اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الرِّجَالُ | erkekler |
|
2 | قَوَّامُونَ | yöneticidirler |
|
3 | عَلَى | üzerinde |
|
4 | النِّسَاءِ | kadınlar |
|
5 | بِمَا | zira |
|
6 | فَضَّلَ | üstün kılmıştır |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | بَعْضَهُمْ | bir kısmını |
|
9 | عَلَىٰ | üzerine |
|
10 | بَعْضٍ | diğerinin |
|
11 | وَبِمَا | ve çünkü |
|
12 | أَنْفَقُوا | infak ederler |
|
13 | مِنْ | -ndan |
|
14 | أَمْوَالِهِمْ | malları- |
|
15 | فَالصَّالِحَاتُ | iyi kadınlar |
|
16 | قَانِتَاتٌ | ita’atkar olup |
|
17 | حَافِظَاتٌ | korurlar |
|
18 | لِلْغَيْبِ | gizliyi |
|
19 | بِمَا | karşılık |
|
20 | حَفِظَ | kendilerini korumasına |
|
21 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
22 | وَاللَّاتِي | kadınlara |
|
23 | تَخَافُونَ | korktuğunuz |
|
24 | نُشُوزَهُنَّ | hırçınlık etmelerinden |
|
25 | فَعِظُوهُنَّ | öğüt verin |
|
26 | وَاهْجُرُوهُنَّ | onlara sokulmayın |
|
27 | فِي |
|
|
28 | الْمَضَاجِعِ | yataklarda |
|
29 | وَاضْرِبُوهُنَّ | ve onları dövün |
|
30 | فَإِنْ | eğer |
|
31 | أَطَعْنَكُمْ | size ita’at ederlerse |
|
32 | فَلَا |
|
|
33 | تَبْغُوا | artık aramayın |
|
34 | عَلَيْهِنَّ | onların aleyhine |
|
35 | سَبِيلًا | başka bir yol |
|
36 | إِنَّ | çünkü |
|
37 | اللَّهَ | Allah |
|
38 | كَانَ |
|
|
39 | عَلِيًّا | yücedir |
|
40 | كَبِيرًا | büyüktür |
|
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/527/34-ayet-tefsiri
Nüşuz, tepe demektir. Uzaktan görülen, ortaya çıkan, kabarmış damar (Sinirlenince damarlar kabarır ve ortaya çıkar) demektir. Bunu sadakatsizlik, kadının kocasına tepeden bakması şeklinde yorumlamışlar. Bu kelime Nisa suresi 128. ayette erkek için kullanılmış. Kadına mahsus bir şey değildir. Genel anlamda evlilikte problem çıkarma olarak anlayabiliriz. Evliliğin huzurunu kaçıracak boyutta olan problem, mesela kadının soy sopu ile övünmesi ve erkeğe tepeden bakması, erkeğin gücüne gölge düşürür. Sadakatsizlik de düşünülmüştür. Ayetin sadakatsizlik durumunda son çözüm yolu olarak kadını dövmeyi tavsiye ettiği düşünüldüğünde bugün böyle durumlarda daha ileri gidilip kadının öldürüldüğünü görüyoruz.
Kavvam, kalktı manasındaki kâme fiilinin türevidir. Kavvam, mübalağalı ismi faildir. Kâme ale’l mer’eti; kadını gözetmek, geçimini üstlenmek demektir. Parayı kazandığı için evin yönetimi de erkeğe aittir.
Altın, gitti manasındaki zehebe ile aynı kökten gelir. Çabuk harcandığı ve diğer dünya malları gibi geçici olduğu içindir.
