اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟ ٨٧
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah (ki) |
|
2 | لَا | yoktur |
|
3 | إِلَٰهَ | ilah |
|
4 | إِلَّا | başka |
|
5 | هُوَ | O’ndan |
|
6 | لَيَجْمَعَنَّكُمْ | sizi bir araya toplayacaktır |
|
7 | إِلَىٰ |
|
|
8 | يَوْمِ | gününde |
|
9 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
10 | لَا | olmayan |
|
11 | رَيْبَ | şüphe |
|
12 | فِيهِ | kendinde |
|
13 | وَمَنْ | kim olabilir? |
|
14 | أَصْدَقُ | daha doğru |
|
15 | مِنَ | -tan |
|
16 | اللَّهِ | Allah- |
|
17 | حَدِيثًا | sözlü |
|
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ
İsim cümlesidir. ٱللَّهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. لَاۤ إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يَجْمَعَنَّكُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen merfûdur.Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى يَوْمِ car mecruru يَجْمَعَنَّكُمْ fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesi, يَوْمِ الْقِيٰمَةِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref eder.
رَيْبَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. ف۪يهِ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
Tekid نَ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟
وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifhâm ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْدَقُ haber olup damme ile merfûdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَصْدَقُ ’ya mütealliktir. حَد۪يثًا۟ temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْدَقُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır. اَللّٰهُ müsnedün ileyh, لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi müsneddir
Bütün esma-i hüsna ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâl telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak için müsnedün ileyh olarak gelmiştir.
Cinsini nefyeden لَٓا ’nın dahil olduğu لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
Munfasıl zamir هُوَ , cinsini nefyeden لَاۤ ’nın ismi olan اِلٰهَ ’nin mahallinden veya لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَاۤ ve إِلَّا ile oluşan kasır هُوَ ile لَاۤ ’ nın ismi olan إِلَـٰهَ kelimesi arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
Ayette hüsn-i iftitâh (güzel başlangıç) sanatı vardır. Çünkü bu ayet Allah Teâlâ’nın en yüce ismiyle başlamıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Bu cümle ardından gelen konu için berâat-i istihlâldir. Hedefinin birliğini belirterek mahkeme-i kübranın hakiminin bir olduğunu anlatmaktadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Allah lafzı, Cenab-ı Hakk’ın zatını ispat için gelmiştir. [O’ndan başka ilâh yoktur.] ifadesi de ulûhiyet vasfının başkalarından nefyi için getirilmiştir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Allah lafza-i celâli, yüce Rabbimizin doksan dokuz isminden en yücesidir. İsm-i a’zamdır. Çünkü bu, tüm ilâhi sıfatları kendinde toplayan zatı gösterir, O’na işaret eder. O’nun zatıyla ilgili hiçbir nitelik bu ismin dışında değildir. Oysa öteki isimler, yüce Allah’ın ilâhi sıfatlarının tümüne ayrı ayrı işaret etmeyip yalnızca konuldukları anlamlara delalet ederler. Mesela, ilmine, kudretine, fiiline veya bir başka özelliğine işaret ederler. Bir de “Allah” ismi tüm isimlerin en özelidir. Bir başkasına bu isim verilemez. Ne gerçek anlamda ve ne de mecazî manada verilmesi mümkün değildir. Halbuki öteki isimler bazen başka varlıklara ad olabilir. Mesela, Kadîr (her şeye gücü yeten), Alîm (her şeyi en iyi bilen), Rahîm (merhametli) gibi isimleri burada sayabiliriz. Kul için gerekli olan şey bu ismi anar anmaz, kulluğunu hatırlayıp O’na karşı gerekeni yapmasıdır. Yani kul, sürekli bir şekilde kalbiyle Allah’la beraber olduğunu ve hep O’na yönelmesi gerektiğini bilmeli, kalbi bu inançla dopdolu olmalıdır. Başkasına bakmamalı ve Allah’tan başkasına iltifat etmemelidir. Yalnızca Allah’tan beklemeli ve yalnızca O'ndan korkmalıdır. Allah’tan başka her şey batıl ve geçersizdir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
Allah özel isminden sonra müşrikleri ve Hristiyanları red için لَٓا اِلٰهَ إِلَّا هُوَۙ cümlesi itiraziyye veya hal cümlesi olarak gelmiştir.
لاَ harfi süpürür, الَٓا da onun yerine yenisini koyar.
[Allah, O’ndan başka ilah yoktur.] gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi/28, s. 314)
لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
Fasılla gelen لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir.
Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Muksemun bih, mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن harfi, fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Cinsini nefyeden لَا ’ nın dahil olduğu لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesi يَوْمِ الْقِيٰمَةِ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪يهِ car mecruru لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir. لَا ’ nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Kıyamet gününde” şeklinde في harf-i ceri ile değil de [Kıyamet gününe] şeklinde اِلٰى harf-i cerinin gelmesinde istiare-i tebeiyye vardır. İki manaya gelir:
1- O, sizi ölümde veya kabirlerinizde kıyamet gününe kadar toplar, demektir.
2- O, sizi kıyamet gününe ulaştırıp toplayacak o günde sizi bir araya getirmek suretiyle sizinle o günü birbirine kavuşturacaktır.
اِلٰى intihâ-i gaye harfiyle Hz. Âdem’den, belki daha öncesinden kıyamete kadar gelip geçenleri toprak altında cem’ edip biriktirdiğini, bir gün sıranın size de geleceğini belirten bir tarizdir. Zamanın uzaması sizi aldatmasın, “Allah imhal eder ihmal etmez.” demektir. Allah sizi kıyamet gününde cem’ edecektir. Vasıtalı kinayedir. Sizi cem’ edecek, mizanda hesaplarınızı tartacak, ona göre mükâfat veya cezanızı verecektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Allah Teâlâ buradaki vaidi bu ayet ile iyice tekid ederek, tevhid ile adaletin birbirinden ayrılmayan iki şey olduğunu beyan etmiştir. Buna göre ayetteki, “Kendinden başka hiçbir tanrı yoktur.” sözü tevhide; “Kıyamet günü, elbette hepinizi toplayacaktır.” sözü ise adalete işarettir.
İşte aynı şekilde bu ayette de Hak Teâla, kendi hükmüne ve hikmetine uygun düşenin, gelmiş geçmiş herkesi kıyamet meydanında toplamak ve böylece mazlumun hakkını zalimden almak olduğunu beyan etmiştir. Şüphe yok ki bu, şiddetli bir tehdittir. Allah Teâlâ, önceki ayetle değerlendirildiği zaman burada sanki şöyle demektedir: “Kim size selam verir ve uzun ömürler dilerse, siz onun selamını kabul edin, ikramda bulunun ve ona zahire göre muamele edin. Çünkü batında olan şeyleri, ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah bilebilir. Muhakkak ki insanların gönüllerinde, birbirlerine karşı taşıdıkları gerçek niyetler, kıyamet günü ortaya çıkacaktır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olup, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundadır.
İstifham ismi مَنْ , mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.
Müsned olan اَصْدَقُ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
حَد۪يثًا۟ kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnabdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
[Şüphe olmayan kıyamet günü] buyurulduktan sonra gelen [Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?] cümlesi, ta’lîl ifade eden bir ıtnâbtır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Cenab-ı Hakk’ın, “Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?” buyruğu, bir istifham-ı inkârî olup bu ifadeden maksat, Cenab-ı Hakk’ın doğru sözlü olmasının ve O’nun sözlerinde bir yalan ile sözden dönmenin bulunmasının imkânsızlığını beyandır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)