Nisâ Sûresi 102. Ayet

وَاِذَا كُنْتَ ف۪يهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْۖ وَلْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ اُخْرٰى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْۚ وَدَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَنْ تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْۚ وَخُذُوا حِذْرَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً  ...

(Ey Muhammed!) Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında) arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silâhlarını yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir beis yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah, inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 كُنْتَ sen ك و ن
3 فِيهِمْ içlerinde
4 فَأَقَمْتَ kıldırdığın ق و م
5 لَهُمُ onlara
6 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
7 فَلْتَقُمْ namaza dursun ق و م
8 طَائِفَةٌ bir bölük ط و ف
9 مِنْهُمْ onlardan
10 مَعَكَ seninle beraber
11 وَلْيَأْخُذُوا ve (yanlarına) alsınlar ا خ ذ
12 أَسْلِحَتَهُمْ silahlarını da س ل ح
13 فَإِذَا
14 سَجَدُوا secde edince س ج د
15 فَلْيَكُونُوا geçsinler ك و ن
16 مِنْ
17 وَرَائِكُمْ arkanıza و ر ي
18 وَلْتَأْتِ bu kez gelsin ا ت ي
19 طَائِفَةٌ bölük ط و ف
20 أُخْرَىٰ öteki ا خ ر
21 لَمْ
22 يُصَلُّوا namaz kılmayan ص ل و
23 فَلْيُصَلُّوا ve namaz kılsınlar ص ل و
24 مَعَكَ seninle beraber
25 وَلْيَأْخُذُوا ve alsınlar ا خ ذ
26 حِذْرَهُمْ korunma(tedbir)lerini ح ذ ر
27 وَأَسْلِحَتَهُمْ ve silahlarını da س ل ح
28 وَدَّ istediler ki و د د
29 الَّذِينَ kimseler
30 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
31 لَوْ keşke
32 تَغْفُلُونَ siz gaflet etseniz de غ ف ل
33 عَنْ -dan
34 أَسْلِحَتِكُمْ silahlarınız- س ل ح
35 وَأَمْتِعَتِكُمْ ve eşyanızdan م ت ع
36 فَيَمِيلُونَ birden yapsalar م ي ل
37 عَلَيْكُمْ üzerinize
38 مَيْلَةً baskın م ي ل
39 وَاحِدَةً bir و ح د
40 وَلَا
41 جُنَاحَ bir günah yoktur ج ن ح
42 عَلَيْكُمْ size
43 إِنْ eğer
44 كَانَ ك و ن
45 بِكُمْ siz
46 أَذًى zahmet çekerseniz ا ذ ي
47 مِنْ
48 مَطَرٍ yağmurdan م ط ر
49 أَوْ ya da
50 كُنْتُمْ olursanız ك و ن
51 مَرْضَىٰ hasta م ر ض
52 أَنْ
53 تَضَعُوا bırakmanızda و ض ع
54 أَسْلِحَتَكُمْ silahlarınızı س ل ح
55 وَخُذُوا ama alın ا خ ذ
56 حِذْرَكُمْ korunma tedbirinizi ح ذ ر
57 إِنَّ şüphesiz
58 اللَّهَ Allah
59 أَعَدَّ hazırlamıştır ع د د
60 لِلْكَافِرِينَ kafirlere ك ف ر
61 عَذَابًا bir azab ع ذ ب
62 مُهِينًا alçaltıcı ه و ن
 

https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/595/102-ayet-tefsiri

Sen onların arasında bulunduğun vakit ve onlara namaz kıldırdığın vakit, onlardan bir grup seninle beraber yerine getirsinler ve silahlarını da alsınlar. Secde ettikleri vakit, sizin arkanızda olsunlar (olurlar), ve namaz kılmamış olan diğer grup gelsin, seninle beraber namaz kılsınlar ve silahlarını ve tedbirlerini de alsınlar, küfredenler arzu ederler ki, silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil olasınız ve size tek bir meyille meyl etsinler. Yağmurdan eziyet duymanız veya silahınızı koymanızı gerektirecek şekilde / derecede hasta olmanız durumunda (silahınızı koymanızda) size bir günah yoktur, tedbirinizi alın, muhakkak ki Allah kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

Ayet-i Kerime seferi namazdan bahsettikten sonra savaş durumundaki namazın kılınma şeklini detaylı olarak açıklar.

