وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَنْ |
|
|
2 | تَسْتَطِيعُوا | ve yapamazsınız |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | تَعْدِلُوا | (tam) adalet |
|
5 | بَيْنَ | arasında |
|
6 | النِّسَاءِ | kadınlar |
|
7 | وَلَوْ | ne kadar |
|
8 | حَرَصْتُمْ | isteseniz de |
|
9 | فَلَا |
|
|
10 | تَمِيلُوا | öyle ise meylemeyin |
|
11 | كُلَّ | (birine) tamamen |
|
12 | الْمَيْلِ | yönelişle |
|
13 | فَتَذَرُوهَا | ötekini bırakmayın |
|
14 | كَالْمُعَلَّقَةِ | askıda (kocasızmış) gibi |
|
15 | وَإِنْ | eğer |
|
16 | تُصْلِحُوا | arayı düzeltir |
|
17 | وَتَتَّقُوا | sakınırsanız |
|
18 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
19 | اللَّهَ | Allah |
|
20 | كَانَ |
|
|
21 | غَفُورًا | bağışlayandır |
|
22 | رَحِيمًا | esirgeyendir |
|
Sûrenin başında (3. âyet), eşler arasında âdil davranamamaktan korkan kimselere bir kadınla yetinmeleri tavsiye edilmişti. Burada ne kadar istense, üzerine düşülse, gayret edilse de birden fazla eş arasında her yönden âdil davranmanın mümkün olmadığı açık ve kesin bir ifadeyle dile getirilmiştir. Bu gerçek karşısında beklenirdi ki birden fazla kadınla evlenmek yasaklansın. Ancak Allah Teâlâ zaruretleri, mübrem ihtiyaçları, fevkalâde halleri bildiği için bunu yasaklamadı; kullarının uygulamada zorlanacakları bir yasak hükmü koymak yerine, iki alternatifli bir tavsiye ile yetindi: a) Tek hanımla evli olanlar –bir zaruret bulunmadıkça– bununla yetinmelidirler. Çünkü Allah ilgili âyetlerde adalet ve hakkaniyete vurgu yapmaktadır. Oysa erkekler birden fazla kadınla evlenmeleri halinde haksızlıklar olacak ve bundan dolayı günaha girebileceklerdir. b) 3. âyetin tefsirinde açıklanan zaruretler neticesinde birden fazla kadınla evli bulunan erkekler ise gönül ilişkisi, sevgi ve bağlılık gibi insanın elinde olmayan durum ve farklılıklar dışında, kadınlarına maddî konularda objektif, ölçülebilir hak ve menfaatlerde eşit davranacak, biriyle evlilik hayatını fiilen yaşarken diğerini askıda (yalnız bırakılmış, ilgi ve ilişkiden dışlanmış, ihtiyaç içinde veya maddî bakımdan diğerlerinden aşağı durumda) bırakmayacaklardır.
Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 155-156
Hırs حرص : Aşırı biçimde arzu etmek ve aşırı biçimde istemektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hırs, hırslı, haris, ihtiras ve muhteristir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
تَسْتَط۪يعُٓوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَعْدِلُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı تَعْدِلُوا fiiline mütealliktir. النِّسَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَوْ حَرَصْتُمْ cümlesi, تَسْتَط۪يعُٓوا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. حَرَصْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri لو حرصتم على العدل فلن تستطيعوا ذلك (Adaletli olmak konusunda hırslı da olsanız buna gücünüz yetmez.) şeklindedir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri إن وقع منكم التفريط في شيء من المساواة فلا تميلوا أو تجوروا (Herhangi bir konuda eşitsizlik yaparsanız, sapmayın ve haksızlık etmeyin.) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَم۪يلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. كُلَّ masdara muzaf olduğu için mastardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. الْمَيْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, لا يكن منكم ميل عنها فترك لها (Ona karşı bir meylin yoksa bırak) şeklindedir.
تَذَرُوهَا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كَالْمُعَلَّقَةِ car mecruru تَذَرُوهَا ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَط۪يعُٓوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, طوع ‘dır.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
الْمُعَلَّقَةِ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُصْلِحُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. تَتَّقُوا fiili atıf harfi وَ ’la تُصْلِحُوا fiiline matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. غَفُورًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. رَح۪يمًا ikinci haberi olup fetha ile mansubdur.
تُصْلِحُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صلح ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
غَفُورًا - رَح۪يمًا kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye istikbalde asla manası kazandıran nefy harfi لَنْ , aynı zamanda tekid ifade eder.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ cümlesi, masdar teviliyle لَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا fiilinin mef’ûlüdür. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا [Adil davranmaya güç yetiremezsiniz.] cümlesindeki ُلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا fiili adaletin güç isteyen, kaldırılması zor ağır bir şeye benzetildiğini gösteren, istiare-i mekniyyedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Hal وَ ’ı ile gelen cümle تَسْتَط۪يعُٓوا ‘deki failin halidir. Şart üslubunda gelen terkipte وَلَوْ حَرَصْتُمْ cümlesi, cevabı mahzuf şart cümlesidir.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
Takdiri, لو حرصتم على العدل فلن تستطيعوا ذلك [Adaletli olmak konusunda hırslı da olsanız buna gücünüz yetmez.] olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap olan فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Takdiri şöyledir: إذا عرفتم ذلك فلا تميلوا (Bunu anlarsan hemen bu meylinden vazgeç)
Bu cümlenin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Masdardan naib mef’ûlu mutlak olan كُلَّ الْمَيْلِ mef’ûlun bih konumundadır.
تَم۪يلُوا - الْمَيْلِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ ifadesinin başındaki فَ , sebebiyedir.
كَالْمُعَلَّقَةِ [askıda kalmış gibi] ifadesi, teşbih edatı zikredildiği için teşbih-i mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için teşbih-i mücmel, kolay anlaşıldığı ve müşebbehün bih hissi olduğu için garib-i mübtezel bir teşbihtir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً
وَاِنْ تُصْلِحُوا cümlesi ayetin başındaki اِنِ امْرَاَةٌ ’a matuftur. Şart üslubunda gelen terkipte تُصْلِحُوا cümlesi, şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَتَتَّقُوا cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
فَ karînesiyle gelen فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً şeklindeki cevap cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve emre uymaya teşvik içindir.
Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm, Nisa/17)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned olan كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً cümlesi, nakıs fiil كَانُ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi olan غَفُورًا , رَح۪يمًا kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil tertip faide-i haber inkârî kelamdır.
تُصْلِحُوا - تَتَّقُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Eğer halinizi düzeltir ve takva sahibi olursanız Allah, Gafûr ve Rahîm’dir.] mefhum-u mutabakatı; sizi bağışlar, kalbinizdeki duygunun fazlalığından dolayı sizi hesaba çekmez, demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)