وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَاناً عَرَبِياًّ لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | ve |
|
2 | قَبْلِهِ | ondan önce |
|
3 | كِتَابُ | Kitabı |
|
4 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
5 | إِمَامًا | önder |
|
6 | وَرَحْمَةً | ve rahmet |
|
7 | وَهَٰذَا | ve bu |
|
8 | كِتَابٌ | Kitaptır |
|
9 | مُصَدِّقٌ | doğrulayan |
|
10 | لِسَانًا | diliyle |
|
11 | عَرَبِيًّا | Arap |
|
12 | لِيُنْذِرَ | uyarmak için |
|
13 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
14 | ظَلَمُوا | kendilerine yazık eden(leri) |
|
15 | وَبُشْرَىٰ | ve müjde (olan) |
|
16 | لِلْمُحْسِنِينَ | güzel davrananlar (için) |
|
Sûrenin ana konusu Kur’an’ın Allah kelâmı, Muhammed aleyhisselâmın da gerçek peygamber olduğunu ispat etmektir. Bu maksatla sıralanan deliller ve ikna edici tartışma çerçevesinde bu âyetlerde şunlara yer verilmiş olmaktadır:
a) Kur’an’a ve peygambere iman edenler bulunduğuna göre inkârcıların bunda ısrar etmek yerine bir de “Ya gerçek ise, Allah’tan gelmiş ise biz ona inanmamakla neleri kaybetmiş olacağız” diye düşünmelerinin makul olacağı.
b) Kur’an’ın Allah’tan geldiği ve peygamberin doğru söylediği konusunda tanıklık eden, bununla da kalmayıp ona inanan bazı yahudilerin tanıklıklarının dikkate alınması gerektiği. Bu şahidin kim olduğu konusunda çeşitli yorumlar yapılmış, rivayetlere yer verilmiştir. Bu cümleden olarak “Şahit Hz. Mûsâ’dır, Tevrat’da Hz. Peygamber’in geleceğini bildirmiştir”; “Yahudi iken müslüman olan Abdullah b. Selâm’dır”; “Mekke müşriklerinin ticaret için gittikleri Medine’de ve başka yerlerde karşılaştıkları bazı yahudilerdir” diyenler olmuştur. Birinci ihtimal oldukça zayıftır; çünkü bu şahitlik Mekkeliler için ikna edici olmaz. İkinci ihtimal bazı sağlam rivayetlere dayanmakla beraber sûrenin Mekke’de inmiş olması bu yorumu zayıflatmaktadır. Bunu savunanlara göre sûrenin bütünü Mekke’de inmiş olmakla beraber bu âyet daha sonra Medine’de gelmiş ve sûredeki yerine konmuştur (Râzî, XXVIII, 7; Kurtubî, XVI,181; Şevkânî, V, 23). Bize göre ikinci ve üçüncü ihtimaller birbiri ile çelişmediği için kabul edilebilir niteliktedir.
c) İnkârda ısrar eden Arap müşriklerinin, servet ve saltanatlarına güvenerek Allah’tan gelecek her iyi ve güzel şeyin öncelikle kendilerine gelmesi gerektiği konusundaki değerlendirmelerinin yanlış olduğu; insanların Allah katındaki değerlerinin servet ve saltanata değil, imana, ahlâka ve iyiliklere bağlı olduğu.
d) Araplar’ın yakınlarında olan ve temas halinde bulundukları yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat’ı ölçü olarak almalarının uygun olacağı. Hz. Mûsâ ve Tevrat ile Hz. Muhammed ve Kur’an arasında önemli benzerlikler vardır, fark dilde ve şekildedir; içerik ve amaç benzerliği, kaynak birliğinin ve gerçekliğin önemli bir delilidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 30-31
وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ
وَ istînâfiyyedir. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كِتَابُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُوسٰٓى muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِمَاماً kelimesi كِتَابُ ‘un hali olup fetha ile mansubdur. رَحْمَةً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَاناً عَرَبِياًّ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine matuftur. İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. كِتَابٌ haber olup lafzen merfûdur. مُصَدِّقٌ kelimesi كِتَابٌ ‘ın sıfatı veya ikinci haber olup lafzen merfûdur. لِسَاناً kelimesi مُصَدِّقٌ ‘daki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. عَرَبِياًّ kelimesi لِسَاناً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُصَدِّقٌ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ
لِ harfi, يُنْذِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte مُصَدِّقٌ ‘a mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْذِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُواۗ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِيُنْذِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la مُصَدِّقٌ ‘a matuf olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
لِلْمُحْسِن۪ينَ car mecruru بُشْرٰى ‘ya müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُحْسِن۪ين kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. مِنْ قَبْلِه۪ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. كِتَابُ مُوسٰٓى , muahhar mübtedadır.
