يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُوصِيكُمُ | size tavsiye eder |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | فِي | hakkında |
|
4 | أَوْلَادِكُمْ | çocuklarınız(ın alacağı miras) |
|
5 | لِلذَّكَرِ | erkeğe |
|
6 | مِثْلُ | kadar |
|
7 | حَظِّ | payı |
|
8 | الْأُنْثَيَيْنِ | iki kadının |
|
9 | فَإِنْ | eğer |
|
10 | كُنَّ | iseler |
|
11 | نِسَاءً | kadın |
|
12 | فَوْقَ | fazla |
|
13 | اثْنَتَيْنِ | ikiden |
|
14 | فَلَهُنَّ | onlarındır |
|
15 | ثُلُثَا | üçte ikisi |
|
16 | مَا | ne |
|
17 | تَرَكَ | bıraktıysa |
|
18 | وَإِنْ | ve eğer (çocuk) |
|
19 | كَانَتْ | ise |
|
20 | وَاحِدَةً | yalnız bir kadın |
|
21 | فَلَهَا | onundur |
|
22 | النِّصْفُ | (mirasın) yarısı |
|
23 | وَلِأَبَوَيْهِ | ana babasından |
|
24 | لِكُلِّ | her |
|
25 | وَاحِدٍ | birinin |
|
26 | مِنْهُمَا | vardır |
|
27 | السُّدُسُ | altıda bir hissesi |
|
28 | مِمَّا |
|
|
29 | تَرَكَ | bıraktığı mirasta |
|
30 | إِنْ | eğer |
|
31 | كَانَ | varsa |
|
32 | لَهُ | onun (ölenin) |
|
33 | وَلَدٌ | çocuğu |
|
34 | فَإِنْ | eğer |
|
35 | لَمْ |
|
|
36 | يَكُنْ | yok da |
|
37 | لَهُ | onun |
|
38 | وَلَدٌ | çocuğu |
|
39 | وَوَرِثَهُ | ve ona varis oluyorsa |
|
40 | أَبَوَاهُ | ana babası |
|
41 | فَلِأُمِّهِ | anasına düşer |
|
42 | الثُّلُثُ | üçte bir |
|
43 | فَإِنْ | eğer |
|
44 | كَانَ | varsa |
|
45 | لَهُ | onun |
|
46 | إِخْوَةٌ | kardeşleri |
|
47 | فَلِأُمِّهِ | anasının payı |
|
48 | السُّدُسُ | altıda birdir |
|
49 | مِنْ |
|
|
50 | بَعْدِ | (bu hükümler) sonradır |
|
51 | وَصِيَّةٍ | vasiyyetten |
|
52 | يُوصِي | yapacağı |
|
53 | بِهَا |
|
|
54 | أَوْ | ya da |
|
55 | دَيْنٍ | borcundan |
|
56 | ابَاؤُكُمْ | babalarınız |
|
57 | وَأَبْنَاؤُكُمْ | ve oğullarınızdan |
|
58 | لَا |
|
|
59 | تَدْرُونَ | bilmezsiniz |
|
60 | أَيُّهُمْ | hangisinin |
|
61 | أَقْرَبُ | daha yakın olduğunu |
|
62 | لَكُمْ | size |
|
63 | نَفْعًا | fayda bakımından |
|
64 | فَرِيضَةً | bunlar koyulmuş haklardır |
|
65 | مِنَ | tarafından |
|
66 | اللَّهِ | Allah |
|
67 | إِنَّ | şüphesiz |
|
68 | اللَّهَ | Allah |
|
69 | كَانَ |
|
|
70 | عَلِيمًا | bilendir |
|
71 | حَكِيمًا | hikmet sahibidir |
|
Bir şeyin nısfı yarısıdır. Muamelede إنْصَاف ise adalettir. Bu da arkadaşının verdiğinden fazla bir menfaat kazanmamak ve ancak ondan gördüğü zarar kadar zarar vermektir. نَصَفَة Kavramı hizmette kullanılmıştır. Bu da hizmet görenin aldığı fayda kadar iş verenine faydalı olmasıdır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 7 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nısıf ve insaftır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ
Fiil cümlesidir. يُوص۪يكُمُ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ car mecruru يُوص۪يكُمُ fiiline mütealliktir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; شأن أولادكم şeklindedir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsim cümlesidir. لِلذَّكَرِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِثْلُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. حَظِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاُنْثَيَيْنِ muzâfun ileyh olup, müsenna olduğundan cer alameti يْ ‘dir.
يُوص۪يكُمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi وصي ‘dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ
فَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. كُنَّ ‘nin ismi, nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. نِسَٓاءً kelimesi كُنَّ ’nin haberi olup mansubdur.
