وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | ve eğer |
|
2 | طَائِفَتَانِ | iki grup |
|
3 | مِنَ | -dan |
|
4 | الْمُؤْمِنِينَ | inananlar- |
|
5 | اقْتَتَلُوا | vuruşurlarsa |
|
6 | فَأَصْلِحُوا | düzeltin |
|
7 | بَيْنَهُمَا | onların arasını |
|
8 | فَإِنْ | şayet |
|
9 | بَغَتْ | saldırırsa |
|
10 | إِحْدَاهُمَا | biri |
|
11 | عَلَى | üzerine |
|
12 | الْأُخْرَىٰ | öteki |
|
13 | فَقَاتِلُوا | vuruşun |
|
14 | الَّتِي |
|
|
15 | تَبْغِي | saldıran tarafla |
|
16 | حَتَّىٰ | kadar |
|
17 | تَفِيءَ | dönünceye |
|
18 | إِلَىٰ |
|
|
19 | أَمْرِ | buyruğuna |
|
20 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
21 | فَإِنْ | eğer |
|
22 | فَاءَتْ | dönerse |
|
23 | فَأَصْلِحُوا | artık düzeltin |
|
24 | بَيْنَهُمَا | onların arasını |
|
25 | بِالْعَدْلِ | adaletle |
|
26 | وَأَقْسِطُوا | ve daima adil olun |
|
27 | إِنَّ | çünkü |
|
28 | اللَّهَ | Allah |
|
29 | يُحِبُّ | sever |
|
30 | الْمُقْسِطِينَ | adalet yapanları |
|
İslâm’dan önce Arap kabileleri arasında sık sık anlaşmazlıklar ve çatışmalar olur, çözüm ise adaletten çok, güce dayanır, gücü ve arkası olanlar istediklerini alırlardı. Allah’ın isimlerinden biri “hak”, diğeri de “âdil”dir, Kur’an hakkı hâkim kılmak için gönderilmiş, dine “hak din” ve “hak dini” denilmiş; ümmete de hakkı yerine getirmek, haksızlıkları önlemek (emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker) ödevi verilmiştir. Toplu hayatta fertler ve gruplar arasında anlaşmazlıkların ortaya çıkması, karşılıklı taleplerin haklısı yanında haksızının da bulunması, haksız olanların kuvvete başvurmaları, –istenmemekle beraber– nâdir olaylardan değildir. Nitekim İslâm, hem bütün insanların kök itibariyle kardeş hem de müminlerin aynı dine mensup, aynı hukuk, ahlâk ve değerler sistemine bağlı bulundukları için kardeş olduklarını ilân ettiği halde müminler arasında da anlaşmazlıklar çıkmış, anlaşmazlığın tarafları birbirine saldırmış, dalaşma ve çatışmalar olmuştur. Hz. Peygamber’den sonra birinci halife Hz. Ebû Bekir zamanında zekât yükümlülüğünü yerine getirmeyen ve devletin memurlarını kovan bazı gruplara karşı askerî tedbire dahi başvurulmuştur. Üçüncü halife Hz. Osman zamanında iç karışıklıklar ve halifeye karşı isyan hareketi ortaya çıkmış, ancak Hz. Osman askerî tedbire başvurmamayı tercih etmiştir. Hz. Ali’nin halifeliğinde Muâviye ve çevresindekiler, halifeye biat etmeyip Hz. Osman’ın katillerini yakalayarak kendilerine teslim etmesini biat şartı olarak ileri sürmüşler, Hz. Ali müzakere ve nasihatle yola gelmeyen muhaliflerine karşı savaşmak mecburiyetinde kalmış ve meşhur Sıffîn Savaşı yapılmıştır. Hz. Âişe, Talha, Zübeyir gibi önemli kişilerin Hz. Ali’ye karşı olan tarafta yer aldıkları Cemel Savaşı da siyasî ihtilâf ve itaatsizlik sebebine dayalı bir iç savaştır. 9. âyet haksız yere devlete baş kaldıran gruplar ile devlet arasındaki savaştan değil, halk arasında meydana gelen anlaşmazlık ve kavgalardan, bunlara karşı güçlü çoğunluğun, halkın geri kalanlarının adalet ve hakkaniyet ölçüleri içinde tarafları anlaştırma, aralarını bulma ve gerekirse güce başvurarak haksızlığı önleme yükümlülüğünden bahsetmektedir. Devlete baş kaldıran, hukuka boyun eğmeyen âsi gruplar (bâğîler), halkın geri kalanına karşı da haksız yere savaş ilân etmiş oldukları ve zarar verdikleri için müctehidlerce bu âyetin kapsamına alınmışlar; –bazı istisnalar dışında– aynı hükme ve muameleye tâbi tutulmuşlardır. Fıkıh kitaplarının “bağiy ve cihad” bölümlerinde bu konu detaylarıyla işlenmiştir. Özet olarak İslâm toplumu, hem dışarıda hem içeride meydana gelen haksız çatışmalar karşısında ilgisiz ve duyarsız kalamaz, barış ve adaletin gerçekleşmesi için elinden geleni yapmakla yükümlüdür.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 92-93وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طَٓائِفَتَانِ sonrasında onu tefsir eden mahzuf fiilin faili olup ref alameti elif’tir. Takdiri, اقتتلت طائفتان (İki grup savaştı.) şeklindedir. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru طَٓائِفَتَانِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
اقْتَتَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اَصْلِحُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı, اَصْلِحُوا fiiline müteallik olup mansubdur. Muttasıl zamir هُمَاۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اقْتَتَلُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi قتل ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَصْلِحُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صلح ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ
Cümle, atıf harfi فَ ile istînâfiye’ye matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَغَتْ şart fiili olup, mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اِحْدٰيهُمَا fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَى الْاُخْرٰى car mecruru بَغَتْ fiiline mütealliktir. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَاتِلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda mukadder mevsufun sıfatıdır. Takdiri, الفئة التي (O grup ki…) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası تَبْغ۪ي ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَبْغ۪ي fiili ي üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تَف۪ٓيءَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde قَاتِلُوا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَف۪ٓيءَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. اِلٰٓى اَمْرِ car mecruru تَف۪ٓيءَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَاتِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ
Cümle, atıf harfi فَ ile بَغَتْ ‘e matuftur. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَصْلِحُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı, اَصْلِحُوا fiiline müteallik olup mansubdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْعَدْلِ car mecruru اَصْلِحُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.
