لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَٰكِنِ | fakat |
|
2 | الرَّاسِخُونَ | derinleşmiş olanlar |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْعِلْمِ | ilimde |
|
5 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
6 | وَالْمُؤْمِنُونَ | ve mü’minler |
|
7 | يُؤْمِنُونَ | inanırlar |
|
8 | بِمَا | şeye |
|
9 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
10 | إِلَيْكَ | sana |
|
11 | وَمَا | ve şeye |
|
12 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِكَ | senden önce |
|
15 | وَالْمُقِيمِينَ | O kılanlar |
|
16 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
17 | وَالْمُؤْتُونَ | verenler |
|
18 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
19 | وَالْمُؤْمِنُونَ | inananlar var ya |
|
20 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
21 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
22 | الْاخِرِ | ahiret |
|
23 | أُولَٰئِكَ | işte onlara |
|
24 | سَنُؤْتِيهِمْ | vereceğiz |
|
25 | أَجْرًا | bir mükafat |
|
26 | عَظِيمًا | büyük |
|
Derinleşmiş bilgi ve aydınlatıcı iman.. Bu ikisi kişiyi dinin tümüne inanmaya yöneltir. Bir olan Allah’ın katından gelen dinin tek olduğu sonucuna götürür.
Derinleşmiş bilginin, iman gibi, kalbi nura açan dosdoğru tanımaya bir yol olarak tavsif edilmesi, o günkü pratik durumu tasvir ettiği kadar, insan ruhunun her zamanki olgusunu da tasvir eden Kur’ân’ın ifade tarzının bir özelliğidir. Buna göre yüzeysel bilgi inatçı küfür gibidir. Bu ikisi, kalp ile sağlam bilgi arasına girip engel oluşturur. Bunu her zaman görmemiz mümkündür.
Çünkü ilimde derinleşenler ve ondan gerçek bir pay alanlar, kendilerini imanın evrensel kanıtlarının önünde bulurlar. Yada en azından bu evrenin, bir tek ilahının olduğuna, bu ilahın her şeye egemen olduğuna, dilediği gibi evirip-çevirip tasarrufta bulunduğuna, biricik irade sahibi olduğuna ve bu evrensel tek yasağı koyduğuna inanmaktan başka cevabı bulunmayan, birçok evrensel soruların belirtilerin karşısında bulacaklardır kendilerini. Böylece, hidayet arzusu gönüllerine dolan bu müminlerin, kalplerini yüce Allah açar ve ruhlarını hidayete bağlar. Ancak sırf bu bilgi peşinde koşup kendini bilgin zannedenler, kabukta kalınış bilgiyi, kalpleri ile iman kanıtlarını kavrama arasına engel yaparlar. Yada eksik ve yüzeysel bilgileri nedeniyle, kafalarında soru uyandıracak işaretleri göremezler. Bunlar, kalpleri doğru yolu bulmak için çarpmayan ve böyle bir arzu duymayan kimseler gibidirler. Her iki durumda da kalp, iman noktasında tatmin olmak için araştırma ihtiyacı duymaz. Yada bir dine bağlı bulunmayı bilgisizlik saplantısı kabul ederler. Yahut da herşeye tek başına hakim yüce Allah’ın katından birbirine bağlı Rasûller (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) kervanının eliyle gelen gerçek dinleri birbirinden ayırırlar.
Yaygın rivayete göre, Kur’ân’ın bu işaretinden en başta, Rasûlullah’ın (sâlat ve selâm üzerine olsun) çağrısına uyan yahudi grubu kastedilmektedir. Bunların da isimlerini daha önce belirtmiştik. Ancak ayet geneldir. Her zaman onlardan, derin bilginin yada gerçeği gören inancın yol göstericiliğinde, bu dini kabul edenleri kapsamaktadır.
Kur’ân’ın akışı hem bunları hem de onları, sıfatlarını belirlediği müminler kervanına katıyor:
“Namaz kılanlar, zekat verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar.”
