Nisâ Sûresi 135. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  ١٣٥

Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 كُونُوا olun ك و ن
5 قَوَّامِينَ ayakta tutarak ق و م
6 بِالْقِسْطِ adaleti ق س ط
7 شُهَدَاءَ şahidler ش ه د
8 لِلَّهِ Allah için
9 وَلَوْ bile olsa
10 عَلَىٰ aleyhinde
11 أَنْفُسِكُمْ kendinizin ن ف س
12 أَوِ veya
13 الْوَالِدَيْنِ ana babanızın و ل د
14 وَالْأَقْرَبِينَ ve yakınlarınızın ق ر ب
15 إِنْ eğer
16 يَكُنْ olsalar ك و ن
17 غَنِيًّا zengin غ ن ي
18 أَوْ veya
19 فَقِيرًا fakir de ف ق ر
20 فَاللَّهُ çünkü Allah ا ل ه
21 أَوْلَىٰ daha yakındır و ل ي
22 بِهِمَا ikisine de
23 فَلَا öyle ise sapmayın
24 تَتَّبِعُوا uyarak ت ب ع
25 الْهَوَىٰ keyfinize ه و ي
26 أَنْ
27 تَعْدِلُوا adaletten ع د ل
28 وَإِنْ ve eğer
29 تَلْوُوا eğip bükerseniz ل و ي
30 أَوْ ya da
31 تُعْرِضُوا doğruyu söylemezseniz ع ر ض
32 فَإِنَّ muhakkak ki
33 اللَّهَ Allah
34 كَانَ olandır ك و ن
35 بِمَا -dan
36 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız- ع م ل
37 خَبِيرًا haberdar خ ب ر
 

İnsan topluluklarının korunmaya, düzene ve adalete ihtiyaçları vardır; devlet de bu ihtiyaçlardan doğmuştur. Adaletin gerçekleşmesinde bağlayıcı hukuk kuralları kadar onları uygulayan yönetici ve hâkimlerle hakkın veya suçun ispatı için gerekli bulunan şahitler önemli rol oynamaktadırlar. Adalet görevlilerinin doğruluktan sapmalarına sebep olan âmilleri iki gruba ayırmak mümkündür: Maddî menfaat, mânevî eğilim ve değerler. Âyetin gerek “Kendiniz, ana-babanız veya akrabanız aleyhinede olsa” kısmı, gerekse “zengin olsunlar, yoksul olsunlar” kısmı bunları bir genel anlatım üslûbu içinde ihtiva etmektedir. Hâkim ve şahitler elde edecekleri veya elden kaçırmak istemedikleri şahsî menfaatleri veya yakınlarının menfaatleri sebebiyle adaletten sapabilmektedirler. Ayrıca davacı ve davalının sosyal, ekonomik ve siyasî durumu da şahit ve hâkimleri etkileyebilmektedir. Meselâ bir maddî menfaati dava eden kimsenin yoksul, davalının ise zengin olması durumunda, hak zenginin olduğu halde yoksul lehine şahitlik edildiği veya hüküm verildiği görülmektedir. Halbuki zengin de yoksul da Allah’ın kullarıdır, onları içinde bulundukları duruma göre değerlendirecek, haklarında hayırlı olanı lutfedecek, sorumluluklarını belirleyecek ve hikmetinin bir sonucu olarak dilediğinde özel lutuflarda bulunacak olan da Allah’tır. İnsanların O’nun yerine geçmeye, adaleti saptırma pahasına bazı kimseleri kayırmaya hakları yoktur. Bu sebeplerle gerek hâkimlerin ve gerekse şahitlerin haksız tarafa meyletmeleri veya hakkın ortaya çıkmasını, adaletin gerçekleşmesini engellemek için hükümden ve şahitlikten geri durmaları, mahkemeyi oyalayan davranışlar içine girmeleri de yalancı şahitlik ve hukuka aykırı hüküm kadar adalete aykırı bulunduğundan âyet bunları da yasaklamış, bazı şeyleri halktan gizlemek mümkün olsa bile Allah’tan gizlemenin imkânsız olduğunu vurgulamıştır.

