Mâide Sûresi 106. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِۜ تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَناً وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الْاٰثِم۪ينَ  ١٠٦

Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden adaletli iki kişidir. Yahut; seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına, “Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz” diye yemin ederler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inananlar ا م ن
4 شَهَادَةُ şahidlik etsin ش ه د
5 بَيْنِكُمْ aranızda ب ي ن
6 إِذَا zaman
7 حَضَرَ geldiği ح ض ر
8 أَحَدَكُمُ birinize ا ح د
9 الْمَوْتُ ölüm م و ت
10 حِينَ sırasında ح ي ن
11 الْوَصِيَّةِ vasiyyet و ص ي
12 اثْنَانِ iki ث ن ي
13 ذَوَا kişi
14 عَدْلٍ adil ع د ل
15 مِنْكُمْ içinizden
16 أَوْ ya da
17 اخَرَانِ diğer iki kişi (şahidlik etsin) ا خ ر
18 مِنْ
19 غَيْرِكُمْ sizden olmayan غ ي ر
20 إِنْ eğer
21 أَنْتُمْ siz
22 ضَرَبْتُمْ yolculuk ederken ض ر ب
23 فِي
24 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
25 فَأَصَابَتْكُمْ ve başınıza gelmişse ص و ب
26 مُصِيبَةُ musibeti ص و ب
27 الْمَوْتِ ölüm م و ت
28 تَحْبِسُونَهُمَا onları tutarsınız ح ب س
29 مِنْ
30 بَعْدِ sonra ب ع د
31 الصَّلَاةِ namazdan ص ل و
32 فَيُقْسِمَانِ yemin etsinler ق س م
33 بِاللَّهِ Allah’a
34 إِنِ eğer
35 ارْتَبْتُمْ kuşkulanırsanız ر ي ب
36 لَا
37 نَشْتَرِي satmayacağız ش ر ي
38 بِهِ onu (yeminimizi)
39 ثَمَنًا hiçbir paraya ث م ن
40 وَلَوْ ve eğer
41 كَانَ olsa ك و ن
42 ذَا
43 قُرْبَىٰ akraba da ق ر ب
44 وَلَا ve
45 نَكْتُمُ gizlemeyeceğiz ك ت م
46 شَهَادَةَ şahidliğini ش ه د
47 اللَّهِ Allah’ın
48 إِنَّا yoksa biz elbette
49 إِذًا o zaman
50 لَمِنَ kimselerden oluruz
51 الْاثِمِينَ günahkar ا ث م
 

İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Benu Sehm’den bir kişi, Tecîmüd’-Dâri ve Adiy İbnu Bedda ile birlikte yola çıktı. Es-Sehmi, hiç Müslüman bulunmayan bir yerde vefat etti. Terikesini Temin ve Adiyy getirdiler. Ancak (Sehmî’nin yakınları vasiyette adı geçen) gümüş işlemeli bir kabı (teslim edilen mallar arasında) bulamadılar. (Şikayet üzerine) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hususta ikisine (Temim ve Adiyy’e) yemin ettirdi. Sonra kap Mekke’de bulundu. Kabın yanlarında bulunduğu kişiler: “Biz bunu Temin ve Adiyy’den aldık” diye yemin ettiler. Sehmî’nin yakınlarından iki kişi de kalkıp Allah’a yemin ederek: “Bizim şahitliğimiz o ikisinin şehadetinden daha doğrudur, kap da arkadaşımıza aittir” dediler.

İbnu Abbas der ki bu ayet bunlar hakkında nazil oldu: 

Buhari, Vesâya 35; Tirmizi, Tefsir, Maide (3062); Ebu Dâvud, Akdiye 19, (3606).

 

قَسْم Payı, hisseyi bölmek ya da dağıtmaktır. أقْسَمَ  yemin etti demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 33 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kasem, kısım, kısmet, taksim, aksam, hısım ve kasım(ayı)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

ضَرَبَ Bir nesneyi başka bir nesnenin üzerine düşürmektir. Çekiçle vurmak göz önünde bulundurularak para basmak için de bu kelime tercih edilmiştir (darphane). Darbı mesel ibaresi de para basmak kullanımından doğmuştur. (Müfredat) Bu fiil Kuran’da beş şekilde tefsir edilir: 1- Seyir halinde olmak (yürümek) manasında (4/101) 2- El yada eldeki silah ile vurmak manasında (8/12) 3- Örneklendirmek manasında (16/76)  4- Zikretmek manasında (59/21) 5- Beyan ederek vasfetmek manasında (14/45) kullanılmıştır.(Mukatil b. Süleyman) ضرب fiili; nesnesi hususi(özel bir isim) olduğunda ‘elem’ manasına gelir (Ahmed’e elem verdim gibi). Şayet nesnesi umumi (genel) olursa o zaman da ‘ihanet’ manasına gelir. (Hıristiyanlara ihanet ettim gibi) (Furuk) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 58 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri darb, darbe, darb(-ı mesel), darphane, ızdırap, muzdarip ve mızraptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِۜ


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı  شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ  ’dır.

شَهَادَةُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mekân zarfı  بَيْنِ , muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

إِذَا  şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. حَضَرَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَضَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَحَدَكُمُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ٱلۡمَوۡتُ  muahhar fail olup damme ile merfûdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  أسباب الموت (Ölüm sebepleri) şeklindedir. ح۪ينَ  zaman zarfı,  حَضَرَ  fiiline mütealliktir.  الْوَصِيَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اثْنَانِ  masdar  شَهَادَةُ ’nun faili olup, müsenna olduğu için elif ile merfûdur.

ذَوَا  kelimesi  اثْنَانِ ‘nin sıfatı olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti eliftir. Aynı zamanda muzâftır. عَدْلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْكُمْ  car mecruru  اثْنَانِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. اٰخَرَانِ  atıf harfi  اَوْ  ile  اثْنَانِ ‘ye matuf olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. مِنْ غَيْرِكُمْ  car mecruru  اٰخَرَانِ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  sonrasında onu tefsir eden mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri;  ضَرَبْتُمْ  şeklindedir. 

ضَرَبْتُمْ  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  ضَرَبْتُمْ  fiiline mütealliktir.

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَصَابَتْكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مُص۪يبَةٌ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْمَوْتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  فاستشهدوا آخرين  (Başkalarını şahit tutun) şeklindedir.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde   اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgileri olmadığından isimdirler.

Masdarın fiil gibi amel şartları şunlardır: Tenvinli olmalıdır.  Harfi tarifli (ال) olmalıdır.

Masdarın failine muzaf olmalıdır. Masdarın mefulüne muzaf olmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

(اَوْ) :Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. 

اَصَابَتْكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ‘dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُص۪يبَةُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَناً وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ

 

Cümle,  اٰخَرَانِ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Fiil cümlesidir.  تَحْبِسُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  تَحْبِسُونَ  fiiline mütealliktir.  الصَّلٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  يُقْسِمَانِ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ  car mecruru  يُقْسِمَانِ  fiiline müteallıktır.

اِنِ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ارْتَبْتُمْ  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri;  خلفوهما (O ikisine karşı çıkarlarsa) şeklindedir. Kasemin cevabı  لَا نَشْتَر۪ي ‘dir. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَشْتَر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. بِه۪  car mecruru  نَشْتَر۪ي  fiiline mütealliktir.  ثَمَنًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ  cümlesi, hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. ذَا  harfle îrab olan beş isimden  كَانَ ’nin haberi olup, nasb alameti eliftir. Aynı zamanda muzâftır. قُرْبٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  لا نشهد كذبا ولا نشتري به ثمنا (Biz yalana şahitlik etmeyiz ve onu bir değere de satmayız.) şeklindedir. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُقْسِمَانِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قسم ‘dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

ارْتَبْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ريب ’dir.

نَشْتَر۪ي  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  شري ’dir. 

İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. 


وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الْاٰثِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَكْتُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. شَهَادَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اِذًا  mukadder sorunun cevabıdır. Takdiri;  ماذا سيكون من أمركم إن فعلتم (Eğer yaparsanız durumunuz ne olurdu?) şeklindedir.

ل  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  

مِنَ الْاٰثِم۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الْاٰثِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  أثم  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Çeşitli tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  أَیُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey iman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese) 

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın  ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi  لبيك وسعديك  “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah,  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabı ile Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. “Ey iman edenler” ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke’de fazla emir ve yasak yoktur.

İman kelimesi fiil olarak  اٰمَنُوا  şeklinde gelmiştir. Bu imanınızın kıymetini bilin, bu iman üzere devam edin, imanınızı koruyun demektir. İsim olarak gelip  مؤْمِنُونَ  buyurulsaydı, bu manalar anlaşılmazdı.

Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

يَٓا  harfi,  ادع  yerine kullanılan bir edattır. Muhatabın kendisine yönelmesini istemektir. Uzakta olanı çağırmak için gelir. Bazen çağrılan kimsenin şanının yüceliğine ve rütbesinin yüksekliğine işaret için yakın olan uzak gibi kabul edilir. Bazen de muhatabının mertebesinin aşağılığına işaret etmek üzere uzak için olan nida edatı kullanılır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)  

Nidanın cevap cümlesi olan  شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ  izafeti mübteda, takdiri, في ما فرض عليكم  olan haber mahzuftur. Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.

 حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ  cümlesi şarttan mücerret, شَهَادَةُ ‘ye müteallik olan zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  اَحَدَكُمُ  önemine binaen faile takdim edilmiştir.

