وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | جَعَلْنَاهُ | biz onu yapsaydık |
|
3 | قُرْانًا | bir Kur’an |
|
4 | أَعْجَمِيًّا | yabancı (dilde) |
|
5 | لَقَالُوا | derlerdi ki |
|
6 | لَوْلَا | değil miydi? |
|
7 | فُصِّلَتْ | açıklanmalı |
|
8 | ايَاتُهُ | onun ayetleri |
|
9 | أَأَعْجَمِيٌّ | yabancı söz mü? |
|
10 | وَعَرَبِيٌّ | arab olana |
|
11 | قُلْ | de ki |
|
12 | هُوَ | o |
|
13 | لِلَّذِينَ | için |
|
14 | امَنُوا | inananlar |
|
15 | هُدًى | bir yol göstericidir |
|
16 | وَشِفَاءٌ | ve (gönüllere) şifadır |
|
17 | وَالَّذِينَ | gelince |
|
18 | لَا |
|
|
19 | يُؤْمِنُونَ | inanmayanlara |
|
20 | فِي | vardır |
|
21 | اذَانِهِمْ | onların kulaklarında |
|
22 | وَقْرٌ | bir ağırlık |
|
23 | وَهُوَ | ve o |
|
24 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
25 | عَمًى | bir körlüktür |
|
26 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
27 | يُنَادَوْنَ | çağırılıyorlar |
|
28 | مِنْ | -den |
|
29 | مَكَانٍ | bir yer- |
|
30 | بَعِيدٍ | uzak |
|
Kur’an-ı Kerîm’in ilk muhatapları Araplar olduğu için onun Arap diliyle indirilmesi de doğaldır. Eğer başka bir dilde indirilseydi âyette belirtilen itirazı öne sürenler haklı olacaklardı. Bu âyet, Kur’an’ın Arap olmayan toplumlar tarafından anlaşılıp gereğinin yerine getirilebilmesi için o toplumların dillerine çevrilmesi gerektiğine de işaret etmektedir. Ancak bu çeviriler, Kur’an’ın anlam ve içeriğini yansıtması bakımından elbette değerli olmakla birlikte, “Allah’ın muradını eksiksiz kuşatan ve anlatan, dolayısıyla ilâhî kelâm olarak özel değer taşıyan asıl kutsal kitap” anlamında Kur’an, orijinal Arapça metinden ibarettir; çeviriler ise bu metni okuyanın, yetenekleri ölçüsünde ondan anlayabildiği, anladıklarını kendi kelimeleriyle ifade ettiği beşerî eserlerdir (Kur’an’ın Arapça indirilmesinin gerekçeleri hakkında ayrıca bk. Zümer 39/28). Sonuç itibariyle Kur’an, mânalarının anlaşılması ve hükümlerinin yerine getirilmesi için indirilmiştir; Arapça bilenler orijinal metninden, bilmeyenler çeviri ve tefsirlerinden yararlanarak onun içeriği hakkında bilgi edinebilirler. Ancak âyet, Kur’an’ın rehberliğinden, ruhlara şifa verici anlamlarından yararlanmanın bir iman konusu olduğuna; Kur’an’ın ilkelerini ve hedeflerini kendi sosyal, ekonomik, siyasal vb. konumlarına ve hedeflerine engel gören, bu nedenle Kur’an’a ön yargılı bakan inkârcıların, onun gerçek anlamını ve yol göstericiliğini de kavrayamayacaklarına dikkat çekmektedir. “Kur’an onlara kapalıdır”; çünkü amaçları Kur’an’ı anlamak değil, 26. âyette anılan davranışlarıyla da ortaya koydukları gibi onu etkisiz kılmaktır. Âyetin, “(sanki) onlara uzaktan sesleniliyor” anlamındaki son cümlesi, bu tutumlarıyla onların Kur’an’ın ruhuna ve anlamına ne kadar uzak olduklarına işaret etmektedir.
Râzî’ye göre (XXVII, 133-134) Kur’an’a inanmamakta haklı olduklarını göstermek için türlü bahaneler arayan, gerekçeler icat etmeye çalışan putperestlerin, sûrenin başında geçen “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimizin (akıllarımızın) üzerinde örtüler, kulaklarımızda da bir sağırlık var; seninle bizim aramızda bir perde bulunmaktadır” meâlindeki sözlerine bu sûre bütünüyle bir cevap oluşturmaktadır. Nitekim daha sûrenin başında Kur’an-ı Kerîm’in başlıca özellikleri anlatılırken, “Bilen bir topluluk için âyetleri apaçık anlaşılır hale getirilmiş Arapça okunan bir kitaptır” buyurulmuştu. 44. âyette de Kur’an’a karşı itirazlar üretmeye çalışanlara şu cevap verilmektedir: Eğer Kur’an Arapça’dan başka bir dilde inseydi, doğal olarak onu anlayamayacağınız için anılan sözlerinizde haklı olabilirdiniz; ama Kur’an kendi dilinizde indiğine göre artık onu anlamadığınızı ileri sürmeniz bir yalandan ibarettir.
Râzî, âyet metnindeki “hüdâ” kelimesini, Kur’an’ın bütün iyiliklere rehber ve bütün mutluluklara vesile olmasıyla; “şifâ” kelimesini ise Kur’an’ın rehberliğinden yararlanıp hidayete ulaşan insanın inkâr ve cehâlet hastalıklarından kurtulmasıyla izah eder (XXVII, 134).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 718-719
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَعَلْ değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُرْاٰناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَعْجَمِياًّ kelimesi قُرْاٰناً ‘in sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani ‘değil mi?’ manasındadır.(Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
فُصِّلَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اٰيَاتُهُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hemze istifham harfidir. اَۭۘعْجَمِيٌّ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو (Kur’an)’dir.