 Âyetten açıkça anlaşılan hüküm, yakın akrabanın birbiri lehine ve aleyhine yapacakları şahitliklerin muteber ve geçerli olduğudur. Kurtubî’nin verdiği bilgiye göre (V, 411), İslâm’ın ilk nesillerinde Allah korkusu hâkim ve güzel ahlâk yaygın bulunduğundan –bu âyete de dayanarak– yakınların birbirleri için şahitlikleri kabul ediliyordu, bu konuda hiçbir kimseden peşinen şüphe edilmiyordu. İslâm topluluğu sosyal ve kültürel değişmeler geçirdikçe yakınların birbirleri hakkında yapacakları şahitliklerin geçerliği tartışılmaya başlandı, birçok müctehid, “yakınlığın ve menfaatin saptırma ihtimali güçlü bulunduğu durumlarda” şahitliği geçerli saymadı.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 159-160

 

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Size şahitlerin en hayırlısını haber vereyim mi? O kendisine sorulmadan şahitlik görevini yerine getiren kimsedir.”

( Müslüm , Akdiye 19, Ebu Davud , Aldiye 13; Tirmizi ,Şehadat 1)

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

 

Leva لوي :  İpi sarmak veya eğirmektir. لِوَاء ise sancak demektir, rüzgâr ile bükülerek dalgalandığından bu adı almıştır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli livâ (sancağı)dır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı  كُونُوا قَوَّام۪ينَ ’dir.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُونُوا  nakıs,  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  كُونُوا ‘nun ismi olarak mahallen merfûdur. قَوَّام۪ينَ  kelimesi  كُونُوا ‘nun haberi olup, nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.

بِالْقِسْطِ  car mecruru  قَوَّام۪ينَ ’ye mütealliktir.  شُهَدَٓاءَ  kelimesi  كُونُوا ’nun ikinci haberi olup fetha ile mansubdur. Sonunda zaid, yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.  لِلّٰهِ  car mecruru  شُهَدَٓاءَ ‘ye mütealliktir. 

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde   اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

قَوَّام۪ينَ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شُهَدَٓاءَ  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ

 

Cümle, atıf harfi وَ  ile nidanın cevabına matuftur. لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لوجبت عليكم الشهادة  (Şahitlik yapmak gerekir.) şeklindedir.  

عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  car mecruru mahzuf fiil  كان ‘nin haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  كان ‘nin ismi  لَوْ ’den sonrasıdır. Takdiri, ولو كانت الشهادة مستقرة على أنفسكم (Bu şahitlik sizin zararınıza olsa bile) şeklindedir. 

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. الْوَالِدَيْنِ  atıf harfi  اَوِ  ile  اَنْفُسِكُمْ  matuf olup, müsenna olduğu için cer alameti  يْ ‘dir.  

الْاَقْرَب۪ينَ  atıf harfi  وَ ’la  الْوَالِدَيْنِ ’ye matuf olup, cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ


اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

يَكُنْ  şart fiili olup, nakıs sükun ile meczum muzari fiildir. يَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. غَنِيًّا  kelimesi  يَكُنْ ’un haberi olup fetha ile mansubdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. فَق۪يرًا  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri فلا تمتنعوا من الشهادة طلبا لرضا الغني أو ترحما على الفقير (Şahitlik etmekten, zenginin rızasını kazanmak ve fakire merhamet etmek için sakınmayın) şeklindedir.

فَ  ta’liliyyedir. Şartın cevabının başına gelen rabıta harfi de olması da caizdir.  

اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur.  اَوْلٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdir. بِهِمَا  car mecruru  اَوْلٰى ‘ya mütealliktir.

فَ  istînâfiyyedir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعُوا۟  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

الْهَوٰٓى  mef’ûlun bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf harfi cer ile  تَتَّبِعُوا  fiiline mütealliktir.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

تَعْدِلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَتَّبِعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَوْلٰى  kelimesi ism-i tafdildir.İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَلْوُٓ۫ا  şart fiili olup,  ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. تُعْرِضُوا  atıf harfi  اَوْ  ile  تَلْوُٓ۫ا ‘ye matuftur. 

تُعْرِضُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  

ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harfi ceriyle  خَب۪يرًا ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  خَب۪يرًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

تُعْرِضُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عرض ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

خَب۪يرًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

Nidanın cevap cümlesi olan  كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

قَوَّام۪  mübalağalı ism-i faildir. Bu kelime Kur’an’da 3 kez geçmiştir. (Nisa/34-135 ve Maide/8). Son ikisi aynı konudadır. Yönetici, bir işi üstlenen manasındadır.