فَوْقَ mekân zarfı نِسَٓاءً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. اثْنَتَيْنِ muzâfun ileyh olup, cer alameti ى ’dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَهُنَّ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ثُلُثَا muahhar mübteda olup, ref alameti elif ‘tir. İzafetten dolayı ن harfi hazfedilmiştir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكَ ‘dir. Aid zamir mahzuftur. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَك fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَتْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَتْ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَتْ ‘ in ismi, müstetir olup takdiri هي ’dir. تْ te’nis alametidir. وَاحِدَةً kelimesi كَانَتْ ‘in haberi olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النِّصْفُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لِاَبَوَيْهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallik olup, müsenna olduğu için cer alameti ى ‘dir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِكُلِّ car mecruru harf-i cerin iadesiyle اَبَوَيْهِ ‘den bedeldir. وَاحِدٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْهُمَا car mecruru وَاحِدٍ mahzuf sıfatına mütealliktir. السُّدُسُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle السُّدُسُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
لَهُ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; فلأبويه şeklindedir.
فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُنْ ‘nün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
يَكُنْ sükun ile meczum muzari fiildir. لَهُ car mecruru يَكُنْ ‘un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi يَكُنْ ‘un muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
وَ itiraziyyedir. وَرِثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُٓ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَبَوَا fail olup ref alameti elif‘dir. İzafetten dolayı ن hazfedilmiştir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لِاُمِّهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الثُّلُثُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
لَهُ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِخْوَةٌ kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لِاُمِّهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. السُّدُسُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru, يُوص۪يكُمُ ‘e mütealliktir. وَصِيَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يُوص۪ي بِهَٓا cümlesi, وَصِيَّةٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يُوص۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِهَٓا car mecruru يُوص۪ي fiiline mütealliktir. دَيْنٍ atıf harfi اَوْ ile وَصِيَّةٍ ‘e matuftur.
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوص۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وصي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. اٰبَٓاؤُ۬كُمْ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. لَا تَدْرُونَ cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَدْرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl اَيُّ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَقْرَبُ لَكُمْ ‘dur. İrabtan mahalli yoktur.
اَقْرَبُ mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Takdiri, هم şeklindedir. لَكُمْ car mecruru اَقْرَبُ ‘ya mütealliktir. نَفْعًا temyiz olup fetha ile mansubdur.
Veya اَيُّ istifham ism, mübteda olarak damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَقْرَبُ haber olup damme ile merfûdur.
فَر۪يضَةً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdir, فرض الله ذلك فريضة. şeklindedir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru فَر۪يضَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَقْرَبُ kelimesi ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. اِنَّ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. حَك۪يمًا ikinci haber olup fetha ile mansubdur.
عَل۪يمًا - حَك۪يمًا kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ
Ayetin ilk cümlesi يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يُوص۪يكُمُ fiiline müteallik olan ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ car mecrurundaki ف۪ٓي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ٓي harfinde zarfiyyet anlamı vardır. اَوْلَادِكُمْ lafzına dahil olduğunda bu özelliği nedeniyle istiare oluşmuştur. Evlat içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. çocuklar ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır.
لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ cümlesi beyanî istînâf veya tefsiriye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لِلذَّكَرِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
İzafetle gelerek az sözle çok anlam ifade eden مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ muahhar mübtedadır.
الْاُنْثَيَيْنِۚ - لذَّكَرِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ cümlesindeki في harf-i ceri, mecazen zarfiye anlamındadır. Vasiyet sanki çocuklarla alakalı bir mazrufa benzetilmiştir. Burada ism-i mecrur hazfedilmiş, yerine muzâfun ileyh kalmıştır. Evlad içine girilebilen bir zarf olmadığı için muzâf yani (في إرث أولادكم) takdir edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu ayetle, daha önce "Ana-babanın ve akrabaların bıraktıkları mallarda erkeklere bir nasip vardır. Ana-babanın ve akrabanın bıraktıkları mallarda kadınlara da bir nasip vardır..." (Nisa 4/7) mealindeki ayette mücmel olarak geçen miras hükümlerinin tafsilatına girilmektedir. Varisler üç kısma ayrılır:
1- Birinci kısım varisler, babalar ve çocuklardır.
2- İkinci kısım varisler eşler (karı-koca) dır. Bu iki kısmın hisseleri hiçbir halde diğer varisler sebebiyle sakil olmaz.
3- Üçüncü kısım da kelâle yani ana-babası ve çocukları olmayanın varislerdir. Ayette evlatlardan başlanmıştır. Çünkü onlar, ölünün (meyyitin) en yakınları ve ondan sonra en çok hayatta kalan mirasçılarıdır.