عَرَبِيٌّ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Takdiri, Nebi‘dir.
فُصِّلَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لِلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle هُدًى ‘nin mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. هُدًى mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimlerdendir. شِفَٓاءٌۜ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ
وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ cümlesi mübteda الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَقْرٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la mukadder haber cümlesine matuftur. Takdiri, في آذانهم وقر وهو عليهم عمى (Kulaklarında ağırlıklar vardır ve Kuran onlara karşı kördür) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. عَمًى mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.Maksur isimlerdendir.
اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُنَادَوْنَ , mübteda اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُنَادَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ مَكَانٍ car mecruru يُنَادَوْنَ fiiline mütealliktir. بَع۪يدٍ۟ kelimesi مَكَانٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ cümlesi şarttır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
جَعَلْنَاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
اَعْجَمِياًّ kelimesi, nekre gelmiş nev ifade eden قُرْاٰناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Şartın cevabı لَ karinesiyle gelen لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ cümlesi, başına tahdid (تحضيض ) harfi لَوْلَٓا gelmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَوْلاَ ‘meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
فُصِّلَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
لَوْ - لَوْلَا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müşriklerin sözlerine dahildir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olsa da gerçek manada soru olmayıp tahkir ve taaccüb manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Hemze inkârî istifham harfidir. Soru mütekellimin bilmediği veya cevap istediği bir konu olmadığı için cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَۭۘعْجَمِيٌّ , takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir. Veya mübtedadır, haberi mahzuftur. Yani أاَۭۘعْجَمِيٌّ عَرَبِيٌّۜ يستويان (Arap olanla olmayan bir midir?) demektir.
وَعَرَبِيٌّۜ cümlesi aynı üslupla gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında mukabele oluşturmuştur.
عَرَبِيٌّۜ , takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir.
اَۭۘعْجَمِيٌّ (arap olmayan) - وَعَرَبِيٌّ (arap) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır.
اَۭۘعْجَمِيٌّ (a’cemi) ister fasih olsun, ister olmasın Arap olmayan kimse demektir. A'cemi ise Arap olsun, olmasın fasih konuşamayan kimse demektir. Buna göre الأعجم kelimesi الفصيح ‘in zıttıdır. Bu da ifadeleri, sözleri açık seçik olmayandır. Mesela konuşmayan hayvana أعجم denilir. صلاة النهار عجماء (Gündüz namazı acmâ'dır) ifadesi de buradan gelmektedir. Yani gündüz namazında açıktan Kur'ân-ı Kerîm okunmaz. Buna göre أعجم kelimesine nispet (acem kelimesine göre) daha bir pekiştirmeli olmaktadır. Çünkü Arap olmayan الأعجمي bir şahıs Arapçayı fasih olarak konuşabilir. Arap olan bir kimse de fasih olmayabilir. Bundan dolayı الأعجمي şeklindeki nispet daha vurgulu bir ifade olmaktadır. (Kurtubî)
قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muhatap Hz. Peygamber, mütekellim Allah Teâlâ’dır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُوَ mübteda, هُدًى haberidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا car mecruru ihtimam için amili olan هُدًى ‘e takdim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki لِلَّذ۪ينَ has ism-i ism-i mevsûlu başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte هُدًى ‘e mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
شِفَٓاءٌۜ haber olan هُدًى ’e matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
اٰمَنُوا - هُدًى - شِفَٓاءٌۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kur’an teşbihi beliğ yoluyla irşad eden ve şifa veren kişiye benzetilmiştir.
قَالُوا - قُلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
العَمى kelimesi görmeyen demektir ve burada ihtida’nın zıddı olarak gelmiş müstear bir kelimedir. Bu kelimeler arasında tıbâk vardır.
وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ
وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, adı geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir ifade eder.
ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatı vardır. ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. وَقْرٌ ise muahhar mübtedadır.
وَقْرٌ ’daki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberine matuftur. هُوَ mübteda, عَمًىۜ haberdir. Faide-i haber ibtidai kelamdır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , müsned olan عَمًىۜ ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
عَمًىۜ ‘in Kur’an’a isnadı mecâz-ı aklîdir.
Bu cümlede kalp sanatı vardır. Kur'an'ın onlara kör olduğu ifade edilmiştir. Halbuki kör olan Kur’an değil onlardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ cümlesiyle, وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ cümlesi arasında mukabele oluşmuştur.
اٰمَنُوا - لَا يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ‘nin üçüncü haberidir. (Âşûr) Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ism-i işaretle marife olması, işaret edilenleri tahkir amacına matuftur. اُو۬لٰٓئِك işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi sağlar.
اُو۬لٰٓئِكَ mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ مَكَانٍ car mecruru يُنَادَوْنَ fiiline mütealliktir. بَع۪يدٍ۟ kelimesi مَكَانٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يُنَادَوْنَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Bu cümlede istiare vardır. Onların, öğütleri kabul etmeme ve Kur'an'dan ve içindekilerden yüz çevirme hususundaki halleri, kendisine uzaktan seslenilen kimsenin haline benzetilmiştir. Kendisine seslenileni ne işitir, ne de anlar. İkisi arasındaki alaka, her birindeki anlayışsızlıktır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Ebüssuûd)
Bu istiare temsilidir. Kâfirler sağırlara benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)