Hucurât Sûresi 13. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَـبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ  ...

Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 إِنَّا elbette biz
4 خَلَقْنَاكُمْ sizi yarattık خ ل ق
5 مِنْ -ten
6 ذَكَرٍ bir erkek- ذ ك ر
7 وَأُنْثَىٰ ve bir kadın(dan) ا ن ث
8 وَجَعَلْنَاكُمْ ve ayırdık sizi ج ع ل
9 شُعُوبًا milletlere ش ع ب
10 وَقَبَائِلَ ve kabilelere ق ب ل
11 لِتَعَارَفُوا birbirinizi tanımanız için ع ر ف
12 إِنَّ şüphesiz
13 أَكْرَمَكُمْ en üstün olanınız ك ر م
14 عِنْدَ yanında ع ن د
15 اللَّهِ Allah
16 أَتْقَاكُمْ en çok korunanınızdır و ق ي
17 إِنَّ şüphesiz
18 اللَّهَ Allah
19 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
20 خَبِيرٌ haber alandır خ ب ر
 

Müslümanların dünya görüşlerini ve değer ölçütlerini dayandır­dıkları âyetlerden biri de budur. Fertler, gruplar, kavimler, ümmetler, milletler siyasî, kültürel, biyolojik, coğrafî vb. farklarla birbirinden ayrılır; bu farklara bağlı olarak farklı kimlik sahibi olur, bu kimlikle tanınır ve tanışır. Ayrıca her biri kendi farkını, özelliğini bir gurur, değer ve övünç vesilesi yapar. Âyet farklı yaratılmanın “kimlik edinme ve bu kimlikle tanınma, tanışma” fonksiyon ve hikmetini onaylıyor; ancak farklı sosyal ve etnik gruplara mensup olmanın üstünlük vesilesi olarak kullanılmasını reddediyor; insanın şeref ve değerini, kendi iradesi ile elde etmediği etnik aidiyete değil, kendi irade ve çabasıyla elde ettiği evrensel değerlere bağlıyor. Âyetteki etka kelimesinin içerdiği takvâ kavramı, evrensel değerleri, erdemleri edinme ve bunların zıtlarından titizlikle kaçınma ve sakınmayı ifade etmektedir (bk. A‘râf 7/26). Hak dine iman dışındaki evrensel değerler hangi kişi ve grupta bulunursa o, diğerlerinden daha üstündür, daha değerlidir. Sıra hak dine imana gelince, özellikle ebedî kurtuluş bakımından başka hiçbir değer ve erdem imanın yerini tutamaz, imandan üstün olamaz. Âyetin ortaya koyduğu insanlık değeri ile gruplar arası ilişkiyi –konuyla ilgili başka âyetleri de göz önüne alarak– şöyle özetlemek mümkündür: Bütün insanlar bir erkekle (Âdem) bir kadından (Havvâ) yaratılmış, meydana getirilmiştir. Allah Âdem’i topraktan, eşini de Âdem’in aslından yaratmış, bunların karı-koca olmalarından sonra da doğum yoluyla insanlık vücuda gelmiş, üremiş ve çoğalmıştır. Şu halde bütün insanların aslı birdir, aynı özden yaratılmışlardır; hem kök hem de biyolojik temel özellikleri farklı değildir, bu yönden bir üstünlük veya aşağılık söz konusu olamaz. Kök itibariyle kardeş olan insanlar birçok hikmet yanında farklı kimliklerle tanınıp tanışmaları için gruplara ayrılmışlardır. Her grup, başkalarından farklı, kendi aralarında ortak özelliklerine dayalı olarak birleşir ve dayanışırlar. Bu birleşme ve dayanışmada temel unsur dindir. Dini bir olanlar birbirini kardeş bilirler ve genellikle diğer özelliklerdeki ortaklık bu özel bağın üstüne çıkamaz. Dinin insana kazandırmak istediği en önemli değer ahlâktır (takvâ), hem bir grup içinde hem de gruplar arasında üstünlüğün, üstün değerin ölçütü ahlâk olmalıdır.

Kur’an’ın nâzil olduğu zamanda Araplar’da da kavimleri ve kabileleri ile övünme, kendilerini bu yüzden başkalarından üstün görme âdeti (kültürü) güçlü bir şekilde mevcuttu. İslâm insanların eşitliği gerçeğini ilân edince bunu sindirmekte zorlananlar oldu, bazı soylu aileler ve kabileler kızlarını diğerlerine veya âzatlı (eski) kölelere vermek istemiyorlardı. Hz. Peygamber bunlarla mücadele etti, müminleri eğitti ve meşhur Vedâ hutbesinde bütün insanlığa şöyle seslendi:

“Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki rabbiniz birdir, babanız birdir. Arap’ın başka ırka, başka ırkın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza, dindarlık ve ahlâk üstünlüğü dışında bir üstünlüğü yoktur. Dinleyin! Bu ilâhî gerçeği size tebliğ ettim mi, bildirdim mi?” Kendisini dinleyenler hep birden “evet” dediler. “Öyleyse burada olanlar olmayanlara bildirsin!” buyurdu (Müsned, V/411).