Savaş sırasındaki namazda dikkatimizi çeken şey, cemaatle kılınmasıdır. Demek ki namaz kılmak ne kadar önemlidir. Diğer ibadetleri erteleme veya hiç yapmama durumları olsa bile, namazda böyle bir şey yoktur. Zaten, cihat namaz için yapılır. Namaz da canımız kadar önemlidir. İkisi de önemli olunca, tedbirimizi alıp namazımızı kılarız.

''Secde ettiğiniz zaman bir grup arkanızda dursun'' : Ayakta namaz kılarken namaz kıldıkları çok belli değil, silahları da ellerinde. Ama secde ettikleri an, namaz kıldıkları çok belli oluyor ve en tehlikeli an, o an.

 

Ayette yağmur manasında ''matar'' kelimesi geçmektedir. Türkçemizdeki su matarası kelimesi de bu kökten gelmektedir. Matar kelimesi Kur'ân'da daha çok bela, sıkıntı durumlarında kullanılmış, ğays (Ğavsü azam tamlamasındaki kelime) ise rahmet bağlamında kullanılmıştır.

Silah; سِلاح kendisiyle savaşılan her şeye silah denir. Çoğulu أسْلِحَة gelir. إسْلِيح develerin yedikleri zaman gürbüzleştikleri ve semirdikleri bir bitkidir. Sanki bu bitkinin bu şekilde adlandırılması devenin o bitkiyi yediğinde silah kuşandığı yani kesilmekten kendini koruduğudur. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli silahtır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

Meyl مَيْل orta olandan sapıp iki taraftan birine meyletmektir. Bu sözcük haksızlık ve zulüm için de kullanılır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri meyletmek, mâil, temâyül, meyyal, imâle ve mildir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَاِذَا كُنْتَ ف۪يهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. كُنْتَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تَ  muttasıl zamir  كُنْتَ  ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِمْ  car mecruru  كُنْتَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَقَمْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُمُ  car mecruru  اَقَمْتَ  fiiline mütealliktir.  الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  harfi  اِذَٓا ‘ nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

لۡ  emir lâmıdır.  تَقُمْ  sükun ile meczum muzari fiildir.  طَٓائِفَةٌ  fail olup damme ile merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.  مَعَكَ  mekân zarfı,  تَقُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَقَمْتَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْۖ

 

Cümle, atıf harfi  وَ  ile  لْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ ‘e matuftur. 

Fiil cümlesidir.  لۡ  emir lam’ıdır.  يَأْخُذُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir.   Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَسْلِحَتَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. سَجَدُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سَجَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

لۡ  emir lam’ıdır.  يَكُونُوا  nakıs,  نَ ‘ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  يَكُونُوا ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِنْ وَرَٓائِكُمْ  car mecruru  يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَلْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ اُخْرٰى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  

لۡ  emir lâmıdır. تَأْتِ  fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. طَٓائِفَةٌ  fail olup damme ile merfûdur.  

اُخْرٰى  kelimesi  طَٓائِفَةٌ ’un sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. لَمْ يُصَلُّوا  cümlesi,  طَٓائِفَةٌ  ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.  

لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يُصَلُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir.  لۡ, emir lam’ıdır.  يُصَلُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مَعَكَ  mekân zarfı  يُصَلُّوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لۡ  emir lâmıdır.  يَأْخُذُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  حِذْرَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَسْلِحَتَهُمْ  atıf harfi  وَ ’la  حِذْرَهُمْ ’e matuftur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) يُصَلُّوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صلو  ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَدَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl   الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَوْ  ve masdar-ı müevvel amili  وَدَّ  ‘nin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ ’in bir masdar harfi olabilmesi için daha çok  وَدَّ  ve  أحَبَّ  gibi temenni bildiren fiillerle birlikte kullanılması şarttır.

تَغْفُلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ  car mecruru  تَغْفُلُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَمْتِعَتِكُمْ  atıf harfi  وَ ’la  اَسْلِحَتِكُمْ ’e matuftur.

فَ  atıf harfidir.  يَم۪يلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  يَم۪يلُونَ  fiiline mütealliktir.  مَيْلَةً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.  وَاحِدَةً  kelimesi  مَيْلَةً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَنْ تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْۚ 


وَ  istînâfiyyedir.  لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

جُنَاحَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. عَلَیۡكُمۡ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  

بِكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  اَذًى  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

مِنْ مَطَرٍ  car mecruru  اَذًى ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, أن كان بكم أذى فلا جناح عليكم (Size bir zarar gelirse bir günah yoktur.) şeklindedir.

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur.  مَرْضٰٓى  kelimesi  كُنْتُمْ ’un haberi olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  في  harf-i ceriyle  جُنَاحَ ’ya mütealliktir.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

تَضَعُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَسْلِحَتَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَخُذُوا حِذْرَكُمْۜ 


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  خُذُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

حِذْرَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  اَعَدَّ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru  اَعَدَّ  fiiline müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. عَذَابًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مُه۪ينًا  kelimesi  عَذَابًا ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

اَعَدَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عدد ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  كفر  olan fiilin ism-i failidir. 

مُه۪ينًا  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذَا كُنْتَ ف۪يهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠

وَ  atıf harfidir. 

Cümle şart üslubunda gelmiştir.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. 

Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  كُنْتَ ف۪يهِمْ  şart cümlesi, nakıs fiil  كَانُ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. 

فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile şart cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

فَ  karinesiyle gelen cevap olan  فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مِنْهُمْ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üsluptaki  وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠  cümlesi makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَسْلِحَتَهُمْ۠ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْۖ

 

وَ  atıf harfidir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan  سَجَدُوا  , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْ , nakıs fiil  كَانُ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Burada  إنْ  değil, اِذَا  buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

كان ‘nin haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

اِذَا سَجَدُوا  [Secdeye vardıklarında] ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

Namazın bir rüknü olan secde söylenmiş, namaz kastedilmiştir.


وَلْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ اُخْرٰى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْۚ

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اُخْرٰى  kelimesi  طَٓائِفَةٌ  için sıfattır. Sıfat anlamı zenginleştirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

لَمْ يُصَلُّوا  cümlesi  طَٓائِفَةٌ  için ikinci sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil sıygasında gelmesi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yine emir üslubundaki talebî inşâî isnad olan  فَلْيُصَلُّوا  cümlesi,  لْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.

لَمْ يُصَلُّوا - فَلْيُصَلُّوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır. 

[Bu ikinci grup namaza gelirken uyanık ve dikkatli olsunlar ve silahlarını üstlerine alsınlar.] Öncesinde yalnız “silahlarını alsınlar” demekle yetinildiği halde burada “uyanık, temkinli ve dikkatli olmak” demek olan حِذْرَ’in de ilave edilmiş olması, düşman karşısında yerlerini öbürlerine bırakırlarken son derece ihtiyatlı hareket etmek gereğini duyurup hissettirmek içindir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