قَوّامِينَ  kelimesi sıygası itibarıyla çokluğa delalet eder. Bundan murad da lâzımıdır. Yani hiçbir durumda bu görevi aksatmamasıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Adalet emrinin şahitlikten önce verilmesi:

a) İnsanların pek çoğunun âdeti, başkalarına ma’rûfu emretmektir. Ama iş kendilerine varıp dayandığında, ma’rûfu kendilerine de emretmeyi bırakırlar. Hatta kendilerinden en çirkin bir şey südur etmiş olsa dahi müsamaha görüp çok güzel bir şeymiş gibi kabul görür. Ama aynı fiil başkalarından südur ettiğinde bu, münakaşa mevzusu olur. Binaenaleyh Allah Teâlâ bu ayette, bu yolun kötü olduğuna dikkat çekmiştir. Zira Cenab-ı Hakk, insanlara ilk önce adaleti yerine getirmelerini emretmiş ve güzel yolun, insanın kendisini sıkıştırıp muaheze etmesinin, başkalarını sıkıştırıp muaheze etmesinden daha üstün olması olduğuna dikkat çekmek için, ikinci kez başkalarının aleyhine şehadette bulunmayı emretmiştir.

b) Adaleti bihakkın yerine getirmek, başkalarından, yani üzerinde hak bulunan kimselerden zararı gidermekten ibarettir. Halbuki kişinin kendi nefsinden zararı defetmesi, başkasından defetmesinden önce gelir.

c) Adaleti bihakkın yerine getirmek bir fiildir. Şehadet ise sözdür. Halbuki fiil, sözden daha kuvvetlidir.

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَالْمَلٰئِكَةُ وَاُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ  [Allah şu hakikati, kendinden başka hiçbir tanrı olmadığını, adaleti ayakta tutarak açıkladı. (Âl-i İmran Suresi, 18)] buyurmuş, böylece bu ayette şehadeti, adaleti yerine getirmekten önce zikretmiştir. Halbuki tefsirini yapmakta olduğumuz bu ayette ise adaleti yerine getirmeyi daha önce zikretmiştir. Binaenaleyh aralarındaki fark nedir? denirse biz deriz ki:

Allah’ın şehadeti, kendisinin mahlûkatın yaratıcısı olmasından; O’nun adaleti yerine getirmesi ise o mahlûkat hakkında adaleti ifa edenleri görüp gözetmesinden ibarettir. (Âl-i İmran Suresi,18) Şehadetin, adaleti ifa etmeden önce zikredilmiş olması gerekir. Ama kullar hakkında kullanılan, “adaleti bihakkın yerine getirmek” buyruğu ise kulun adaleti görüp gözetmesi ve zulme karşı koymasından ibarettir. İnsanın, böyle olmaması halinde başkası hakkındaki şehadetinin makbul olmayacağı malumdur. Âl,i İmran Suresi, 18. ayetteki ifadesinde vacip olan, şehadetin adaleti yerine getirmekten önce zikredilmiş olması; burada vacip olanın ise şehadetin, adaleti bihakkın yerine getirmekten sonra olması olduğu sabit olmuş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ

 

Hal  وَ ’ı ile gelen cümle şart üslubunda inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  takdir edilen  كان  fiilinin mahzuf haberine müteallıktır. Bu şart cümlesinin cevabı da mahzuftur. 

الْوَالِدَيْنِ  ve  الْاَقْرَب۪ينَۚ  tezayüf sebebiyle  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ’e atfedilmiştir.

الْوَالِدَيْن - الْاَقْرَب۪ينَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümle, atıf harfi  وَ ’ la nidanın cevabına atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ car mecruru, takdir edilen  كان  fiilinin takdir edilen mahzuf haberine mütealliktir. 

Şartın cevabının hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri;  لوجبت عليكم الشهادة  (Size şahitlik vacib oldu) şeklindedir.

Bu takdire göre mezkur şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır.

Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. 

Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim ’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

الْوَالِدَيْنِ  ve  الْاَقْرَب۪ينَ  tezayüf sebebiyle  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ ’e atfedilmiştir.

الْوَالِدَيْن - الْاَقْرَب۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan  يَكُنْ غَنِياًّ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.

