Câsiye Sûresi 8. Ayet

يَسْمَعُ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُتْلٰى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ  ...

Kendisine Allah’ın âyetlerinin okunduğunu işitir de, sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi direnir. İşte onu elem dolu bir azap ile müjdele!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَسْمَعُ o işitir س م ع
2 ايَاتِ ayetlerinin ا ي ي
3 اللَّهِ Allah’ın
4 تُتْلَىٰ okunduğunu ت ل و
5 عَلَيْهِ kendisine
6 ثُمَّ sonra
7 يُصِرُّ direnir ص ر ر
8 مُسْتَكْبِرًا büyüklük taslar ك ب ر
9 كَأَنْ sanki
10 لَمْ
11 يَسْمَعْهَا hiç onları işitmemiş س م ع
12 فَبَشِّرْهُ onu müjdele ب ش ر
13 بِعَذَابٍ bir azab ile ع ذ ب
14 أَلِيمٍ acı ا ل م
 

Evren kitabı, okumasını bilenleri Allah’a inanmaya ve O’nun nimetlerine şükretmeye götürdüğü gibi vahyedilen kitap Kur’an-ı Kerîm de, O’na kulak verenleri, gönderene ve tebliğ edene bakarak âyetlerini ciddiye alıp üzerinde düşünenleri, ondan bir hayat rehberi olarak lâyıkıyla istifade edenleri, dünyada düzgün bir hayat sürme, Allah’ın rızasını elde etme ve ebedî hayatta sonsuza kadar mutlu olma imkânla­rına kavuşturur. Bu kitabın kıymetini bilmeyenler, mâkul bir delile dayanmadıkları halde kurulu düzenin kendilerine sağladığı itibar ve menfaatler kaybolmasın diye onu inkâra yönelenler ise dünyada refah içinde yaşasalar bile ebedî âlemde perişan olacaklar, şiddetli cezalar göreceklerdir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 12-13
 

يَسْمَعُ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُتْلٰى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ 

 

Ayet, önceki ayetteki  اَث۪يمٍ ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  يَسْمَعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اٰيَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  تُتْلٰى عَلَيْهِ  cümlesi  اٰيَاتِ اللّٰهِ ‘in hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُتْلٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  عَلَيْهِ  car mecruru  تُتْلٰى  fiiline mütealliktir.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

يُصِرُّ  atıf harfi  ثُمَّ  ile  يَسْمَعُ ‘ya matuftur. يُصِرُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مُسْتَكْبِراً  hal olup fetha ile mansubdur. 

كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا  cümlesi  يُصِرُّ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.

كَاَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  كَاَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur.  لَمْ يَسْمَعْهَاۚ  cümlesi  كَاَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَسْمَعْهَا  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُصِرُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صرر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُسْتَكْبِراً  kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ

 

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi olup, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبّه فبشّره (Dikkatli ol ve onu müjdele) şeklindedir. Fiil cümlesidir.  بَشِّرْهُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

بِعَذَابٍ  car mecruru  بَشِّرْهُ  fiiline mütealliktir.  اَل۪يمٍ  kelimesi  عَذَابٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَشِّرْهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بشر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

يَسْمَعُ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُتْلٰى عَلَيْهِ 

 

Müstenefe cümlesidir. Önceki ayetteki  اَفَّاكٍ  kelimesi için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Veciz anlatım kastıyla gelen  اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

تُتْلٰى عَلَيْهِ  cümlesi  اٰيَاتِ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تُتْلٰى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Önceki ayetteki cemi gaib sıygadan, bu ayette müfret gaib sıygaya iltifat edilmiştir.


 ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ 

 

Cümle terâhî ve rütbe ifade eden  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

مُسْتَكْبِراً  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا  cümlesi  يُصِرُّ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur. Tekid ve teşbih ifade eden  كَاَنْ ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

كَاَنْ , muhaffefe  كانّ ’dir. İsmi mahzuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَمْ يَسْمَعْهَا  cümlesi  كَاَنْ ’in haberidir. İsminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يُصِرُّ مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ  [Sanki onları hiç duymamış gibi, büyüklük taslayarak diretir.] cümlesinde teşbih-i mürsel vardır. Kâfir, sanki Kur'an ayet­lerini işitmemiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

لَمْ يَسْمَعْهَاۚ - يَسْمَعُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

ثُمَّ  edatı, durumu uzak görmek içindir, cümle de hal yerindedir. (Beyzâvî)

Ayetlerden faydalanmama durumları, ayetleri işitmeme durumlarına benzetilmiştir. Bu benzetme, Kur’an ayetlerinin manasının açıklığından kinayedir. Kim onu duyarsa onun delalet ettiği şeyi tasdiklemiş olur. Onların ısrarı ve kibri olmasaydı mutlaka bundan faydalanırlardı. (Âşûr)


فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ

 

Cümle, takdiri  تنبّه (Dikkatli ol) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve tahkir manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ  [Onu, elem verici bir azapla müjdele!] cümlesinde alay üslubu vardır. Çünkü müjde sadece hayırda olur. Müjdenin şerde kul­lanılması alay ve istihza ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

‘’Azapla müjdelemek’’ ifadesinde istiare vardır. Uyarmak, ikaz etmek; müjdelemeye benzetilmiş, tehekküm ve alay maksadıyla bu istiare yapılmıştır. Câmi’; her ikisinde de sürura kavuşmak (Birinde hakiki diğerinde hayali) olmasıdır. İnzar masdarı tebşîr masdarına benzetilmiş, sonra bu masdarlardan fiil türetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir (ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اَل۪يمٍ  kelimesi  عَذَابٍ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

عَذَابٍ ‘in nekreliği, nev ve kesret ifade eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)