Önce erkeğe ilişkin hükmün zikredilmesi, onun kadına nazaran meziyetini izhar içindir. Bu meziyetine binaen sorumluluğu da fazla olduğundan, onun mirastaki payı kadının iki misli kılınmıştır
Daha önce (7. ayette) رِّجَالِ (erkekler) ve نِّسَٓاءِ (kadınlar) kelimeleri, kullanıldığı halde burada erkek için ذَّكَرِ (er) ve kadın için أُنْثا (dişi) kelimelerinin kullanılması mirasta erkeklerle, kadınların büyükleri ile küçüklerinin haklarının eşit olduğunu göstermek; cahiliye devri insanlarının iddia ettikleri gibi bulûğ ve büyüklüğün mirasta hiçbir dahli olmadığını sarahatle bildirmek içindir. Nitekim cahiliye devri insanları, kadınlara mirastan bir hak vermedikleri gibi bulûğa ermemiş oğlan çocuklarına da bir hak vermiyorlardı. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ
فَ , istînafiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte كَان ’nin dahil olduğu كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ cümlesi, şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اثْنَتَيْنِ ‘ye muzaf olan فَوْقَ şeklindeki ism-i mekan, nakıs fiil كَان ’nin haberi نِسَٓاءً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُنَّ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
İzafetle gelerek az sözle çok anlam ifade eden ثُلُثَا مَا تَرَكَ , muahhar mübtedadır.
ثُلُثَا ‘nin muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan تَرَكَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
الْاُنْثَيَيْنِۚ - نِسَٓاءً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Eğer evlatlar, kızlardan ibaret olup erkek evlat hiç yoksa ve kız evlatların sayısı da ikiden fazla ise o zaman terekenin üçte ikisi onlarındır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilen وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ cümlesi de şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
كَان ’nin dahil olduğu وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً cümlesi şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَهَا النِّصْفُ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهَا, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النِّصْفُ muahhar mübtedadır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan birbirine atfedilmiş her iki terkip de, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümleler şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
الْاُنْثَيَيْنِۚ - اثْنَتَيْنِ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لِاَبَوَيْهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. السُّدُسُ kelimesi muahhar mübtedadır.
Az sözle çok anlam ifade etmek üzere izafetle gelen لِكُلِّ وَاحِدٍ car-mecruru لِاَبَوَيْهِ ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
مِنْهُمَا car-mecruru, وَاحِدٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
السُّدُسُ ‘nun mahzuf haline müteallik mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan تَرَكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıladaki aid zamirin ve halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
لِاَبَوَيْهِ kelimesinde tağlîb sanatı vardır. Lafzen ‘iki baba’ manasında olan kelime ‘anne- baba’ manasında kullanılmıştır.
كُلِّ - النِّصْفُۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
Ayetteki وَاحِدٍ مِنْهُمَ [onlardan herbiri] ifadesi, âmil olan لَ harf-i cerinin tekrarı ile, [ana-babadan] ifadesinden bedeldir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl) Bedel olduğundan cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Eğer ölenin; bir veya birden fazla erkek ve kız çocuğu varsa, ana babasından her birinin terekedeki payı altıda birdir. Eğer bu çocuklar içinde erkek olmayıp hepsi kız ise baba altıda bir hissesini diğer mirasçılar da hisselerini aldıktan sonra mirasın kalan kısmı asabe olması nedeniyle babaya verilir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubundadır.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan كَانَ لَهُ وَلَدٌ , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَهُ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. وَلَدٌ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Takdiri, وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ (Ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır.) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَلَدٌۚ - اَوْلَادِكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ
فَ atıf harfidir. Şart üslubunda gelen terkip makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ car mecruru nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ , muahhar mübtedadır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudus temekkün ve istikrar ifade eden وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ cümlesine dahil olan وَ , itiraziyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَمْ يَكُنْ - كَانَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ cümlesiyle كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَرِثَهُٓ - تَرَكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَ karinesiyle gelen فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُ şeklindeki cevap cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لِاُمِّهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الثُّلُثُ muahhar mübtedadır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Eğer ölenin çocuğu ve oğlunun çocuğu yok, varis olarak yalnız ana ve babası varsa, o takdirde ananın terekedeki payı üçte birdir; geri kalan babaya aittir. Ayette, bunun (geri kalanın babaya düştüğü) zikredilmemiş olması, zikrine gerek olmadığından dolayıdır. Çünkü varislerin ana-babadan ibaret oldukları varsayılıp ananın hissesi tayin edilince, mirasın geri kalan kısmının babaya düştüğü anlaşılır. Bunun aksi (babanın durumunun belirtilip ananın durumunun belirtilmemesi) ile de maksat hasıl olurken, ananın durumu açıklanmış ve babanın durumu da halin delâletine bırakılmıştır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ
Cümle şart üslubunda gelen terkipte فَ , istînâfiyedir.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَهُ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِخْوَةٌ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لِاُمِّهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.السُّدُسُ muahhar mübtedadır.