Öncesinin delaletiyle takdiri  فلا تمتنعوا من الشهادة طلبا لرضا الغني أو ترحما على الفقير  (Zenginlerin rızasını veya fakirlere merhamet ederek şahitlikten kaçınmayın) olan cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِنْ  şart edatı, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali bulunan fiillerde, başka bir deyişle, bir olay veya eylem, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimallerini eşit derecede taşıyorsa kullanılır. Eylemin gerçekleşeceği kesin bilindiğinde ise  اِذَا  edatı kullanılır. (Cürcânî, Delâilu’l-İʻcâz, s. 83)

فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا  cümlesinde  فَ  ta’liliyyedir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

غَنِيًّا - فَق۪يرًا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

الغني  kelimesindeki asıl anlam fakirin mukabili (zıddı) olmasıdır. Yani ihtiyaçsızlık halidir. Allah'tan başkasına izafe edildiğinde  عن  harfi ile kullanılırken Allah Teâlâ’ya nispet edildiğinde harf olmaksızın kullanılır. Allah Teâlâ’nın zenginleştirmesi bir hususiyete, hadde (sınır) ve kayda ihtiyacı olmayan bir durumdur. O neyi nasıl dilerse öyle yapan mutlak kudret sahibidir. Allah’tan gayrı herhangi bir şey için söz konusu olduğunda kullanımına gelince; o şey ancak hususi (spesifik) bir cihetten ihtiyacı giderebilir. Ameli, tesiri ve kudreti sınırlıdır.  ّالغني  Kur’an-ı Kerim’de 4 sıfatla vasıflanmıştır:

2/267  كَر۪يمٌ  6/133  - وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ  2/263 -  وَٱللَّهُ غَنِىٌّ حَلِيمٌ  27/40 -  وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ    وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَة  (Mustafavi, Tahkik)


 فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ


فَ  istînâfiyyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَعْدِلُوا  cümlesi, masdar tevili ile takdir edilen mahzuf  ل  harfiyle birlikte لَا تَتَّبِعُوا  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِالْقِسْطِ - تَعْدِلُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Furuk’da  الْهَوٰٓى  ve şehvetin farkı hususunda şunlar söylenmiştir: “Hevâ nefsin kendisini ilgilendirmeyen bir şeye meylederek uygun olmayacak bir biçimde yaklaşmasıdır. Bu nedenle genellikle hevâ bir yergi nitelemesi olarak kabul edilir. İnsan yemeğe karşı şehvet (aşırı arzu)  duyabilir, ancak yemeğe karşı hevâ (za’f) göstermez.”

Kur’an-ı Kerim’de bir defa geçmiş ve cehennem isimlerinden olan “Hâviye” kelimesi de bu kökten gelir.

 

وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

Cümle, atıf harfi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî isnad olmak bakımından mutabakat vardır.  وَ ‘ın  istînâfiyye olduğu da söylenmiştir.

Şart üslubunda gelen terkipte  تَلْـوُٓ۫ا  cümlesi, şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  تُعْرِضُوا  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

فَ  karînesiyle gelen  فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  şeklindeki cevap cümlesi, 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır. 

اِنَّ ’nin haberi olan  كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  بِمَا , konudaki önemine binaen amili olan  خَب۪يراً  ’e takdim edilmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle  خَب۪يراً ’e mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ , tecessüm ve teceddüt ifade eder.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberi olan  خَب۪يراً , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. Faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil tertip faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümle “Allah Teâlâ yaptıklarınızı bilir” anlamının yanında “bilmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lazım zikredilmiş, melzum kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani  Allah ezelde  عَل۪يماً  ve  حَك۪يماًۙ  olduğu gibi gelecekte de Alîm ve Hakîm’dir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

يَكُنْ - كُونُوا - كَانَ  arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

تَلْوُٓ۫ا  kelimesi burada yalan söylemek manasında istiare olarak gelmiştir.

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا  sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanlardan haberdar olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Burada zamir makamında Allah isminin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

فَإنَّ اللَّهَ كانَ بِما تَعْمَلُونَ خَبِيرًا  cümlesi vaîdden kinayedir. Çünkü o kötülük yapanı bilir ve ona azap etmeye kādirdir ama azap etmez. Bu yüzden cümle  إنَّ  ve  كانَ  ile tekid edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.