Bunlar, müslümanların ayırıcı sıfatlarıdır; namaz kılmak, zekat vermek Allah’a ve ahiret gününe inanmak. Bunların mükafatı da yüce Allah’ı belirlediğidir:
`… Büyük bir mükafat vereceğiz.”
Ayette geçen `Mukiymines-salah (Namaz kılanlar)’ deyimi, alışık olmadığımız bir kalıpta yer almaktadır. Bunun nedeni, bir yoruma göre namaz kılmanın önemini iyice vurgulamalıdır. Özel bir münasebetle akış içinde özel bir anlamı belirginleştirmek için, bu tur ifade tarzına Arap üslubunda ve Kur’ân`da rastlamak mümkündür. Her ne kadar İbn-i Mes’ud (r.a) mushafında, “Mukiymunes-salah” şeklinde merfu olarak yer almışsa da diğer tüm mushaflarda bu şekildedir.
Ayetlerin akışı Ehl-i Kitap’la -burada özellikle yahudilerle- yeniden karşılaşmaya başlıyor. Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) peygamberliğine karşı tutumlarına ve yüce Allah’ın kendisini peygamber olarak göndermediğini iddia etmelerine karşılık vermektedir. Peygamberleri birbirinden ayırmaya kalkışmalarını ve peygamberliğine delil olarak üzerlerine gökten bir kitap indïrmesini istemek suretiyle O’nu sıkmalarını dile getirmektedir. Böylece peygambere valıyin gelmesinin, şimdiye kadar görülmemiş ve garip bir şey olmadığını belirtmektedir. Bu, Nuh (a.s)’dan Hz. Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun)’a kadar tüm peygamberlerin gönderilişinde uygulanan bir kuraldır. Bu peygamberlerin tümü de müjdelemek ve korkutmak için gönderilmişlerdir. Allah’ın kullarına karşı rahmeti böyle gerektirmiştir. Böylece onlara karşı bir delil ve hesap gününden önce bir uyarı kılmıştır bunu. Tüm peygamberler bir tek hedefi gerçekleştirmek için, bir tek vahiyle gelmişlerdir. Onların arasını ayırmak, hiçbir kanıta dayanmayan sırf inatçılıktan kaynaklanan bir davranıştır. Ancak onlar inat ediyorlarsa, Allah şahittir. -Zaten O şahit olarak yeterlidir- Melekler de şahittir.
(Fizilalil Kur’ân-Seyyid Kutub)
لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ
İsim cümlesidir. لٰكِنِ istidrak harfidir. لٰكِنّ ’den muhaffefedir. Amel etmemiştir. الرَّاسِخُونَ mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
فِي الْعِلْمِ car mecruru الرَّاسِخُونَ ’ye mütealliktir. مِنْهُمْ car mecruru الرَّاسِخُونَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. الْمُؤْمِنُونَ atıf harfi وَ ’la الرَّاسِخُونَ ’ye matuftur.
الرَّاسِخُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan رسخ fiilinin ism-i failidir.
الْمُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
يُؤْمِنُونَ cümlesi, الرَّاسِخُونَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, ب harf-i ceriyle يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اِلَيْكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir.
وَمَٓا اُنْزِلَ cümlesi, atıf harfi وَ ’la birinci ism-i mevsûl cümlesine matuftur. اُنْزِلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. مِنْ قَبْلِكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُق۪يم۪ينَ mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup nasb alameti ي ’dir. Takdiri, أمدح (Methederim.) şeklindedir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. الصَّلٰوةَ ism-i fail الْمُق۪يم۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
الْمُؤْتُونَ mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Takdiri, هم şeklindedir. الزَّكٰوةَ ismi fail الْمُؤْتُونَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
الْمُؤْمِنُونَ atıf harfi وَ ’la الْمُؤْتُونَ ‘ye matuftur. بِاللّٰهِ car mecruru الْمُؤْمِنُونَ ’ye mütealliktir.
الْيَوْمِ atıf harfi و ’la lafza-i celâle matuftur. الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dir.
