Nisâ Sûresi 13. Ayet

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ  ...

İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte bu büyük başarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تِلْكَ bunlar
2 حُدُودُ sınırlarıdır ح د د
3 اللَّهِ Allah’ın
4 وَمَنْ kim
5 يُطِعِ ita’at ederse ط و ع
6 اللَّهَ Allah’a
7 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
8 يُدْخِلْهُ (Allah onu) sokar د خ ل
9 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
10 تَجْرِي akan ج ر ي
11 مِنْ
12 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
13 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
14 خَالِدِينَ sürekli kalacakları خ ل د
15 فِيهَا içinde
16 وَذَٰلِكَ işte budur
17 الْفَوْزُ başarı ف و ز
18 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
 

Allah’a itaat etmek, bu hayattaki yaratiliş gayemiz ile ilgili 6 dakika 50 saniyelik bir video

https://youtu.be/QLM2s4tOL0E

 

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  

حُدُودُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ

وَ  istînâfiyyedir. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُطِعِ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَسُولَهُ   atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ  cümlesi şartın cevabıdır.

يُدْخِلْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  جَنَّاتٍ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٍ  ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.  

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْاَنْهَار  fail olup damme ile merfûdur.

خَالِد۪ينَ  hal olup, nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar. ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُطِع  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  طوعdir. 

يُدْخِلْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  خلد olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)    

 وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الْفَوْز  haber olup, damme ile merfûdur. الْعَظ۪يمُ  kelimesi  الْفَوْزُ  ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur. 

عَظ۪يمٌ۟ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)



 

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  تِلْكَ  mübteda,  حُدُودُ اللّٰهِ  izafeti haberdir.

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek içindir. 

تِلْكَ  ‘de istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  تِلْكَ  ile hükümlere işaret edilmiştir.  

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s.190)

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında tazim ifade eder. Çünkü müsned lafza-i celâle muzâf olmak suretiyle şeref kazanmış ve müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Veciz ifade kastına matuf   حُدُودُ اللّٰهِ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  حُدُودُ , tazim edilmiştir.

حُدُودُ اللّٰهِ  ifadesinde istiâre vardır. Ayette mekan için kullanılan حُدُودُ  ile kastedilen, Allah’ın koyduğu kuralları çiğneme yasağıdır. Allah Teâla, bu kuralların uygulanması zorunluluğuna mübalağa yapmak için emirleri maddi sınıra benzetmiştir. Camî her ikisindeki engellemedir.

Ayetteki  تِلْكَ (İşte bunlar) lafzı neye işaret etmektedir? Bu hususta şu iki görüş ileri sürülmüştür: 1- “Mirastaki ‘hallere” işarettir.” 2- “Yetimlerin malları, nikâhın hükümleri ve mirasın halleri gibi surenin başından buraya kadar zikredilen bütün hükümlere işarettir.” Bu görüş, Esamm’ındır. Birinci görüşün delili zamirlerin, zikredilen şeyler arasında kendisine en yakın olana raci olması kaidesidir. İkinci görüşün delili şudur: Zamirin en yakına raci olması kaidesi, daha uzaktakine raci olmasına bir mani bulunmadığı zaman geçerlidir. Mani yoksa zamir hepsine raci olabilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

حُدُودُ اللّٰهِ  Allah”ın Hudutları Ne Demektir? “Allah’ın sınırları”ndan murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Bir şeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır. حدود الدار (evin sınırları) ifadesi de bu manadadır. Birşeyin hakikatine delalet eden söz de “o şeyin haddi (sınırı)” diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifade ettiği hükmün içine başkasının girmesine mani olur. “Başkası” ise o sözün dışında kalan her şeydir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

حُدُودُ ; haddin (sınırın) çoğuludur ki had, onu başka bir yerden ayıran, tecavüzü engelleyen bir mekan zarfıdır. Bu kelime burada temsil yoluyla ihlal etmenin caiz olmadığı amel için kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


 وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ

 

وَ , istînâfiyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubundaki terkipte sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  مَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ , şarttır. Şart ismi  مَنْ  müsnedün ileyn,  يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi müsneddir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini etkiler.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Zamir makamında ism-i celâlin, hükmün illetini bildirmek, kalplerde haşyet ve muhabbet uyandırmak için zahir olarak tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Lafza-ı celâle tezayüf nedeniyle atfedilen  رَسُولَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, resul için şan ve şereftir. 

رَسُولَ - اللّٰهَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Cümlede Allah’a itaatten sonra resulüne itaatin    zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

فَ  karinesi olmadan gelen müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا  cümlesi şartın cevabıdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

يُدْخِلْهُ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  جَنَّاتٍ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُ  ‘ya takdim edilmiştir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesinde mekân alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni,  ف۪يهَا  car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır.

وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ


وَ , istînâfiyedir.  Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ism-i  ذٰلِكَ  ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ve tecessüm ifade etmiştir. 

Uzak için kullanılan ve Allah’ın müminler için vaadettiği lütuflara işaret ederek bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eden  ذٰلِكَ ’de istiare sanatı vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir.

الْفَوْزُ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani  ذٰلِكَ  kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir, Tevbe/110)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ - Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

ذٰلِكَ - تِلْكَ  arasında mürâât-ı nazîr ve cinâs-ı nakıs sanatları vardır.