اثْنَانِ , fiil gibi amel eden  شَهَادَةُ ‘nün failidir.

شَهَادَةُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

حَضَرَ  fiilinin  الْمَوْتُ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan gelme, hazır bulunma fiili ölüme nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta ayrıca tecessüm sanatı vardır

حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ  ibaresinde kevniyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Çünkü vasiyet ölüm halinden önce yapılır.

اثْنَانِ  için sıfat olan  ذَوَا عَدْلٍ  izafeti, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

عَدْلٍ ‘deki nekrelik tazim ifade eder.

مِنْكُمْ  car-mecruru, اثْنَانِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

اٰخَرَانِ , muhayyerlik bildiren atıf harfi  اَوْ  ile  اثْنَانِ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camia, temasüldür.

مِنْ غَيْرِكُمْ  car-mecruru,  اٰخَرَانِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

غَيْرِكُمْ - اٰخَرَانِ  ve  ح۪ينَ - اِذَا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Şarttan mücerret zaman zarfı  شَهَادَةُ  ,اِذَا ’ya mütealliktir. Çünkü bu kelimede fiil manası vardır. Yani  لِيُشْهِدْ إذا حَضَرَ أحَدَكُمُ المَوْتُ اثْنانِ (Sizden birine ölüm geldiğinde iki kişi şahit olsun.) demektir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

أوْ  kelimesi birbirinden farklı iki durum için tahyir veya taksim içindir: Orada hazır olan ve yolcu olan iki durum. Çünkü  أوْ آخَرانِ مِن غَيْرِكُمْ (veya sizden başkalarından) ifadesi için kayıt olarak gelen  إنْ أنْتُمْ ضَرَبْتُمْ في الأرْضِ (Eğer yeryüzünde yolculuğa çıkarsanız) sözüne yakın gelmiştir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ  ifadesi  شَهَادَةُ مَا بَيْنَكُمْ  takdirindedir.  مَا بَيْنَكُمْ  tabiri, çekişme ve anlaşmazlıktan kinayedir. İnsanlar çekişme esnasında şahitliğe ihtiyaç duydukları için ayette “şehadet” kelimesi, “çekişme”ye muzâf kılınmıştır.  شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ  buyruğundaki  ما ’nın hazfi ise bilinip açık olduğu için caizdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ  [Ölüm herhangi birinizin karşısına gelip çattığı zaman, vasiyet zamanında...] tabirinin, vasiyetin vacip oluşunun delili olduğunu söylemişlerdir. Zira Allah ölümün gelip çatma zamanını vasiyet zamanından başka göstermiştir. Bunun ise bu iki şeyin birbiriyle çok sıkı bir münasebet arz etmeleri halinde olabileceğini, bu sıkı münasebetin de, ancak vasiyetin vâcip olması halinde söz konusu olabileceğini söylemişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

مِنْكُمْ  kelimesinden maksat çoğu müfessirin görüşüne göre, “Ey müminler cemaati sizden, sizin dininizden, topluluğunuzdan, adalet sahibi iki şahit şehadet eder.” manasıdır. Binaenaleyh ayetteki, [yahut yeryüzünde sefer ettiğinizde ...sizden olmayan diğer iki kişiyi (şahit tutun)...] tabiri, “Yahut yeryüzünde yolculukta iken sizin dininizden ve ümmetinizden olmayan diğer iki kişiyi (şahit tutun).” demektir. Buna göre iki adil Müslüman, hem yolculukta hem de mukîm iken şehadet etmeye elverişli iki kimse demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) 


 اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِۜ 

 

Muteriza olan cümle şart üslubundadır. Şart cümlesindeki  اَنْتُمْ , takdiri ضربتم  (yolculuk ettiniz) olan mahzuf fiilin failidir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri  فاستشهدوا آخرين  (diğerlerini şahit tutun.) olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda  talebî inşâî isnaddır. 

Sonrasındaki fasılla gelen  ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ  cümlesi tefsiriyyedir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فِي الْاَرْضِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  yer yüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِ  cümlesi tertip ve takip ifade eden  فَ  harfi ile   ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ  cümlesine  atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَاَصَابَتْكُمْ  fiili, مُص۪يبَةُ ‘ya isnad edilmiştir. Bu ifadede istiâre sanatı vardır. Maddi varlıklara mahsus olan isabet etme fiili, müsibete nispet edilerek, hissi olan bir şey maddî şey yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِ  [Ölümün gelmesi, isabet etmesi] ifadesinde kevn-i lâhik alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Ölüm geldiği anda vasiyet yapılamaz. Ölümün hazır olması, isabet etmesi, alametlerinin gelmesi demektir.

ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ  sözü seferden kinayedir.