اِمَاماً ve رَحْمَةًۜ kelimeleri haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَاناً عَرَبِياًّ لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ile istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi هٰذَا ile marife olması, işaret edilene tazim ifade ederek önemini vurgular. İşaret ismi en güzel temyiz yollarından biridir.
مُصَدِّقٌ kelimesi كِتَابٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Kitap, مُصَدِّقٌ olmakla vasıflanarak mecâzî isnad yapılmıştır. Kitap, doğruyu söyleyen bir canlıya benzetilmiştir. Doğrulayan kitap değil, ondaki ifadelerdir. Kitapla مُصَدِّقٌ (doğrulayan) arasında sebebiyet alakasına dayalı mecaz-ı mürsel bulunmaktadır. Burada sebep zikredilmiş, sonuç kastedilmiştir. Çünkü doğrulamak, kitaptaki bilgilerin sebebidir. كِتَابٌ مُصَدِّقٌ ibaresi, kitaptaki bilgilerin doğruluğu ve tasdik edici özelliğini mübalağalı ifade eden mecazî bir üsluptur.
لِسَاناً kelimesi, arapça olmasıyla kastedilenin arapça lafız olduğu, ahlakı ve öğretileri olmadığı manası için idmâc edilmiştir. Çünkü Arap ahlakında o gün iyi kötü birbirine karışmıştır. İslam geldiğinde ise kötülüğü nehyetmiştir. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz (sav): ’’Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim ‘’ buyurmuştur. (Âşûr)
لِسَاناً haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
عَرَبِياًّ kelimesi لِسَاناً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle مُصَدِّقٌ ‘a mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan ظَلَمُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi sıygasında gelmesi sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mahzuf mübteda ve mezkûr haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ ibaresi, لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ ‘ya veya مُصَدِّقٌ ‘a matuftur. لِلْمُحْسِن۪ينَ car mecruru, بُشْرٰى ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veya bu ibare takdiri هو olan mübtedanın haberidir.
لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ cümlesiyle وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
مُحْسِن۪ينَ - ظَلَمُواۗ ve يُنْذِرَ - بُشْرٰى gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Ayetteki önemine binaen tekrarlanan كِتَابُ kelimesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لِيُنْذِرَ kelimesi ‘uyarmak, korkutmak’ manasına gelirken; بُشْرٰى kelimesi ‘müjde vermek, sevindirmek’ manalarını taşımaktadır. Aralarında mana açısından tezat bulunmaktadır. Buradaki tıbâk sanatı yapılan kelimelerden biri fiil diğeri isimdir. (Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, XIII, 339)
لْمُحْسِن۪ينَ ve الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ kelimelerindeki kalıplar arasında fark vardır. İlki ism-i mevsûl ile gelmiştir, ki onların sıla cümlesi ile bilindiklerine ve meşhur olduklarına işaret eder. Böylece daha önce geçen, [Küfredenler, uyarıldıkları şeyden yüz çeviricilerdir] (Ahkâf/3) ayetinde zikredilen kişilere işaret eder. Çünkü onlar, ayetlerin bu şekilde bahsetmesinden sonra zulmetme dalaletiyle tanınmış ve meşhur olmuşlardır. Küfredenlerden zulmedenler şeklinde bahsedilmesi, zulmün çirkinliğini ifade etmek, küfrün ve masiyetin her çeşidinden nefret ettirmek maksadıyladır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s. 421-422)