Şûrâ Sûresi 11. Ayet

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  ...

O, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sûretle sizi üretiyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاطِرُ yoktan var edendir ف ط ر
2 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
3 وَالْأَرْضِ ve yeri ا ر ض
4 جَعَلَ yaratmıştır ج ع ل
5 لَكُمْ size
6 مِنْ -den
7 أَنْفُسِكُمْ kendiniz- ن ف س
8 أَزْوَاجًا çiftler ز و ج
9 وَمِنَ ve
10 الْأَنْعَامِ hayvanlardan ن ع م
11 أَزْوَاجًا çiftler ز و ج
12 يَذْرَؤُكُمْ sizi üretiyor ذ ر ا
13 فِيهِ bu(düzen içi)nde
14 لَيْسَ yoktur ل ي س
15 كَمِثْلِهِ O’na benzer م ث ل
16 شَيْءٌ hiçbir şey ش ي ا
17 وَهُوَ ve O
18 السَّمِيعُ işitendir س م ع
19 الْبَصِيرُ görendir ب ص ر
 

Gerek insanlarda gerekse hayvanlar âleminde açıkça görülen eşlilik olgusunu ve buna dayalı olarak işleyen üreme düzenini var edenin, daha da önemlisi onlara mekân olan gökleri ve yeri yoktan yaratanın yüce Allah olduğu dikkate alınırsa hiçbir varlığın O’na benzer olamayacağı kolayca anlaşılır. 11. âyetin asıl amacının da İslâm inancının en önemli noktalarından olan bu hususu pekiştirmek olduğu söylenebilir. Bunu belirtmek için Kur’an’ın kullandığı ifade öylesine vecizdir ki, bunu çevirmedeki güçlük âdetâ Allah Teâlâ’nın diğer varlıklardan farklılığının nasıllığını kavrayabilmenin de insan idrakinin çok üstünde olduğunu îma etmektedir.

“O’na benzer hiçbir şey yoktur” diye çevrilen cümleyi lafza daha bağlı kalınarak, “Hiçbir şey O’nun misli gibi değildir” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Bu da göstermektedir ki, benzerliği red ifadesinde dahi Cenâb-ı Allah’ın yüce zâtı ile başka varlıklar arasında bir karşılaştırma yapılması uygun görülmemiş, “benzeri, dengi” anlamına gelen misl kelimesine bir de “gibi” mânası taşıyan bir edat eklenmiştir (bazı müfessirler burada Arap dilindeki mutat bir kullanımın söz konusu olduğunu, bazıları da “gibi” anlamındaki edatın, benzerliğin bulunmadığı mânasını pekiştirdiğini belirtirler). Müfessirler bu ifadenin mâna incelikleri, yüce Allah’ın kendi zâtına izâfe ettiği görme, işitme gibi bazı özellikleri insana lutfetmiş olmasıyla bu âyetteki anlamın bağdaştırılması gibi konular üzerinde geniş biçimde durmuşlardır. Özü itibariyle tenzih (Allah Teâlâ’nın her türlü noksanlıktan uzak oluşu ve yaratılmışlara benzemezliği) fikrine dayalı olan bu açıklamalar, âyetin Allah’a ortak koşma, O’na çocuk izâfe etme, bazı yaratılmışlarla ulu Tanrı arasında benzerlikler kurma ve onlara ulûhiyyet izâfe etme gibi sapkın inanç ve düşünceleri mahkûm ettiğini ortaya koymakta ve yüce Allah’ın zât ve sıfatlarının beşerî tasavvurlara sığmayacağını vurgulamaktadır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 399; Râzî, XXVII, 150-154; Elmalılı, VI, 4225-4226. Allah’ın isim ve sıfatları ve âyetteki bu ifadenin tevhid inancının temellendirilmesindeki rolü hakkında bk. Bekir Topaloğlu, “Allah”, DİA, II, 481-493, özellikle 483; bu konuda ayrıca bk. Bakara 2/255; Nisâ 4/164; A‘râf 143, 180).