Bir kadının işine bakan ve korunmasına önem veren ve işlerini idare edene "Kayyimü'l-mer'eti" ve daha kuvvetli olarak "Kavvâmü'l-mer'eti" denilir. Bu deyim, erkeğin kadına hakimiyyetini ve fakat rastgele değil "Milletin efendisi, onlara hizmet edendir." manası üzere hizmetçilikle karışık bir hakimiyetini ifade eder. Bundan dolayı bir taraftan erkeğin üstünlüğünü anlatırken diğer taraftan da kadının değer ve üstünlüğünü bildirir. Ve bu ayırım içinde eşitlik iddiasını kaldırarak karşılıklı olarak farklı bir eşitlik metoduyla öyle bir birlik sağlar ki, bu durum sultan ile ümmet arasındaki karşılıklı haklara benzeyecek ve bu şekilde aile terbiyesi, toplum terbiyesi ve siyasi terbiyenin bir başlangıcı olacaktır. Bunun için Kadı Beydâvînin tefsirinde der ki, "Valiler, halkı idare ettikleri gibi onlar da kadınları öyle idare ederler." Şimdi bu esas da biri Allah tarafından verilen, diğeri çalışmakla kazanılan iki sebebe bağlanarak buyuruluyor ki: Çünkü erkekler ve kadınların bir kısmını diğerine yaratılış açısından üstün kılmıştır. zamirinin delalet ettiği mana ile bundan erkeklerin kadınlara üstünlüğü ve tercihleri anlaşılmakla beraber ayetin öyle güzel bir açıklaması vardır ki, bu üstünlük ve değeri, "Allah o erkekleri kadınlara üstün kılmıştır." diye mutlak surette erkeklere tahsis etmemiş, kapalı olarak bazısının diğer bazısına üstünlüğünü ifade etmiştir. Bu ise, erkeğin kadında bulunmayan, yaratılıştan var olan bir takım üstünlüklere sahip olduğu gibi, aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan yaratılıştan var olan bazı üstün vasıflara sahip olduğunu ve bundan dolayı her ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ve bu şekilde erkekle kadının yaratılıştan farklı ve karşılıklı olarak birbirlerinden üstünlükleri olduğu gibi, her erkeğin ve aynı şekilde her kadının da seviyelerinin bir olmadığını ve bundan dolayı her erkeğin, her kadın ile tek olarak mukayese edilemeyeceğini ve bununla birlikte bütün bunlar toptan karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacının, erkeklerin kadınlara ihtiyacından daha fazla olduğunu ifade eder. (Elmalılı)
Kadını yatağında terk etmek çok evliliklerde kadına ceza oluyor. Yoksa erkek yatağı terk etmekten daha çok zarar görür.
Allah’ın koruduğunu korumak; eşi yokken de kendisine emanet edilen şeyi korumak demektir.
Darabe fiiline Cumhurun verdiği mana dövmektir. Bunun sınırları vardır: Yüze vuramaz, iz bırakamaz. Yani dövmenin fonksiyonu burada bu hareketi bir daha yapmaması için kişiliğini zedelemektir.
Bazınız bazınıza üstün kılınmıştır: Her cins farklı alanlarda yetenekli yaratılmış ki dünya hayatı rahat bir şekilde yaşansın. Bir cinse mensup kişiler arasında da farklılıklar var. Yeteneklerimizi keşfedip onun üzerine çalışmak gerekir..
Saliha kadının özellikleri: itaatkar olmak, koruyucu olmak, her açıdan, evini, çocuğunu vs, çıkıntı yapmamaktır. Ahzâb/33'te geçen La teberrecne kelimesi de burçtan gelir ve bu nüşuz fiili gibi sivrilmek, ortaya çıkmak, göze çarpmak tarzı bir anlamı vardır
Kanete; kavramı, gönülden bağlılıkla beraber olan sürekli itaattir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kunut (duası)dır.(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ
İsim cümlesidir. اَلرِّجَالُ mübteda olup damme ile merfûdur. قَوَّامُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
عَلَى النِّسَٓاءِ car mecruru قَوَّامُونَ ‘ye mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle قَوَّامُونَ ’ye mütealliktir.
فَضَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. بَعْضَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى بَعْضٍ car mecruru فَضَّلَ fiiline mütealliktir.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle atıf harfi وَ ile önceki masdar-ı müevvele matuftur.
اَنْفَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ اَمْوَالِهِمْ car mecruru اَنْفَقُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفَقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نفق ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَضَّلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فضل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَوَّامُونَ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. الصَّالِحَاتُ mübteda olup damme ile merfûdur. قَانِتَاتٌ haber olup damme ile merfûdur. حَافِظَاتٌ ikinci haber olup damme ile merfûdur.
لِ zaiddir. اَلْغَيْبِ lafzen mecrur, حَافِظَاتٌ ’un mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle حَافِظَاتٌ veya قَانِتَاتٌ ’e mütealliktir.
حَفِظَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَّالِحَاتُ kelimesi, sülâsi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
قَانِتَاتٌ kelimesi, sülâsi mücerredi قنت olan fiilin ism-i failidir.
حَافِظَاتٌ kelimesi, sülâsi mücerredi حفظ olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müfred müennes has ism-i mevsûl الّٰت۪ي mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَخَافُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَخَافُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. نُشُوزَهُنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَعِظُوهُنَّ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ zaiddir. عِظُوهُنَّ fiili نَ ‘ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اهْجُرُوهُنَّ atıf harfi وَ ile عِظُوهُنَّ ‘ye matuftur.