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 97-98
 
Riyazus Salihin, 70 Nolu Hadis: İnsanların en şereflisi Allah'tan en çok korkanlardır.
Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Bazı insanlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
- Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların en hayırlısı, şereflisi kimdir? dediler.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Allah’tan en çok korkanlarıdır” buyurdu.
- Ey Allah’ın Resûlü! Biz bunu sormuyoruz, dediler.
- “O halde, Allah’ın halîli (İbrâhim)’in oğlu, Allah’ın nebîsi (İshak)’ın oğlu, Allah’ın nebîsi (Yakub)’un oğlu, Allah’ın nebîsi Yusuf’tur” buyurdu.
- Ey Allah’ın Resûlü, biz bunu da sormuyoruz, dediler.
- “O halde siz benden Arap kabilelerini soruyorsunuz. (Bilin ki) Câhiliye döneminde hayırlı (şerefli) olanlar, şayet dînî hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar” buyurdu.  
(Buhârî, Enbiyâ 8, 14, 19, Menâkıb 1, Tefsîru sûre (12), 2; Müslim, Fezâil 168)
 

 Şe'abe شعب :

  شَعْبٌ tek bir atadan/soydan gelip dallara/kollara ayrılmış kabiledir. Çoğulu شُعُوبٌ olarak gelir.

  Bu köke ait شِعْبٌ kelimesi vadi için kullanıldığında birleştiği uç ve iki kola ayrıldığı uçtur. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda yalnızca 2 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri şube ve Şaban'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى 

 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Nidanın cevabı  اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ ‘dur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  خَلَقْنَاكُمْ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

خَلَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ ذَكَرٍ  car mecruru  خَلَقْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir. اُنْثٰى  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَـبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. شُعُوباً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَـبَٓائِلَ  atıf harfi و 'la makabline matuftur. 

لِ  harfi, تَعَارَفُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  جَعَلْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir.  تَعَارَفُوا  fiili  نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَعَارَفُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  عرف ‘dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak, aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.  


اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ 

 

اِنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

اِنَّ ‘nin ismi  اَكْرَمَكُمْ  olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عِنْدَ  mekân zarfı,  اَتْقٰيكُمْ  kelimesine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَتْقٰيكُمْ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. 

عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  خَب۪يرٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

عَل۪يمٌ  -  خَب۪يرٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

النَّاسُ , münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.

İstînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevabı olan  اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى  cümlesi,  اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Önceki ayetteki lafz-ı celâlden bu ayette azamet zamirine iltifat vardır.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Müsned olan  خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allâh Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir.

ذَكَرٍ - اُنْثٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, النَّاسُ - ذَكَرٍ - اُنْثٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bir erkek ve bir dişiden maksat Adem ile Havva’dır. Ayetin anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Her birinizi bir baba ve anneden yarattık; her birinizin meydana gelişi aynı yolla gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, nesep bakımından birinin diğerine karşı övünmesi ve bir üstünlük iddia etmesi doğru değildir. (Keşşaf)

"Bu hitâb yapılırken mevcud olan ey insanlar, her birinizi bir baba ve bir anadan yarattık" demektir. Birinci mananın kastedildiğini söylersek, ayet, bütün insanlar tek bir erkek ile tek bir kadının çocukları oldukları için, biribirlerine karşı övünemeyeceklerine bir işaret olur. İkinci mananın kastedildiğini söylersek, bu, bütün insanların tek bir cins olduğuna işaret olur. Çünkü her biri, diğeri gibi, bir ana bir babadan yaratılmıştır. Bir cinsin fertleri arasındaki farklılık, iki cins arasında olan farklılığa nazaran daha küçük ve önemsizdir. Zira mesela sinekler ile kurtlar arasında farklılıktan bahsetmemek, farklılığın kanunlarındandır. Ancak insanlar arasında, küfür ve iman bakımından olan farklılık, iki cins arasındaki farklılık gibidir. Çünkü kâfir, adeta cansız hükmündedir. Çünkü tıpkı bir hayvan gibidir, hatta daha aşağıdır. Mümin ise, olması gerektiği manada insandır. O halde İnsan cinsinin fertleri arasındaki farklılık, cins açısından değil, maddeleri açısındandır. Zira hepsi de bir erkekle bir dişiden olmadır. Bu durumda, övünme hususunda buna itibar edilemez. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 

 وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَـبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ

 

Nidanın cevabına matuf olan bu cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  تَعَارَفُوا  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle  جَعَلْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Allah’ın sizi milletler ve kabileler halinde yaratmasının hikmeti, birbirinizin nesebini bilmeniz ve hiç kimseyi kendi öz babasından başkasına nispet etmemenizdir. Yoksa Allah bunu âbâ u ecdadınızla başkalarına karşı övünesiniz ve nesep bakımından başkalarına üstünlük ve farklılık taslayasınız diye yapmamıştır. (Keşşâf)

قَـبَٓائِلَ - شُعُوباً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Kelimelerdeki nekrelik, muayyen olmayan nev ifade eder.