“Hayvanlar” şeklinde çevrilen en‘âm kelimesi bu bağlamda insanların yararlanmak üzere kendi hakimiyetleri altına alabildikleri hayvanları ifade etmektedir. İnsanların yakın çevrelerinde bulunmaları ve günlük hayatta onlarla iç içe olmaları yani gözlem kolaylığı bulunması sebebiyle bu grubun örnek olarak seçildiği düşünülebilir. Bununla birlikte meâlde sınırlayıcı bir niteleme yapılmamıştır (en‘âm hakkında bk. Mâide 5/1; “yoktan var eden” diye çevrilen fâtır kelimesi hakkında bk. Fâtır 35/1; 12. Âyette “anahtarlar” diye çevrilen mekālîd hakkında bk. Zümer 39/63; rızkın ilâhî iradeye bağlı oluşu hakkında bk. Rûm 30/37; Sebe’ 34/36).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 733-734
 

  Mesele مثل :

  مَثُولٌ sözcüğü asıl olarak ayağa kalkıp dikilmek demektir.

  مُمَثَّلٌ ise başkası örnek alınarak düşünülen ve yapılan şey anlamındadır.

  تِمْثالٌ kelimesi şekil verilen şey heykel ve büsttür.

  Tefe'ul babı formundaki تَمَثَّلَ fiili bir şeyin kılığına girmek onun biçimini, şeklini veya suretini almaktır.

  مَثَلٌ kelimesi iki şekilde kullanılır: Birincisi benzer, denk, aynı cinsten olan şey anlamında; ikincisi bir şeyin herhangi bir manada diğerine benzemesini ifade etmesi.

  Bu kök herhangi bir şekilde benzerlik manası ifade etmek için kullanılan kelimelerin içinde en genel manalı olanıdır. İşte bu sebeple Kur'an'da Yüce Allah kendine benzerliği her yönden nefy etmek için özellikle مِثْل kelimesini kullanmıştır.

  كَمِثْلِ şeklindeki kullanımına gelince bu bir görüşe göre nefyi te'kid etmek için böyledir denmiştir.

  Son olarak مُثْلَةٌ sözcüğü insanın başına gelen ve bir başkasının bakıpta kendisini geri tutacağı (ibreti âlem olacak) bir misal halin getirilen ceza kabilinden bir karşılıktır. Çoğulu مَثُلات şeklinde gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de tefe'ul babı fiil ve birçok isim formunda toplam 169 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri misil, misâl, emsâl, masal,meselâ, mümessil, temsil, temessül, mümâsil, timsal, (darb-ı) mesel, misli ve misillemedir . (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  , önceki ayetteki mübteda  ذٰلِكُمُ ‘ün dördüncü haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

فَاطِرُ  kelimesi, sülasi mücerredi  فطر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ

 

جَعَلَ لَكُمْ  cümlesi, mübteda  ذٰلِكُمُ ‘ün beşinci haberi olarak mahallen merfûdur.  

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlü bihine mütealliktir.  جَعَلَ  fiili değiştirme manasında kalp fiillerindendir. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler.Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ اَنْفُسِكُمْ  car mecruru  اَزْوَاجاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَزْوَاجاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنَ الْاَنْعَامِ  car mecruru atıf harfi  وَ ‘la  اَنْفُسِكُمْ ‘e matuf olup, ikinci  اَزْوَاجاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.


يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ 

 

Cümle  جَعَلَ ‘deki failin veya  لَكُمْ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَذْرَؤُ۬كُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ف۪يهِ  car mecruru  يَذْرَؤُ۬كُمْ  fiiline mütealliktir.

 

لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ 

 

لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ , mübteda  ذٰلِكُمُ ‘ün altıncı haberi olarak mahallen merfûdur.