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمُق۪يم۪ينَ - مُؤْمِنُونَ - الْمُؤْتُونَ kelimeleri; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. سَنُؤْت۪يهِمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَنُؤْت۪يهِمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahalllen mansubdur. اَجْرًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi mübtedaya olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) سَنُؤْت۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstidrak harfi لٰكِنِ burada amel etmemiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الرَّاسِخُونَ mübteda, فِي الْعِلْمِ car mecruru mübteda olan الرَّاسِخُونَ ‘ ye mütealliktir. Çünkü الرَّاسِخُونَ ism-i fail kalıbındadır. وَالْمُؤْمِنُونَ , tezâyüf dolayısıyla mübtedaya atfedilmiştir.
مِنْهُمْ car mecruru الرَّاسِخُونَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
فِي الْعِلْمِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ilim içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ilim hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak ilimdeki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
رَّاسِخُ hakikate yürümekte ayağı sabit, sarsılmayan demektir. Temekkün, ilimde sebat etme ve yerleşme manasında istiaredir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Müstear minh ilim, müstear leh vahye dayalı ilimdir.
Câmi’; her yıl, her zaman meyve vermesidir. Hayatta beden için gıda neyse ruh için de ilim aynı şekilde ihtiyaçtır. İkisi de Allah’tandır. Meyve, ilim de çok çalışarak elde edilir. Ağacın üstü yükseldikçe kökü de o kadar derinleşir. Onun sarsılıp sökülmesini engeller. İnsan da ilimde ilerledikçe imanı sabitleşir, sarsılmaz hale gelir.
يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ
Cümle, الرَّاسِخُونَ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ' nın sılası olan اُنْزِلَ اِلَيْكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ cümlesi, اُنْزِلَ اِلَيْكَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اُنْزِلَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
الْمُق۪يم۪ينَ kelimesi, takdiri امدح (methederim) olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Bu kelimenin بِمَٓا veya اِلَيْكَ ’ye matuf olduğu da söylenmiştir.
Güvenli oldu, emniyette oldu anlamındaki اٰمَن fiilinin بِ harfi ile gelerek ‘iman etti’ manasında olması, tazmin sanatıdır.
الْمُق۪يم۪ونَ şeklinde merfû olarak gelmesi gerekirken, namazın önemine dikkat çekmek için nasb halinde gelmiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ ifadesi ikâme-i salâtın (yani daha ziyade namaz vb. ritüellerde tezâhür eden gerçek dindarlığın) faziletini belirtmek için başında varsayılan bir امدح fiiliyle mansubdur. Bu yaygın bir kullanımdır. Sîbeveyhi mülhitlerce bu ifadeye yöneltilen itirazı, misaller ve şahitlerle çürütmüştür. Bazılarının mushaf hattında bir yanlışlık meydana geldiğine ilişkin iddialarına da itibar edilmez. Böyle bir şeye itibar edenler Kur’an’a iyice bakmayanlar, Arapların bu tür kullanımlarını -bu tür kelimeleri- “hâssaten/hele hele” anlamını vermek ve bir çeşitlilik katmak için mansub okuduklarını bilmeyenlerdir. Böyleleri bilmiyorlar ki Tevrat ve İncil’de kendilerinden övgüyle bahsedilmiş, bilinci saf olan sahabe nesli, İslam’a toz kondurmama ve ona yöneltilen her türlü itirazı bertaraf etme konusunda Allah’ın kitabında kendilerinden sonrakilerin kapatacakları bir gedik ve gelecektekilerin fark edebileceği bir kusur bırakmayacak kadar büyük bir hassasiyete sahip idiler. وَالْمُؤْمِنُونَ kelimesinin بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ ibaresine atfedildiği ve bu sebeple mecrur olduğu da söylenmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l- Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
الْمُق۪يم۪ Kur’an’da 3 kere bu şekilde namaz için gelmiştir. Diğer ikisi İbrahim Suresi 40. ve Hac Suresi 35. ayetleridir. Zekat vermek sadece burada böyle isim olarak gelmiştir. Mümin kelimesi ise çok geçmiştir.
وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
وَ atıf harfidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هُمْ (Onlar) olan mübteda mahzuftur. وَالْمُؤْمِنُونَ kelimesi وَالْمُؤْتُونَ ‘ya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. الْيَوْمِ kelimesi lafza-i celâle matuftur.