وَاهْجُرُوهُنَّ fiili نَ ‘ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فِي الْمَضَاجِعِ car mecruru اهْجُرُوهُنَّ fiiline mütealliktir. اضْرِبُوهُنَّۚ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la عِظُوهُنَّ ‘ye matuftur.
فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَطَعْنَكُمْ şart fiili olup, fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَبْغُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِنَّ car mecruru تَبْغُوا fiiline mütealliktir. سَب۪يلًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَطَعْنَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلِيًّا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. كَب۪يرًا ikinci haberi olup fetha ile mansubdur.
كَب۪يرًا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ cümlesi, masdar tevilinde olup بِ harfi ile birlikte قَوَّامُونَ ’ye mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بَعْضٍۢ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْ cümlesi, masdar tevilinde olup بِ harfi ile birlikte ilk masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِلرِّجَالِ - لِلنِّسَٓاءِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
Ayetteki car-mecrurların müteallakı olan قَوَّام , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayette isim cümlesi ve mübalağa sıygası ile قَوَّامُونَ [hâkimler] kelimesinin kullanılması, erkeklerin bu vasfının köklü ve kalıcı olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قَوَّام , mübalağa sıygasıdır. Süreklilik ifade etmesi için gelmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ [Erkekler kadınların sorumluluğunu üstlenmektedir] yani yöneticinin halkı yönetmesi gibi buyurucu ve yasaklayıcı olarak kadınların işlerini erkekler üstlenirler, onlara bu yüzden kavvâm denilmiştir. بَعْضَهُمْ ’daki zamir erkeklere ve kadınlara birlikte râcidir. Yani erkeklerin kadınlara egemen olmasının sebebi, Allah’ın onlardan bazılarını -yani erkekleri- bazılarına -yani kadınlara- avantajlı kılmasıdır. Burada yöneticiliğin zorla, ezerek ve haksız atama ile değil, ancak üstün meziyetlerle hak edildiğine delil vardır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ
فَ , istînâfiyyedir.
Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
الصَّالِحَاتُ kelimesi mübtedadır. قَانِتَاتٌ birinci, حَافِظَاتٌ ise ikinci haberidir.
Haber olan sıfatların arasında و olmaması, mübtedada bu iki vasfın birden mevcudiyetine işaret eder.
İsm-i fail veznindeki حَافِظَاتٌ ‘ün mef’ûlü olan لِلْغَيْبِ ibaresindeki lam, tekit ifade eden zait harftir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80
الصَّالِحَاتُ - قَانِتَاتٌ - حَافِظَاتٌ kelimeleri ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsm-i fail, mefûlünü lâm harf-i ceri ile alırsa gelecek zaman ifade eder. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)
الصَّالِحَاتُ - قَانِتَاتٌ - حَافِظَاتٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, muvazene sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki حَفِظَ اللّٰهُ cümlesi, masdar tevilinde olup بِ harfi ile birlikte قَانِتَاتٌ ’a veya حَافِظَاتٌ ‘a mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, tekrarlanmasında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَافِظَاتٌ - حَفِظَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَانِتَاتٌ [İtaatkârdırlar], kocalarına yönelik yükümlülüklerini yerine getirirler ve gaybı korurlar. Gayb, şehadetin [görülenin] zıttıdır, yani “salih kadınlar, kocalarının yokluğunda, onların bulunmamasının gerektirdiği görevleri yerine getirirler; korumaları gereken namus, ev ve mal gibi şeyleri korurlar.”
بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ ifadesi ise Allah’ın kendilerini korumasına mukabil demektir. Bu, kadınların haklarını gözetmelerini kitabında erkeklere tavsiye etmesi ve erkeklere bu konuda titiz davranmalarını emretmesini resûlüne söylemesidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Kocası yanında iken kadının durumunu قَانِتَاتٌ [itaatkâr] diye tavsif etmiştir. "Kunût" kelimesinin asıl manası, devamlı itaattir. Buna göre mana, "Onlar, kocalarının hakkını hakkıyla yerine getirirler" şeklinde olur. Her ne kadar bu ifade zahiren bir haber ise de, bundan kadınların kocalarına itaat etmelerinin zımnen emredildiği anlaşılır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette, isyan eden ve bu tutumlarını sürdüren kadınlara karşı nasıl bir yol izleneceğine değinilmemesi, bunun beklenen bir sonuç olmadığını ve özellikle bunca tedbirlerden sonra onların şânına yaraşan şeyin itaat olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Cenab-ı Hak, فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ [Salih (iyi) kadınlar, itaatli olanlardır] buyurmuştur ki cemi kelimenin başında bulunan elif-lam, "istiğrak" ifade eder. Bu da her saliha kadının, kocasına itaat etmesi gerektiğini gösterir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Vahidî (r.h) ise: "Kunût, taat manasınadır. Bu kelime, hem Allah'a itaate, hem de kocalara itaate şamil olan umumi bir ifadedir." (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Hak Teâlâ'nın, بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ ifadesin hakkında şu iki izah yapılmıştır:
1- Bu kelime, الَّذِى (ki o) manasına ism-i mevsûl olup, kendisine râci olacak zamir hazfedilmiştir. Bunun takdiri; بِمَا حَفِظُ اللَّهُ لَهُنَّ "Allah'ın onlar için koruduğu şey sebebi ile..." şeklindedir. Buna göre mana, "Allah'ın, erkeklere kadınlar hakkında adil olmalarını, onları iyi bir şekilde tutmalarını ve onlara mehirlerini vermelerini emrederek, kocaları üzerindeki haklarını muhafaza etmesine karşılık, kadınların da kocalarının haklarını muhafaza etmeleri gerekir" şeklindedir. Binaenaleyh ayetteki بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ tabiri, sanki "Bu, şuna karşılıktır" yani "Bu, şunun mukabilindedir" denilmesi gibidir.
2- Bu مَا lafzı, mâ-i masdariyyedir ve takdiri, بِحِفْظِ الَّلهِ "Allah'ın muhafazası sebebi ile..." şeklindedir. Böyle olması halinde de şu iki izah söz konusudur:
a) "Onlar, Allah'ın kendilerini muhafaza etmesi sebebi ile, gaybta da kendilerini korurlar." Yani, "Allah'ın yardım ve muvaffakiyeti olmadan, onların kendilerini korumaları kolay olmaz." Bu, masdarın failine izafesi babındandır.
b) "Kadın, Allah'ın hudutlarını (hükümlerini) ve emirlerini muhafaza edip riayet etmesi sebebi ile, Allah da kendisini korur. Allah onu koruduğu için de, kadın kendisini gaybta da muhafaza edebilir. Zira kadın, Allah'ın mükellef tuttuğu şeylere gayret etmek ve Allah'ın emirlerini muhafaza edip tutma hususunda say-u gayret göstermeseydi, kocasına itaat edemezdi." Bu izaha göre de bu, masdarın mefûlüne muzâf olması babından olmuş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ
Cümle, atıf harfi وَ ’la اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müfred müennes has ism-i mevsûl الّٰت۪ي , mübteda فَعِظُوهُنَّ cümlesi haber konumundadır.
Mevsûlü her zaman takibeden sılası olan تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûl ile marife olması, sonradan gelecek habere dikkat çekmek içindir.
نُشُوزَهُنَّ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Haber olan فَعِظُوهُنَّ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Haber cümlesinin başına gelen فَ , mübtedayı şarta benzetmek için gelen zaid harf veya mübtedanın şart anlamından ötürü gelmiş rabıtadır.
Aynı üsluptaki وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ ve وَاضْرِبُوهُنَّ cümleleri, atıf harfi وَ ile وَاضْرِبُوهُنَّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Her iki cümle de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَخَافُونَ ibaresinde muhataba iltifat vardır.
وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ [Yatakta yalnız bırakmak], cinsel birliktelikten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
İsyankâr kadınlara yapılması emredilenlerin sayılması taksim sanatıdır.
فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ
فَ , istînâfiyye اِنْ şartiyedir. Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan اَطَعْنَكُمْ müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اِنْ , şart fiilinin vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاً , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur عَلَيْهِنَّ , ihtimam için, mef’ûle takdim edilmiştir
Mef’ûl olan سَب۪يلاً ‘deki nekrelik herhangi bir manasında cins ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلًا [Aleyhlerinde yol aramayın] yani nüşûzu bırakıp itaat ve inkıyada döndükleri takdirde onlara kötü davranarak, azarlayarak, incitip suçlayarak saldırmayı bırakın, tövbe [ve özür]lerini kabul edin, yaptıklarını yapmamış gibi kabul edin. “Allah gerçekten yücedir, büyüktür.” Dolayısıyla O’ndan çekinin ve şunu bilin ki O’nun gücü sizin idareniz altındaki kimselere olan gücünüzden çok daha fazladır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve tehdit içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsned olan كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi olan عَلِياًّ , كَب۪يراً kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)