لْيَأْخُذُوا  ifadesindeki  و  zamiri, ya namaz kılan ya da bekleyen gruba râcidir. Eğer bu zamirin, namaz kılanlara râci olduğu kabul edilirse bu hususta ulema, “Onlar, kılıç ve hançer gibi kendilerini namazdan alıkoymayacak silahlarını alırlar.” demiştir. Zira böyle davranmak hem ihtiyatlı olmaya daha elverişli hem de düşmanın kendilerine saldırmasını daha fazla önleyici ve caydırıcıdır. Bu zamirin, namaz kılmayanlara râci olması halindeyse, söyleyecek herhangi bir şey yoktur. Bunun, her iki kısma verilen silah taşıma emri olması da mümkündür. Çünkü bu, ihtiyatlı olmayı daha çok sağlar. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَه  sözünde Allah Teâlâ uyanık olmayı, tedbirli olmayı savaşçının kullanabileceği bir alet gibi addetmiş, böylece de o tedbir ile silahlarını “almak” fiilinde birleştirmiş, böylece her ikisini de alınabilen bir şey kabul etmiştir. Vahidî (r.a.), “Bu tabirde namaz kılarken korkan kimsenin, fikrinin bir kısmını, namazın dışındaki şeylerle meşgul edebileceği hususunda bir ruhsat bulunmaktadır.” demiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Burada  الأخْذُ  kelimesi hem hakiki hem de mecazi manada kullanılmıştır. أخْذَ الحَذَرِ  mecazidir. Çünkü bu kelime almak manasındadır. Burada bir şeye bürünmek ve o durumda sebat etmek manasındadır.  أخْذُ الأسْلِحَةِ  tabiri ise hakiki manadadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


  وَدَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةًۜ 

 

Ayetin bu cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Fail konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, kâfirleri tahkir ifade eder. 

Masdar harfi  لَوْ  ve onu takip eden  تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ  cümlesi masdar teviliyle  وَدَّ  fiilinin mef’ûlü yerindedir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةً  cümlesi, masdar-ı müevvel cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümle mef’ûlü mutlak olan  مَيْلَةً ’le tekid edilmiştir.

وَاحِدَةً  kelimesi  مَيْلَةً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اَسْلِحَتِكُمْ - اَمْتِعَتِكُمْ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Silahlarınızdan gafil olmanızı isterler.] cümlesi özelinde cihad eden askerlere, genelinde ise tüm müminlere gafleti yasaklamaktadır.  َمَيْلَةً وَاحِدَةًۜ  َّ[Bir baskın] ifadesinde sıfatın gelişi; tekid içindir. Adet bildirmez. Tek seferde, hızlıca, birdenbire manasında kinayedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


 وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَنْ تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْۚ وَخُذُوا حِذْرَكُمْۜ 


وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cinsini nefyeden nefy harfi  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  جُنَاحَ  kelimesi  لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَيْكُمْ ’un müteallakı olan  لَا ’nın haberi mahzuftur.

اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ  cümlesi itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

Cümle  şart üslubunda haberî isnaddır. Vuku bulma ihtimalinin şüpheli veya zayıf olduğu durumlarda kullanılan şart harfi  اِنْ  ve  كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi  اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, إن كان بكم أذى (Size bir eza olduysa…) şeklindedir.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.    

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  بِكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اَذًى  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

اِنْ  harfi burada, asla gerçekleşmeyecek bir fiilin başında gelmiştir. Halbuki bu harf aslında vuku bulma ihtimali şüpheli olan fiillerin başında gelir. Bu da şüphe ifade eden olayın ve onların doğru sözlü olma ihtimalinin olumsuzluğu konusunda kesinlik ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.77)

كُنْتُمْ مَرْضٰٓى  cümlesi,  اَوْ  atıf harfiyle  كان  cümlesine atfedilmiştir. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْ  cümlesi, masdar tevili ile takdir edilen  في  harf-i ceriyle birlikte  جُنَاحَ  kelimesine mütealliktir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İtiraziye olan şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, talebî inşâî isnaddır. 