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

كَ  harf-i ceri zaiddir.  مِثْلِه۪  lafzen mecrur,  لَيْس ‘in ismi olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  شَيْءٌ  kelimesi  لَيْسَ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

 

وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

 

هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  atıf harfi  وَ ‘la önceki cümleye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّم۪يعُ  haber olup lafzen merfûdur. الْبَص۪يرُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

السَّم۪يعُ - الْبَص۪يرُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

Ayet önceki ayetteki  ذٰلِكُمُ ’un beşinci haberidir. Veya mahzuf mübtedanın haberidir. Yani, هُوَ فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ‘dir. 

Bu takdire göre, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübtedanın hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَالْاَرْضِۜ , muzafun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur. Cihet-i câmia tezattır.

فَاطِرُ  ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

الْاَرْضِۜ  -  السَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ 

 

Cümle 10.ayetteki  ذٰلِكُمُ ’un altıncı haberidir. Âşûr ise hal cümlesi olduğu görüşündedir. Göklerin ve yerin yaratılış hallerinden bahsettiği için  فاطِرِ  kelimesinin zamirinden hal cümlesidir. Çünkü insanın ve hayvanların yaratılışı, yeryüzünün yaratılışının en şaşırtıcı hallerindendir. (Âşûr)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne,  مِنْ اَنْفُسِكُمْ  car mecruru ise  اَزْوَاجاًۚ ’in mahzuf haline mütealliktir. Mef’ûl olan  اَزْوَاجاً ‘deki tenvin kesreti tazim ve nev ifade eder.

مِنْ اَنْفُسِكُمْ ‘e matuf olan  مِنَ الْاَنْعَامِ  car mecruru, cümledeki ikinci  اَزْوَاجاًۚ ‘in mahzuf haline mütealliktir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurlar  مِنْ اَنْفُسِكُمْ  ve  مِنَ الْاَنْعَامِ , ihtimam için mef’ûllere takdim edilmiştir.

يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ  cümlesi  اَزْوَاجاًۚ ’in sıfatı veya  جَعَلَ  filinin failinden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Burada muktezâ-i zâhir  يَذْرَؤُ۬كُمْ وَ يَذْرَؤُ۬ها ف۪يهِۜ  buyurulmasını gerektirirken, tağlîb yoluyla muhatap akıllılara, hayvanları dahil edilerek  يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ  buyurulmuştur.

Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.

Nimetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.

مِنْ  ve اَزْوَاجاً  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِنْ اَنْفُسِكُمْ  sözünün manası, ‘sizin cinsinizden’ demektir ki böylece birbirimize yakınlık duyalım. Bu ifade, rahmete ve dostluğa daha yakındır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.84)

Bu ayet-i kerîmede  يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ  bölümünün manası, sizi yayar ve zevc yapma (eşleştirme) şekliyle çoğaltır ki; bu şekil insanları ve hayvanları dişi ve erkek suretinde yaratıp, birleşme yoluyla üremelerini sağlamaktır. İşte bu şekil, çoğalıp yayılmanın kaynağıdır. Bunun için burada  به  yerine  ف۪يهِ  tercih edildi. Yani bu çoğalıp yayılmanın kaynağının bu planlama olduğuna delalet etmesi için. Birbirine benzeyen iki şey için kullanılan kelimeler de tağlîb sayılır. Mesela ana ve baba için  أََلَبوانِ , güneş ve ay için  ألقمرانِ , Ömer ve Amr için  ألُ عُمرانِ  denir. Cemi ve müsenna için müfred, cemi için müsenna zamirlerin kullanılması da tağlîb sayılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada zamir  كُمْ  olarak gelmiştir. Zamir, muhatab cemi zamiri olarak geldiğinde akıllı varlıklara hitap demektir. Çünkü hayvanlar muhatap olma özelliğine sahip değillerdir. Dolayısıyla burada akılsız varlıkların akıllılara katılması yoluyla tağlib sanatı vardır. (Âşûr)


لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ 

 

 

Fasılla gelen bu cümle  ذٰلِكُمُ ’un yedinci haberidir. Nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber, inkârî kelamdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. 

