وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ قَل۪يلاً مَا تَـتَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | olmaz |
|
2 | يَسْتَوِي | eşit |
|
3 | الْأَعْمَىٰ | kör |
|
4 | وَالْبَصِيرُ | ve gören |
|
5 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
6 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
7 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
8 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
9 | وَلَا | ve ne de |
|
10 | الْمُسِيءُ | kötülük yapan |
|
11 | قَلِيلًا | az |
|
12 | مَا | ne kadar |
|
13 | تَتَذَكَّرُونَ | düşünüyorsunuz |
|
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَسْتَوِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الْاَعْمٰى fail olup elif üzere damme ile merfûdur. الْبَص۪يرُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ‘la الْبَص۪يرُ ‘a matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlün bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. الْمُس۪ٓيءُ atıf harfi وَ ‘la الَّذ۪ينَ ‘ye matuftur.
الصَّالِحَاتِ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
الْمُس۪ٓيءُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَل۪يلاً مَا تَـتَذَكَّرُونَ
قَل۪يلاً masdardan naib, mef’ûlü mutlakın sıfatı olup fetha ile mansubdur. Amili تَـتَذَكَّرُونَ ‘dur. Takdiri, تَـتَذَكَّرُونَ تذكيراً قليلاً (Gerçekten çok az düşünürler) ’dir.
مَا zaid olup, kılleti tekid içindir. تَـتَذَكَّرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَـتَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasl’da, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada nefy harfi olarak لاَ değil مَا kullanılmıştır. Çünkü onların o halleri açıklanmak istenmiştir ve bu da muzari fiilin başına geldiği zaman şimdiki zamanı ifade eden مَا harfi ile ifade edilir. لاَ harfi ise cumhura göre gelecek zamana mahsustur. Meânîn Nahvî isimli kitabımızda da incelediğimiz gibi لاَ , mutlak olarak kullanılır ve çoğunlukla istikbal kastedilir. Bu ayette ise onların gelecekteki halleri değil, ayetler geldiği zamanki halleri açıklanmak istenmektedir, dolayısıyla da مَا harfi kullanılmıştır. Rûhu'l Meânî'de başına olumsuzluk ifade eden مَا harfi gelen muzari fiilin teceddüdî istimrara delalet ettiği yazılıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s.224)
الْاَعْمٰى (kör) - الْبَص۪يرُ (gören) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ [Kör ile gören bir olmaz] ayetinde latîf bir istiare vardır. Yüce Allah kâfir için körü, mümin için de göreni müstear olarak kullanmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
Allah Teâlâ kibir, cehalet ve hasetle iç içe olarak yapılan mücadele ile, hüccet ve burhanla iç içe olan mücadelenin nasıl yapılacağını beyan edince, bu iki şekil arasındaki farka bir misal getirerek "Kör olanla gören bir olmaz" buyurmuştur ki bu, "istidlalde bulunan ile körü körüne hareket eden mukallit bir olur mu" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "İman edip de iyi amellerde bulunanlarla kötülük yapan bir olmaz" buyurmuştur. Ki bu ifadelerden birincisiyle, alimle cahil arasındaki fark; ikincisiyle de, salih amel yapanla fasit ve batıl amel yapan arasındaki fark murad edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
الْبَص۪يرُ ’ya atfedilen cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur.
Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır.
İsm-i mevsûle matuf olan لَا الْمُس۪ٓيءُۜ ‘daki لَا , olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.
İman edip salih amel yapanlar, Allah’ın ayetleriyle mücadele edenlerin, körlerin ve kötülük yapanların mukabilidir. Ancak burada كافرون (kâfirler) veya الَّذ۪ينَ كفروا yerine الْمُس۪ٓيءُ sözü gelmiştir. Bu da kâfir sıfatını daha mübalağalı ifade etmek içindir. Çünkü küfür, “Allah’ın ayetlerine karşı mücadele edenler” sözünün mefhumundandır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 285)
قَل۪يلاً مَا تَـتَذَكَّرُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَل۪يلاً , amili تَـتَذَكَّرُونَ olan masdardan naib olarak gelmiştir. Bu takdire göre müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki zaid harf مَا ve mef'ûlü mutlak tekid unsurlarıdır.
قَل۪يلا kelimesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Cümledeki مَا edatı, bu belirsizlikten anlaşılan azlık manasını pekiştirmektedir. Bu, şükretmemekten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Müminun/78)
Kur'an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)