اَقْسِطُوا atıf harfi وَ ‘la اَصْلِحُوا ‘ya matuf olup mahallen meczumdur. اَقْسِطُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قسط ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. يُحِبُّ fiili اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحِبُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْمُقْسِط۪ينَ mef’ûlün bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُقْسِط۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesindeki طَٓائِفَتَانِ , takdiri اقتتلت (Savaştılar) olan mahzuf fiilin failidir. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tefsiriyye olarak fasılla gelen اقْتَتَلُوا cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَصْلِحُوا - طَٓائِفَتَانِ kelimelerinde tesniye - cemi arasında geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Cenab-ı Hak, يقتتلوا buyurmamış da, اقْتَتَلُوا buyurmuştur. Çünkü, muzari sıygası, maziye nispetle devamı ve devamlılığı bildirir. Bu durumda da bundan, "şayet, iki mümin cemaat arasındaki savaşı uzun süre devam ettirirlerse, o zaman aralarını ıslah edin..." manası çıkardı.. Zira, muzari (istikbal) sıygası, bu manayı ifade eder. Nitekim Arapça'da, devamlılık ifade etmek anlamında, فلان يتهجد ويصوم [Falanca, devamlı teheccüt namazı kılar, oruç tutar.] denir.(Fahreddin er-Râzî)
اقْتَتَلُوا kelimesi mana üzerine hamledilerek çoğul kılınmıştır. Çünkü iki grup topluluk ve insanlar manasınadır. فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا da lafza bakılarak tesniye getirilmiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ
Cümle atıf harfi فَ ile istînâfa matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelen terkipte şart cümlesi بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Mef’ûl konumundaki müfred müennes ism-i mevsûl الَّت۪ي ’nın sılası olan تَبْغ۪ي cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup قَاتِلُوا fiiline mütealliktir.
اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ car mecruru تَف۪ٓيءَ fiiline mütealliktir. اَمْرِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzaf olan اَمْرُ için tazim ve teşrif ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تَبْغ۪ي - قَاتِلُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, بَغَتْ - تَبْغ۪ي kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Gölgeye الفيء denilmesi zeval vaktinde güneş onu sildikten sonra dönmesindendir. Ganimete de الفيء denilmesi kâfirlerden Müslümanlara dönmesindendir. (Beyzâvî)
فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ
Atıfla gelen cümle ayetteki üçüncü şart cümlesidir. Önceki şart cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen terkipte فَٓاءَتْ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ cümlesi فَ karînesiyle gelmiş cevap cümlesi olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَقْسِطُوا fiili atıf harfi وَ ‘la , اَصْلِحُوا cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.
اَقْسِطُوا fiilinde irsad sanatı, اَقْسِطُواۜ - عَدْلِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَٓاءَتْ - تَف۪ٓيءَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي cümlesiyle, فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَصْلِحُوا (barıştırın) - اقْتَتَلُوا (savaştılar) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
Önce tesniye olan طَٓائِفَتَانِ kelimesinden cemî olan اقْتَتَلُوا fiiline sonra yine tesniye olan بَيْنَهُمَا kelimesine geçiş yapılmıştır. Burada, barış halinde tesis edilmiş olan birlik ruhunun kaybolması, fitne fesadın insanlar arasında yaygınlaşması, birlik ve beraberliği bozacak olan faktörlerin ortaya çıkması gibi pek çok unsurun savaşa sebep olmasından dolayı tesniye sîgası terk edilmiş ve cemî sıygasına geçilmiştir. Fakat bunlar ortadan kalkar ve Müslümanlar tekrar barışın hakim olması için aralarını düzeltirlerse işte o zaman o iki grup sanki birer vücut gibi kabul edilir. İnananlara bu mesajı vermek için ifade بَيْنَهُمَا şeklinde tesniyeye dönmüştür. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
Ayetin ta’liliyye olarak gelen son cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَقْسِطُواۜ - مُقْسِط۪ينَ , قَاتِلُوا اقْتَتَلُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.