شُعُوباً وَقَـبَٓائِلَ  kelimelerinde taksim  وَجَعَلْنَاكُمْ ‘da cem’ sanatı vardır.

شُعُوباً  kelimesi  شَعْبٍ (millet)‘ın,  قَـبَٓائِلَ  kelimesi de  القَبِيلَةِ ‘nin çoğuludur. Araplar, topluluk taksimini insan bedeninin yaratılışını esas alarak yapmışlardır. Şöyle ki: İnsanın kafatasını meydana getiren kemiklerden herbirine kabile ve hepsine kabâil denir ve bu baş kemiklerinin birbirine kavuşup bitiştiği eke de şa'b denilir. Bir babanın sulbünden dallanan çok bir topluluğa bundan alınmış olarak kabile denildiği gibi çeşitli kabileleri toplayan ve hepsi bir asla mensup olan büyük cemiyete de re's veya şa'b denilir. Bu şekilde bir asla mensup olan toplumların hepsinin başı ve büyüğü olan toplum şa'bdır ki, kabileleri içinde bulundurur. Kabile,  العِمارَةُ  imareleri içinde bulundurur ki sadır, yani göğüs derecesindedir. İmâre,  البَطْنُ  batınları (boylar) içinde bulundurur ki, Türkçe'de göbek deyimine benzer. Batın, الفَخِذُ , fahızlar (oymak) de  الفَصِيلَةُ  fasileleri  (sülale) içine alır, toplamı altı tabaka eder. Bazıları fasileden sonra yedinci olarak aşireti saymışlardır. Mesela: Huzeyme bir şa'b, Kinâne bir kabile, Kureyş bir imâre, Arap batınlarına, şuûbun da Acem yani Arab'ın dışındaki kavim batınlarına işaret olduğunu söylemişlerdir. (Elmalılı, Âşûr)


اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

اَكْرَمَكُمْ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi,  اَتْقٰيكُمْ  haberidir. Mekân zarfı  عِنْدَ mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâzı hazif sanatıdır. 

اَكْرَمَكُمْ ‘a müteallik olan  عِنْـدَ اللّٰهِ  izafeti kısa yoldan izah ve  عِنْـدَ ’nin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki cümledeki azamet zamirinden bu cümlede gaib zamire dönüş, iltifat sanatıdır.

Bu kelam, neseplerle iftihar etmenin yasaklanmasının illetidir. Yani Allah katında en iyiniz, en takvalı olanınızdır. O halde eğer iftihar edecekseniz, takva ile iftihar edin. Binaenaleyh yüksek derecelere çıkmayı hedefleyenler, takvayı gerçekleştirmektedir. (Ebüssuûd)

اَكْرَمَكُمْ - اَتْقٰيكُمْۜ  kelimeleri mübalağa ifade eden ismi tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Yüce Allah insanın başkasına karşı üstünlük elde edebileceği ve Allah katında şeref ve değer elde edebileceği hasleti açıklamak üzere [Çünkü Allah katında en değerliniz, en çok sakınanınızdır] buyurmuştur. (Keşşâf)

الأتْقى , takvadan  التَّقْوى  ism-i tafdildir. Takva lügatte  ؤقى  vikayedendir. Vikaye: gayet iyi korunup sakınmaktır. Nefsi korkulacak şeylerden muhafazaya koyup korumak, diğer bir ifade ile sipere girip korunmak demektir. Lügatta hakikati budur. Sonra bazan korkuya takva, takvaya korku tabir edilir. Şeriatte iki manada kullanılır: Birisi geniş olan âmm manasınadır ki sonunda ahirette zararlı olandan sakınıp korunmak demektir. Bunun fazlayı ve eksiği kabul eden geniş bir sahası vardır ki, en aşağısı cehennemde ebedi kalmayı neticelendiren şirkten sakınmaktır. En yükseği de sırrını haktan alıkoyabilecek her husustan temiz tutarak bütün varlığı ile hakka dönüştür. Bütün manasıyla Allah'ın korumasına girmektir ki, ["Allah'tan hakkıyla korununuz."] (Âl-i İmrân "/102) ayetinde kastedilen hakiki takva budur. Bir de şeriatte bilinen özel manası vardır ki, mutlak olarak takva denildiği ve karine bulunmadığı zaman maksat bu olur; nefsi günaha layık kılacak gerek fiil ve gerek terk, herhangi bir günahtan korumaktır. (Elmalılı, Âşûr)


 اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Allah'ın,  عَل۪يمٌ  ve  خَب۪يرٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

عَل۪يمٌ  ve  خَب۪يرٌ  kelimelerinin her ikisi de mübalağa ifade eden kiplerdir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

İlim ve haberdar olmak lafızları bir arada gelerek  Allah'ın bunlarla kemal olarak vasıflandığını haber vermiştir. İlmi tamam ve kemal olan haberdar olur. İlminin çokluğuna ve haberdar olma kapasitesinin genişliğine delalet etmek için bu iki vasıf da mübalağa kalıbıyla gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 523)

Surenin son cümlesi mesel tarikinde tezyîl olarak tetmim ıtnâbıdır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an 

Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)