اَصَابَتْكُمْ - مُص۪يبَةُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

الْاَرْضِ - ضَرَبْتُمْ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْمَوْتِ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki, [Yeryüzünde sefer edip de başınıza ölüm musibeti gelmişse…] ifadesinin maksadı, “Müslümanların dışında diğer iki kişinin şahitliğinin istenmesinin, bu şahitliği isteyen kimsenin yeryüzünde yolcu olması ve kendisine ölüm emarelerinin gelmesi şartlarına bağlı olduğunu beyan etmektir.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ 


تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ  cümlesi,  اٰخَرَانِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

تَحْبِسُونَهُمَا  [alıkoyarsınız] sözü bekletmek manasında istiaredir. 

İbadetten sonra olması şu sebeple olabilir: Kişi o zaman Allah’a daha çok yaklaşmış olduğu için yalan söyleme ihtimali daha zayıftır.

Bazı müfessirler bu namazın cenaze namazı olduğunu söylemiştir. Kişi öldüğü için vasiyeti konuşulur.

Bu, müste’nef (yeni) bir sözdür. Buna göre sanki, “Eğer onlar hakkında bir şüphe bulunur ise ne yapalım?” diye sorulmuş da cevaben “Sizler onları alıkorsunuz.” denilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

يُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ  sözünün başındaki  فَ  harfi, “ceza” manasını ifade eder. Yani “Sizler o iki şahidi tutarsınız da onlar bu tutmanız sebebiyle yemin etmeye yönelirler.” demektir  (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَناً وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ


Şart üslubunda gelen terkipte  اِنِ ارْتَبْتُمْ  cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrar işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.) 

Şartın takdiri  فحَلِّفُوهما  [... yemin ederler.] olan cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Şart üslubunda gelen cümle mahzuf kasem ve cevabı arasında itiraziyedir. 

اٰمَنُوا - ارْتَبْتُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَنًا  cümlesi kasemin cevabıdır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. 

وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰى  terkibi şart üslubunda gelmiş haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Şart cümlesi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَانَ ’nin haberi olan  ذَا قُرْبٰى , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri,  لا نشهد كذبا ولا نشتري به ثمنا… (Biz yalana şahitlik etmeyiz ve onu bir değere de satmayız.) olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لا نشتري به ثمنا ‘Bedele değiştirmeyiz’ ifadesinde, istiare sanatı vardır. Müstear kelime  لا نشتري ‘dir. Şahitliği gizlemelerine karşılık dünya malı almaları, onu para karşılığı satmaya benzetilmiştir. Müşebbeh hazfedilip müşebbehu bih le ilgili  ثمنا  zikredildiği için istiare, muraşşahadır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  به , ihtimam için, mef’ûle takdim edilmiştir

Mef’ûl olan  ثمنا ‘deki nekrelik, kıllet ve umum ifade eder.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  لَا نَشْتَر۪ي  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

شَهَادَةَ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  شَهَادَةَ  şan ve şeref kazanmıştır.

شَهَادَةَ - نشهد  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu istînâfi cümle, şahitlerde adaletin şart koşulmasından doğan bir suale cevap mahiyetindedir. Sanki “Peki, şahitlerin dürüstlüğünden şüphe edersek ne yapacağız?” diye sorulmuş da şöyle cevap verilmiş: “O iki şahidi namazdan sonra alıkoyarsınız.”

Namazdan sonra akrabalardan veya Müslümanlardan şahitler bulundurulmasının daha uygun olduğuna delalet eder. Başkalarından iki şahit tutulması ise zaruret halinde olur.

Şahitlerden şüphe edilmesi halinde onlara yemin ettirilmesi, yolculuk sırasındaki başka iki şahide münhasır olmayıp kesinlikle ilk iki şahide de şamildir.

Bu namazdan murad, ikindi namazıdır. Ayette namazın vakti belirtilmemiştir; çünkü yemin ettirme vaktinin ikindi namazından sonra olduğu bilinmektedir.

İnsanların toplanma zamanı ikindi namazı sonrasıdır; gece ile gündüz meleklerinin karşılaşması da bu zamanda gerçekleşir.

Bir de bütün dinlerin mensupları, bu vakti tazim ederler ve bu vakitte yalan yeminden kaçınırlar. Rivayete göre Hz. Peygamber de bu vakitte yemin ettirmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الْاٰثِم۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. 

Mukadder sorunun cevabıdır. Takdiri,  ماذا سيكون من أمركم إن فعلتم (Eğer yaparsanız durumunuz ne olurdu?) şeklindedir.

اِنَّٓ  ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّٓ ’nin dahil olduğu cümlede cevap harfi  اِذًا , amel etmemiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْاٰثِم۪ينَ , mahzuf habere mütealliktir.

الْاٰثِم۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِذاً , ‘öyleyse, o takdirde’ manasında cevap harfidir. 

اِنّ۪ٓ  ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنّ۪ٓ  kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân c.2 s.176)

اِذاً - ذَا  kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.