade edilmiştir.
Allah’ın, “sürekli olarak geceyi gündüzün, gündüzü gecenin üstüne sarması”ndan maksat, gündüzden geceye geçilirken yavaş yavaş aydınlığın çekilip karanlığın bastırması, geceden gündüze geçilirken de tersine karanlığın yerini aydınlığın almasıdır. Âyetin bu cümlesi, “Geceyi gündüze ekler, gündüzü de geceye ekler” şeklinde de yorumlanmıştır (Şevkânî, IV, 515). Her gün tekrar ettiği için önemini fark edemediğimiz bu olaylar, ilâhî kudretin ve yaratılıştaki hikmetin durmadan tecelli ettiğini gösteren birer âyettir, işarettir. Güneş ve ayın, Hakk’ın yasalarına boyun eğerek semamızı süslemesi, ısı ve ışık vermesi de böyledir. İnsanlık âleminin bir tek candan, Âdem’den gelişi de evrenin oluşu ve işleyişi kadar muhteşem bir olaydır. Bu olay da düşünen aklı, hisseden kalbi dehşete düşürüp o yüce kudret karşısında secdeye kapandıracak derecede derin hikmetler taşıyan ilâhî tecellilerdendir. Âyet, bütünüyle insanlığın bu oluş süreci yanında her bir insanın ana rahmindeki yaratılış sürecine de veciz bir üslûpla değinmektedir (“... sonra ondan da eşini yaratmıştır” ifadesinin açıklaması için bk. Nisâ 4/1).
Müfessirler, “üç karanlık” tabirini, annenin karın duvarı, rahim duvarı ve cenini kuşatan zar (amnion zarı) içindeki karanlık tabakalar olarak açıklarlar. Bu karanlık tabakaları, rahim içinde birbirini kuşatan üç zarın teşkil ettiği tabakalar olarak anlamak da mümkündür. Bunların ilki, cenini koruyan, içi sıvı dolu amnion zarı, ikincisi amnionu dıştan kuşatan ve daha çok ceninin besin ve oksijen almasını sağlayan korion zarıdır. Rahim içini astar gibi kaplayan ve hamileliğin sonuna doğru gittikçe kalınlaşan üçüncü zar, üzerindeki kan damarlarıyla çocuk için besin deposudur. Hamilelikten sonra düştüğü için buna “düşen zar” (zara decidua) denilmektedir. Âyette bu tabakaların karanlık oluşuna bilhassa dikkat çekilmekle, bu karanlık ortamlarda olup bitenlerin dahi Allah’ın bilgisi ve kudreti sayesinde gerçekleştiğine; dışarıdan farkına bile varılmayan bu ortamda yaratılış harikalarının gerçekleştirildiğine işaret edilmiştir. “Türlü yaratılış safhalarından geçme” ifadesiyle, Hac (22/5) ve Mü’minûn (23/12-14) sûrelerinde açılımı verilen nutfe, alaka ve mudga safhalarının ve bundan sonraki gelişmelerin kastedildiği anlaşılmaktadır (İbn Âşûr, XXIII, 333-334). Rahim karanlığında döllenmiş hücreye (zigot) nutfe, hücrenin rahim cidarındaki asılı vaziyetine alaka denir. Bu suretle rahimde gelişimini sürdüren embriyo, önce mudga denilen şekilsiz etimsi bir parçaya dönüşür ve zamanla diğer aşamalarda kemikler oluşur; kemikler kaslar, damar ve sinirlerle kaplanarak insan bedeninin oluşumu tamamlanır.
Hayvanlardan lutfedildiği bildirilen “sekiz eş”, En‘âm sûresinin 143-144. âyetlerinde zikredilen erkekli-dişili eşler olarak koyun, keçi, deve ve sığır çiftleridir.
خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا
Fiil cümlesidir. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ نَفْسٍ car mecruru خَلَقَكُمْ fiiline mütealliktir. وَاحِدَةٍ kelimesi نَفْسٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)i)
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْهَا car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir.
زَوْجَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir.
مِنَ الْاَنْعَامِ car mecruru ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. ثَمَانِيَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اَزْوَاجٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَخْلُقُكُمْ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقاً مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ
Fiil cümlesidir. يَخْلُقُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي بُطُونِ car mecruru يَخْلُقُكُمْ fiiline mütealliktir. اُمَّهَاتِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَلْقاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ بَعْدِ car mecruru خَلْقاً ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. خَلْقٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ف۪ي ظُلُمَاتٍ car mecruru ف۪ي بُطُونِ ‘den bedel olup mecrurdur. ثَلٰثٍ sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâl mübtedanın haberi olup merfûdur.
رَبُّكُمْ ikinci haber olup merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَهُ الْمُلْكُ üçüncü haber olup mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
الْمُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup, fetha üzere mebnidir. اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.
Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ
فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ cümlesi, dördüncü haber veya istînâfiyyedir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان هذا شأن الله (Eğer bu Allah’ın işiyse) şeklindedir.
اَنّٰى istifham harfi, mekân zarfı olup تُصْرَفُونَ ‘nin naib-i failinin mahzuf haline mütealliktir.
تُصْرَفُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
وَاحِدَةٍ kelimesi نَفْسٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
نَفْسٍ ’deki tenvin, bir manasında adet ve nev içindir.
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْهَا , ihtimam için mef’ûl olan زَوْجَهَا ‘ya takdim edilmiştir.
"Allah, sizi bir tek kişiden (Âdem'den) yaratmıştır. Sonra ondan da eşini yaratmıştır."
Bu ayette de, zikredilen yüce sıfatların Allah'a mahsus olduklarına delalet eden Allah'ın diğer bazı fiilleri beyan edilmektedir.
Bu ayetin önceki ayete atıf olarak zikredilmemiş olması, bunun, anılan hususlara delaletinin müstakil olduğunu zımnen bildirmek içindir. Bir de, süflî (aşağı) alem ile ilgili olduğu için.
Burada başta insanın yaratılmasının zikredilmesi, anılan hususa delaleti daha kuvvetli olduğu içindir. Zîra insanın yaratılmasında acayip kudret eserleri ve hikmet sırları vardır. Bir de, insanın bu marifeti asıldır. Zîra insan, kendi halini daha iyi anlamaktadır. (Ebüssuûd)
وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ
Cümle وَ ‘la خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Burada da aslında hayvanlar indirilmemiştir. İndirilen sudur, hayvanlar bu sudan içmiştir, bu suyla büyüyüp gelişen bitkilerle beslenmişlerdir. Dolayısıyla sebep olan yağmur yerine, müsebbebi olan hayvanlar zikredilmiştir. Sebep müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
اَزْوَاجٍ ’deki tenvin kesret ifade eder.
Bu ayet-i kerime için başka yorumlar da yapılmıştır. Biri indirmekten muradın; Allah’ın hükmü olmasıdır. Diğeri de Allah Teâlâ’nın her şeyi Cennet’te yaratıp sonra yeryüzüne indirmiş olduğu görüşüdür. Müsebbep alakasında irade etmek, istemek, azmetmek manasında bir fiil zikredilebilir. Böylece fiile olan rağbet, teşvik ifade edilir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Sizin için hayvanlardan sekiz çifte hükmetmiş ve onları sizin için taksim buyurmuştur. Zira ilâhi taksimat da, gökten inmek olarak vasıflandırılır; çünkü Levh-ı Mahfûz'da yazılır.
Yahut yağmur ve yıldızların ışınları gibi gökten inen sebeplerle sizin için meydana getirilmiştir.
Erkek ve dişi olmak üzere sekiz çift olan bu hayvanlar deve, sığır, koyun ve keçidir.
Diğer bir görüşe göre ise, bu hayvanları Cennette yarattı, sonra dünyaya indirdi. (Ebüssuûd)
يَخْلُقُكُمْ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقاً مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ
Beyanî istînâf olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ , ihtimam için mef’ûlü mutlaka takdim edilmiştir.
ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ ve مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ car mecrurları, يَخْلُقُ fiiline mütealliktir. خَلْقًا mef’ûlu mutlaktır.
ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ car mecruru, ف۪ي بُطُونِ ‘den bedeldir.
يَخْلُقُكُمْ - خَلْقًا - خَلْقٍ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
زَوْجَهَا - اَزْوَاجٍۜ kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
خَلَقَكُمْ - جَعَلَ ve ثَمَانِيَةَ - وَاحِدَةٍ - ثَلٰثٍۜ gruplarındali kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
خَلَقَ fiili ayette siyaktaki önemine binaen 4 kez tekrarlanmıştır. Bu tekrar muhatabın zihninde kalıcı etki uyandırmak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ف۪ي ظُلُمَاتٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ظُلُمَاتٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ظُلُمَاتٍ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
خَلْقٍ ‘daki tenvin nev ve tazim, ظُلُمَاتٍ ‘deki tenvin ise kesret ve nev ifade eder.
"Sizi analarınızın karınlarında üç karanlıkta çeşitli safhalardan geçirerek yaratmaktadır."
Burada da, insanların nasıl yaratıldıkları ve Allah'ın üstün kudretine delalet eden muhtelif aşamaları beyan edilmektedir. Bu aşamalar: önce nutfe (meni) iken sonra alaka (aşılanmış yumurta) haline gelmesi, sonra mudğa (şekillenmemiş bir parça et) haline gelmesi, sonra şekillenmiş mudğa haline gelmesi, sonra etsiz kemikler haline gelmesi, sonra kemiklerin etle kaplanması, en sonunda da yaratılışı tamamlanmış bir canlı haline gelmesidir.
Üç karanlık da, karın karanlığı, rahim karanlığı ve cenin kesesi karanlığıdır. Yahut sulb (bel) karanlığı, karın karanlığı ve rahim karanlığıdır. (Ebüssuûd)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi mübteda, lafz-ı celâl haberdir. رَبُّكُمْ ikinci, لَهُ الْمُلْكُۜ cümlesi, üçüncü haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/64, c. 1, s. 318)
İkinci haber olan رَبُّكُمْ izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif ifade eder.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
اللّٰهُ ve رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Üçüncü müsned olan لَهُ الْمُلْكُ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمُلْك , muahhar mübtedadır.
Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ , mevsûf/maksûrun aleyh, الْمُلْكُۜ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
Cümlede mecrurun takdimi iddiaî hasr ifadesi içindir. Yani, mülk sadece Allah’ındır, başkasının değil. (Âşûr)
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
الْمُلْكُۜ , masdar vezninde gelerek bütün cinslere işaretle mübalağa ifade etmiştir.
Allahın kudretine işaret eden ذٰلِكُمُ ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 5, S. 190)
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Tahsisle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Munfasıl zamir هُوَ , cinsini nefyeden لَاۤ ’nın ismi olan اِلٰهَ ’nin mahallinden veya لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَاۤ ve إِلَّا ile oluşan kasr, إِلَـٰهَ ile هُوَ arasındadır. هُوَۚ mevsûf/maksûrun aleyh, اِلٰهَ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden birden fazla tekid unsuru taşıyan ve tahsis ifade eden bu gibi cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy ve nehiy ifade eden edatlardan sonra gelen nekre isimler, umum ifade eden kelimelerdendir. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 42)
فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ
فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.
Takdiri, إن كان هذا شأن الله (Eğer bu Allah’ın işiyse) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ , inkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümlede soru zarfı اَنّٰى ‘nın müteallakı olan تُصْرَفُونَ ‘nin naib-i failinin mahzuf haline mütealliktir.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve tevbih manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تُصْرَفُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Önceki ifadelerin delaletiyle muzari fiil, istikbal ifade etmiştir. (Âşûr)