Izafet formunda gelen مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ car-mecruru, السُّدُسُ ‘nun mahzuf haline veya mahzuf bir fiile mütealliktir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍ cümlesi, وَصِيَّةٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
دَيْنٍ , muzafun ileyh olan وَصِيَّةٍ ’e matuftur. Cihet-i camiâ tezayüftür.
يَكُنْ - كَانَ - كُنَّ - كَانَت ve وَصِيَّةٍ - يُوص۪ي - يُوص۪يكُمُ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Eğer ölenin birden fazla kardeşi varsa, bunlar ister ana-baba bir, ister anadan veya babadan, ister erkek ister kız kardeşler olsun, ister bu kardeşler mirastan hisse almış olsun, ister babanın olması (asabe) sebebiyle mahcûb (hakları sakıt olmuş) olsun, bütün bu hallerde anaya mirasın altıda biri düşer. Ananın (anılan meselede üçte bir olan hissesinden burada), kardeşler sebebiyle mahcûb (mahrum) olduğu diğer altıda bir hissesi ise baba varsa babaya; baba yoksa kardeşlere düşer. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي [Ölenin veya miras bırakanın vasiyet edeceği vasiyetten sonra] buyurularak "vasiyet etmek" fiilinin kullanılması, vasiyeti teşvik içindir. Borç mutlak olup ister şehadetle, ister ikrar ile sabit olsun her ikisini de kapsar. وَ harfi yerine, اَوْ harfinin kullanılması, vücubta ikisinin eşit olduğunu ve her ikisinin de ya birlikte, ya da ayrı ayrı, taksimden önce yerine getirilmesi gerektiğini ifade içindir.
Hüküm olarak vasiyet, borçtan sonra geldiği halde (çünkü önce borçlar ödenir, sonra vasiyetler açılır) ayette önce zikredilmesi, onun infazına son derece önem verildiğini göstermek içindir. Çünkü vasiyetlerin ifasında taksirat gösterilmesi akla gelebilir. Bir de genellikle vasiyet olur; ama borç nadiren olur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)
اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ mübteda olan اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’ a matuftur. Vasıl sebebi tezayüftür.
Cümlenin haberi olan لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًا , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا تَدْرُونَ fiilinin mef’ûlü konumundaki اَيُّهُمْ , mevsûldür. Sılası olan اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَقْرَبُ , takdiri هم olan mahzuf mübtedanın haberidir. İsm-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
لَكُمْ car-mecruru اَقْرَبُ ‘ya mütealliktir. نَفْعًا ise temyizdir.
Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnabdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
اٰبَٓاؤُ۬ - فَلِاُمِّهِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ , takdiri فرض (farz kıldı) olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اٰبَٓاؤُ۬ - فَلِاُمِّهِ - اِخْوَةٌ - اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ - اَوْلَادِكُمْ - اَقْرَبُ ve اثْنَتَيْنِ - ثُلُثَا - السُّدُسُ - وَاحِدَةً ve لِلذَّكَرِ - اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَبَوَاهُ - اَبَوَيْهِ - اٰبَٓاؤُ۬كُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki hitap, geride varisler bırakanlar içindir. Yani siz usûlunuzdan ve fürûunuzdan size varis olanlardan halen ve gelecekte sizin için daha faydalı olanı bilemezsiniz. Onun için siz Allah Teâlâ'nın onlar hakkında size tavsiye buyurduklarını bulmaya çalışın. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Hükmün illetini bildirmek için zamir makamında zahir ismin gelmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنّ ’nin haberi , كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Allah Teâlâ’ya ait iki haber olan عَل۪يمًا - حَك۪يمًا sıfatlarının arasında و۬ olmaması bu sıfatların Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder. Bu kelimelerin ayetin konusuyla olan anlam bütünlüğü teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَل۪يمًا - حَك۪يمًا sıfatları arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
وَلَدٌ - تَرَكَ - الثُّلُثُۚ - السُّدُسُ - وَاحِدَ - اِنْ - كَانَ - اللّٰهِۜ - مِنَ - فَلِاُمِّهِ kelimelerinin tekrarında reddü’l - acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ragıb el-İsfehani كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Yukarıda belirtilen miras hisseleri, Allah Teâlâ tarafından tayin buyurulmuş kesin haklardır. Allah şüphesiz bütün işleri ve mertebelerini eksiksiz olarak bilir ve bütün bu hükümler birçok hikmetleri ihtiva eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
“Alîmdir; yani neticeleri bilendir. Hakîmdir; yani şunu (ayette zikri geçen miras hükümlerini) sizin için menfeati celb edip, zararı def etmek için en mükemmel bir şekilde vaz’ eyledi ve en güzel sûrette tertip etti.” Allah Teâlâ miras hükümlerini ve daha nice hükümleri hem en iyi bilen, hem de hikmetine binaen vaz’ edendir. (Keziban Dut, Ayet Sonlarındaki Esmâü’l-Hüsnâ’nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında)