وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاعْبُدُوا | ve kulluk edin |
|
2 | اللَّهَ | Allah’a |
|
3 | وَلَا |
|
|
4 | تُشْرِكُوا | ortak koşmayın |
|
5 | بِهِ | O’na |
|
6 | شَيْئًا | hiçbir şeyi |
|
7 | وَبِالْوَالِدَيْنِ | ve ana babaya |
|
8 | إِحْسَانًا | iyilik edin |
|
9 | وَبِذِي | ve |
|
10 | الْقُرْبَىٰ | akrabaya |
|
11 | وَالْيَتَامَىٰ | ve öksüzlere |
|
12 | وَالْمَسَاكِينِ | ve yoksullara |
|
13 | وَالْجَارِ | ve komşuya |
|
14 | ذِي |
|
|
15 | الْقُرْبَىٰ | yakın |
|
16 | وَالْجَارِ | ve komşuya |
|
17 | الْجُنُبِ | uzak |
|
18 | وَالصَّاحِبِ | ve arkadaşa |
|
19 | بِالْجَنْبِ | yan(ınız)daki |
|
20 | وَابْنِ | ve |
|
21 | السَّبِيلِ | yolcuya |
|
22 | وَمَا | ve |
|
23 | مَلَكَتْ | altında bulunanlara |
|
24 | أَيْمَانُكُمْ | ellerinizin |
|
25 | إِنَّ | şüphesiz |
|
26 | اللَّهَ | Allah |
|
27 | لَا |
|
|
28 | يُحِبُّ | sevmez |
|
29 | مَنْ | kimselerin |
|
30 | كَانَ |
|
|
31 | مُخْتَالًا | kurumlu |
|
32 | فَخُورًا | böbürlenen |
|
36-39 ayetler arası Diyanet tefsiri:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/529/36-39-ayet-tefsiri
Riyazus Salihin, 305 Nolu Hadis: Komşuya İyilik Etmek
İbni Ömer ve Hz. Âişe radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.”
Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mâce, Edeb
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اعْبُدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا تُشْرِكُوا atıf harfi وَ ile اعْبُدُوا ‘ya matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُشْرِكُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru تُشْرِكُوا fiiline mütealliktir. شَيْـًٔا mef’ûlun bih fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْوَالِدَيْنِ car mecruru mahzuf fiile müteallik olup müsenna olduğu için cer alameti ى ‘dir. Takdiri, استوصوا (Tavsiye edin) şeklindedir. اِحْسَانًا mahzuf fiilin mef'ûlu bihi olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. بِذِي car mecruru mahzuf fiile müteallik olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti ي ’dır. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
الْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ atıf harfi وَ ’la بِذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur. ذِي kelimesi الْجَارِ ’ın sıfatı olup, cer alameti ي ’dır. Aynı zamanda muzaftır. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
İkinci الْجَارِ atıf harfi وَ ile ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur. الْجُنُبِ kelimesi الْجَارِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
الصَّاحِبِ atıf harfi وَ ile ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur. بِالْجَنْبِ car mecruru الصَّاحِبِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. ابْنِ السَّب۪يلِ izafeti, atıf harfi وَ ’la ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) تُشْرِكُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , önceki ism-i mevsûle matuf olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَا يُحِبُّ cümlesi, إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. مُخْتَالًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. فَخُورًا ikinci haberi olup fetha ile mansubdur.
یُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُخْتَالًا kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَخُورًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan لَا تُشْرِكُوا cümlesi makabline atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezattır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
شَيْـًٔا ’deki tenvin kıllet ifade eder. ‘Hiçbir’ manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna delalet eder.
Mef'ûlun bihin, zamir yerine bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur.
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا [Kulluk edin ve şirk koşmayın’] sözünde yine umumdan sonra husus ifade edilmiştir. Çünkü kulluk etmenin içinde şirk koşmamak da vardır.
Şirk koşmak; Allah’ın sıfatını başka birine vermek demektir. Yahudiler ve Hristiyanlar ayetleri değiştirince Allah’ın koyduğu hükmü değiştirdikleri, yok saydıkları için şirk koşmuş olurlar.
Şirk koşmak fiil olarak gelmiş, ana babaya iyilik vs isim olarak gelmiş. Demek ki şirkin belirli zamanlarda, belirli olaylarda yenilenme ihtimali var. Ana babaya vs iyiliğe gelince; onlara her zaman iyi davranış üzere olmalıyız.
اعْبُدُوا - لَا تُشْرِكُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Hitap müminleredir. Bunun için ibadet emri, şirkten nehyetmeye takdim edilmiştir. Çünkü şirkin inkârına karar verilmiş, Allah’a ibadete devam ve daha fazlasının yapılması istenmiştir. İslam öncesi dönemde yaptıkları konusunda bir uyarı olarak şirk yasaklanmıştır. İki cümle bir arada hasr sıygası kuvvetindedir. ‘’Allah’a kulluk edin ve ondan başkasına kulluk etmeyin’’ manasındadır. Bu şekilde ispat ve nefy manası içerir. Sanki: ‘’Allah’tan başkasına ibadet etmeyin’’ manasında لا تَعْبُدُوا إلّا اللَّهَ denilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ
وَ ’la gelen cümle, tezayüf nedeniyle istînâfa atfedilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
بِالْوَالِدَيْنِ ’nin müteallakı olan استوصوا [tavsiye edin] fiili mahzuftur. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İyilikle davranılması tavsiye edilenlerin sayılması taksim sanatıdır.
اِحْسَانًا mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olarak cümleyi tekid etmiştir.
ذِي الْقُرْبٰى - الْيَتَامٰى - الْمَسَاك۪ينِ ifadeleri بِالْوَالِدَيْنِ ‘ye matuftur.
بِالْوَالِدَيْنِ ‘ye matuf olan mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlünün sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
الْجَارِ - ذِي الْقُرْبٰى kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْجَارِ - الْجُنُبِ - الْقُرْبٰى ve الْيَتَامٰى - الْمَسَاك۪ينِ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ana-babaya, yakın akrabalara ve devamında sayılan yetim ve yoksullara iyilik yapılmasını emreden bu ayette onlarla güzel ilişki içinde olunmasının Allah’ın kendisine kulluğu emretmesinden ve şirk koşulmasını yasaklamasından sonra gelmesi; bu davranışların kulluğa olan yakınlığı ifade edilmiştir.
الْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى : Akraba, yakın komşu demektir. Terim olarak; Yakın-uzak akrabalık bağını ifade eder.
الْجَارِ الْجُنُبِ : Akraba olmayan çevredeki kişiler ( جنب ‘yan’ demek, daha uzak komşu) demektir. Terim olarak; çevredeki akraba olmayan kişileri ifade eder.
الصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ : Yanından ayrılmayan demektir. Sahib; ister insan veya hayvan olsun, ister yer veya zaman olsun bir şeyden ayrılmayan demektir. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
İyilik yapılacak kişilerin sayılmasında istiksa vardır.
Hak Teâlâ'nın رَجُلٌ جُنُبٌ ; [.. ve uzak komşuya.. İyilik edin] emridir. Vahidî şöyle demektedir: " الجُنُبُ kelimesi, فُعُلٌ vezninde bir sıfat olup, kelimenin aslı, yakınlığın zıddı olan uzaklığı ifade eden الجَنَابَةُ kelimesidir. Mesela: çoluk-çocuğundan uzak olan kimse için, رَجُلٌ جُنُبٌ yakınlık bakımından sana uzak olan kimse içinse, رَجُلٌ اَجْنَبِىٌّ denilmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak, وَاجْنُبْنِى وَبَنِىَّ buyurmuştur. ["Beni ve çoluk çocuğumu (putlara tapmaktan) uzaklaştır"] (ibrahim, 35) buyurmuştur. Birbirlerinden uzak olduğu için, iki tarafa الجَانِبَانِ denilmektedir. Yıkanmadığı sürece, taharet ve mescitlerde bulunmaktan uzak olduğu için, cimâdan dolayı meydana gelen büyük abdestsizliğe de cünüplük denilmesi de bundandır. Yine, birbirlerinden uzak olduğu için iki yana, böğüre de الجَنْبَانِ denilmektedir.
İbadet emrinden sonra ana-babaya iyi davranmanın emredilmesi ana-babanın önemini gösterir. Bunun için إحْسانًا kelimesi takdim edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsned olan لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudus teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadir/1)
مُخْتَالاً ’deki tenvin, kesret, nev ve tahkir ifade eder. Menfî siyakta nekre umuma işarettir.
مختال kelimesi افتعال babındadır ve vasıftaki mübalağayı ifade eder.
Olumsuz bir cümlede ismin fiile takdim edilmesi, fiilin bu isimdeki olumsuzluğunu ama başka isimlerdeki varlığını ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 186)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا يُحِبُّ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin haberi olan يَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
كَانَ ‘nin haberi olan iki sıfatın aralarında و olmadan gelmesi bu vasıfların ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.
فخور kibir ve gururdaki mübalağayı ifade eder. Bu iki vasfın niçin mübalağa kalıbında geldiği sorulabilir. Çünkü sevginin baskın olduğu bir hitapta böyle gelmemesi gerekir. Bu böyle vehmedildiği gibi değildir. Allah'ın mübalağalı olarak kötü vasıfta olanları sevmemesi, mübalağalı olmayan kötü vasıf sahiplerini sevdiğini göstermez. Bu vasıfların mübalağalı olarak gelmesi makamla alakalıdır. الفخور kelimesi mübalağa vezni olan فعول kalıbındandır. Bu manayı izhar etmekteki çokluğa ve mübalağaya delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 442)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
"Allah kibirli ve övünen kişiyi sevmez" cümlesi, insanlar arasında çoğunlukla yapılan iyiliği engellemeyi zem için gelmiş bir tezyildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مُخْتَالًا ve فَخُورًاۙ [Kibir ve övünme] özellikleri tek bir kişide olabilir. Atıf harfi olmadan gelmiştir. Genelde bir arada olan iki özelliktir. Kibirli olan kişi övünür ve övünen kişide kibir vardır.
Kişileri yüzüne karşı övmek yanlıştır. Abartılmamalıdır. Hatta dalkavukluk şeklindeki övgü yapanların yüzüne toprak atılması söylenir. Ahlakını övmek bazen kişiyi o konuda daha gayretli olmaya itebilir.
مُخْتَالًا فَخُورًاۙ [Kendini beğenen ve böbürlenen] ifadesinde tariz vardır. Yüce Allah tariz yoluyla, insanları küçük görmeye sebep olan kibri yermiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Bu, şirk ehlinin ahlakına tarizdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
"Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez" buyurulmuştur. مُخْتَالًا , kendini beğenen ve kibirlenen demektir. İbn Abbas (r.a): "Cenab-ı Hak, مُخْتَالًا sözü ile, hiç kimsenin hakkını vermeyen ve kendini beğenen kimseleri kastetmiştir" der. Zeccâc da, "Cenab-ı Hak burada, مُخْتَالًا ‘dan bahsetmiştir. Zira muhtâl, fakir olan akrabalarına burun büküp onlara kötü davranır, düşkün komşularına tenezzül etmeyip onlara iyi davranmaz" demiştir.
فَخُورًا ise büyüklenmek ve övünmek için menkıbelerini (iyiliklerini) sayıp döken kimse demektir. İbn Abbas (r.a), bu kelimenin "Allah'ın kendisine verdiği çeşitli nimetler ile diğer insanlara karşı övünen kimse" manasına olduğunu söylemiştir. Allahu Teâlâ, bu ayette bu iki vasfı bilhassa zemm için kullanmıştır. Çünkü مُخْتَالًا , kibirlenen demektir. Kibirlenen de, haklara çok az riayet eder. Sonra bunun peşi sıra, gösteriş ve kahramanlık duygusu ile değil, sırf Allah rızası için haklara riayet edilsin diye فَخُورًاۙ olanları zemmetmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)