كَ  zaiddir. Tekid ifade eder.  كَمِثْلِه۪ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin mukaddem haberi,  شَيْءٌ  muahhar ismidir. 

Müsnedün ileyh olan  شَيْءٌۚ ’un tenkiri, nev ve kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre umum ve şümule işarettir.

Olumlu cümlede  مِثْلِ  kelimesinin başına gelen  كَ  harfi, olumluluğu tekid eder. Bunların başına olumsuzluk gelirse; olumsuzluk tekid edilmiş olur. مِثْلِ  kelimesinin başına kendisiyle aynı manada olan teşbih harfi  كَ  gelmiştir. O halde bu  كَ  harfinin  مِثْلِ ’nün manasını tekid ettiği açıkça ortaya çıkar. Çünkü nefy harfinden sonra gelen  مِثْلِ  kelimesi ve bu olumsuzluğu tekid eden  كَ  harfi dolayısıyla, sanki Allah Teâlâ iki cümle ile benzerinin olmadığını ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.87)

Burada teşbih harfi aslî manasındadır ve ayet kinaye yoluyla Allah Teâlâ’nın benzeri olmadığını ifade etmektedir. Çünkü benzerin benzerinin nefyi, benzerinin nefyini gerektirir. Ayette hakiki manayı düşünmeye engel olan bir karîne yoktur ama, haricî bir araz vardır. Bu araz da; Allah azze ve celle’nin misalinin olmasıdır ki; bu muhaldir. O halde aklen böyle bir şeyin muhal olması; haricî bir araz teşkil etmiştir. Bu teşbih harfinin zaid olması da caizdir. Bu durumda ayette kinaye düşünülmez. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Bu şerefli söz Allah'a benzer olmadığını ifade ile tevhid ve tenzihde sağlam, belâgatlı bir delildir. Allah gibisinin olmadığını ifade etmekten maksat, kendine benzer olmadığını ifadede mübalağadır. Bunda mübalağa ile birlikte bazen tazim de kastedilir. Dolayısıyla, bu niteliğin olmadığında doğrudan doğruya kendine nispeti tasavvur bile caiz olamayacağına işaret gibi bir incelik vardır. Bazen de bu bir istidlal (delil getirme) neşesi verir. Hatta bu kinaye manası o kadar kuvvetlidir ki burada gerçek manası üzere "Allah'a benzer bir şey yok." denilse idi, kinaye yolu ile zatının olmadığını ifade şüphesi ve kusuru bulunacağından dolayı güzel olmazdı. (Elmalılı)

Mümaselet: (Benzerlik), hakikatte ortaklık, yani zatî sıfatta benzeyiştir. "Yerini tutabilecek şekilde özel sıfatta ortaklıktır." diye tarif edilmiştir. Bu açıklamaya göre asıl mana, Allah'ın benzeri olması suretiyle bir başkasına benzetilmesinin mümkün olmadığının ifade edilmiş olmasıdır. Bununla birlikte benzerliğe yakın bir şekilde benzetmenin olmadığı ifade ediliyor denilmesi daha uygundur. Alûsî, der ki: "Bu ayet her açıdan Allah'ın başkasına benzerliğinin olmadığını ifade etmektedir." (Elmalılı)


وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

 

Ayetin son cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsned olan  السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Gafir Suresi 64, s. 318)

السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

السَّم۪يعُ  ve  الْبَص۪يرُ sıfatları mübalağa kalıbında gelmiştir. Bu isimler burada marife olarak gelmiştir. İşitme ve bilmenin kaynağı Allah’tır ve kemâl derecede işiten ve bilen sadece O’dur. Aralarında  وَ  olmaması Allah Teâlâ’da bu iki vasfın da bulunduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümledeki tahsisten muradın, zatının hakikati konusunda dengi ve benzeri olmadığıdır. Çünkü kullar da tıpkı Allah Teâlâ gibi alim, kadir olarak sıfatlanırlar. Yine Allah Teâlâ gibi bilinir ve zikredilir olmak ile sıfatlanırlar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.90)