İstînâf  وَ ’ıyla gelen  وَخُذُوا حِذْرَكُمْ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

تَضَعُٓوا - يَأْخُذُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Ayetin başından itibaren anlatılan konular, sonunda  وَخُذُوا حِذْرَكُمْ  [Tedbirlerinizi alın.] cümlesinde cem’ edilmiştir. Cem’ ma’at-taksim sanatıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Namaz kılarken de düşmana karşı dikkatli ve temkinli bulununuz, uyanık ve ihtiyatlı olunuz. Gafil avlanmamak için ne gerekiyorsa yapınız ki düşmanın ani saldırısıyla karşı karşıya kalmayasınız. Burada Fahreddin er-Râzî şöyle der: Bu ayet düşmana karşı dikkatli olup sakınılması gerektiğini anlattığından, olacağı zan ve tahmin edilen zararların hepsinden sakınılması gerektiğini gösterir. Bu suretle ilaçla tedaviye girişmek, bir kötülük ve zararı savmak için kendi eliyle çalışıp çabalamak, vebadan kaçınmak ve yıkılmak üzere olan bir duvarın altında oturmaktan sakınmak gerekir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Nazm sahibi olan Ebu Ali el-Cürcanî şöyle demiştir: “Hakk Teâlâ’nın [bütün ihtiyat tedbirlerini alın] buyruğu, Hz. Peygamberin (s.a.) korku namazını, tedbirli ve düşmanın tuzağından gafil olmaksızın kılmasının caiz olduğuna delalet etmektedir. Kur’an’ın, esasen burada tekid etmek istediği husus, “ihtiyatlı ve tedbirli olmak” keyfiyetidir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 

 اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.(Elmalılı, Kadr/1)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. 

اِنّ ’nin haberi olan  اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberinin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, istikrar ve temekkün ifade etmiştir. 

Tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. 

اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناً  sözü müslümanları cesaretlendirmek  için tezyîldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Azabın nekre gelişi ve  مُه۪ينًا  olmakla vasıflanması, bilmeyeceğimiz kadar zor olduğunu ifade eder. Hor-hakir eden azap ibaresinde sebebe isnad şeklinde mecaz-ı mürsel vardır. Azaba giren bu hale düşer.مُه۪يناً  kelimesi  عَذَابٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olsa mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “azabun muhin”, “azabun azim”, “azabun elim”, “azabun şedid” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “El cezâu min cins'il amel (Ceza amelin cinsindendir)”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır.

Ayetteki  لْيَأْخُذُوا - اِذَا - مَعَكَ - طَٓائِفَةٌ - اَسْلِحَتِكُمْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayetteki  كَانَ - كُنْتَ - لْيَكُونُوا - كُنْتُمْ  , فَاَقَمْتَ - فَلْتَقُمْ  , لْكَافِر۪ينَ  - كَفَرُوا  ve  الصَّلٰوةَ - يُصَلُّوا  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Savaş sırasında namazı kısaltın.] sözünün mefhumu muhalifi; diğer zamanlarda namazı uzatın, manasıdır.

Namazda huşû ve hudû istenir.  خشوع; dış azaların sükûneti,  خضوع ; iç azaların, fikirlerin vb. sükûnetidir.

Allah Teâlâ, düşmana karşı tedbir almayı emredince bu, düşmanın çok güçlü kuvvetli olduğu vehmini vermiştir. İşte bu sebeple Cenab-ı Hakk, Müslümanların kalpleri güç kazansın; tedbir almakla ilgili emrin düşmanın güçlü ve heybetli olmasından ötürü değil, müminlerin kalplerine düşen korkudan dolayı olduğunu bilsinler de, böylece kendilerine yardım etmesi ve muvaffak kılması hususunda Allah’a yalvarıp yakarsınlar diye kâfirleri hor hakir kılacağını, onları yardımsız bırakacağını ve kesinlikle onlara yardım etmeyeceğini haber vererek, bu vehmi izale etmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Düşmana karşı savunma tedbirlerini alma emri, onların galibiyetinin ve üstünlüklerinin beklendiğini vehmettirdiği için Allah Teâlâ, Müslümanların kalplerini kuvvetlendirmek ve cesaretlerini artırmak için, onlara nusret edeceğini ve düşmanlarını alçaltacağını beyan buyurmak suretiyle o vehmi gidermiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)