Mümin olmak için gerekli özelliklerin sayılması taksim sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ardarda sayılan övücü sıfatlar dolayısıyla istitbâ sanatı vardır.
مُؤْتُونَ - الْمُؤْمِنُونَ - الْمُق۪يم۪ينَ sıfatları isim olarak gelmiş, böylece bu fiillerin devamlı olarak yapıldığına işaret etmiştir.
Allah Teâlâ onları ilimde kök salan kimseler (الرَّاسِخُونَ) olarak tavsif etmiş ve bunu izah ederek öncelikle onların Allah’ın hükümlerini bilip onlara göre amel ettiklerini beyan etmiştir.
Onların, Allah'ın hükümlerini bilmeleri, يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِك “(Onlar) hem sana indirilen (Kur’an’a) hem senden evvel indirilen (kitaplara) iman ederler” ifadesi ile, bildikleri hükümlerle amel etmeleri ise وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ “namazı dosdoğru kılanlar, zekâtı verenlerdir” tabiri ile anlatılmıştır. Allah Teâlâ, en şerefli taat oldukları için burada özellikle namazı kılma ve zekâtı vermeden bahsetmiştir. Çünkü namaz, bedenî ibadetlerin en şereflisi, zekât da mal ile yapılan ibadetlerin en şereflisidir. Hakk Teâlâ onların, Allah’ın hükümlerini bilip onlarla amel ettiklerini anlattıktan sonra onların Allah’ı bildiklerini de beyan etmiştir. En kıymetli bilgi, mebde ve mead (ilk yaratılış ve ahiret) bilgisidir. Bundan dolayı mebde bilgisi ayette, “Allah'a inanırlar” sözü ile mead (ahiret) bilgisi de “ve ahiret gününe inanırlar” sözü ile anlatılmıştır. Cenab-ı Hakk, bu üç kısmı izah edince ayette bahsedilenlerin Allah’ın hükümlerini bilip onunla amel eden kimseler oldukları ve Allah ile ahireti bilip inandıkları ortaya çıkmış olur. Bu ilim ve bilgiler bulununca da onların ilimde kök salmış (الرَّاسِخُونَ) oldukları anlaşılmış olur. Çünkü insanın kemâl ve mertebe bakımından bundan daha yüksek olması mümkün değildir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh işaret ismiyle gelerek muhatabı ikaz etmiş, zikredilenler için tazim ifade etmiş ve akıbeti bildirmiştir.
Müsned olan سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟ cümle, istikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
س lafzı ile dünyada gerçekleşecek olayların, سوف lafzı ile ise, ahirette gerçekleşecek olayların ifade edilmesi için kullanıldığı belirtilmektedir. (Necmettin Çalışkan, Abdurrahman Hasan Habenneke El-Meydânî Ve Tefsîri)
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği konunun daha iyi kavranmasını sağlar.
اَجْرًا ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اُو۬لٰٓئِكَ [işte onlar]’ın kullanılması, onların fazilet derecesinin pek yüksek ve mertebelerinin pek uzak olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)
اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ [Onlara azim ecir vereceğiz.] sözünde istiare vardır. Allah ve resulüne iman edip aralarını ayırmayanlar, ücretle çalışan işçilere benzetilmiştir. Câmi’, yaptığının karşılığını kesin alacak olmalarıdır.
Ayetteki اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ ifadesinde gaib sıygasından hitap sıygasına geçiş şeklinde iltifat vardır. Zira kelamın dizilişine göre ifade سيؤتيهم şeklinde olabilirdi. Nitekim kıraat imamlarından Hamza bu şekilde okumuştur. Ayrıca اَجْرًا kelimesinin nekre olarak gelmesi mükâfatın büyüklüğüne dikkat çekmek içindir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
يُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِنُونَ ve سَنُؤْت۪يهِمْ - الْمُؤْتُونَ kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr ve iştikak cinası vardır.
مَٓا - اُنْزِلَ - الْمُؤْمِنُونَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.