مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداً مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا |
|
|
2 | قُلْتُ | ben söylemedim |
|
3 | لَهُمْ | onlara |
|
4 | إِلَّا | başka |
|
5 | مَا | şeyden |
|
6 | أَمَرْتَنِي | bana emrettiğin |
|
7 | بِهِ | onu |
|
8 | أَنِ |
|
|
9 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
10 | اللَّهَ | Allah’a |
|
11 | رَبِّي | benim Rabbim |
|
12 | وَرَبَّكُمْ | ve sizin Rabbiniz olan |
|
13 | وَكُنْتُ | idim |
|
14 | عَلَيْهِمْ | onlar üzerine |
|
15 | شَهِيدًا | şahid |
|
16 | مَا |
|
|
17 | دُمْتُ | olduğum sürece |
|
18 | فِيهِمْ | onların içinde |
|
19 | فَلَمَّا | fakat |
|
20 | تَوَفَّيْتَنِي | sen beni vefat ettirince |
|
21 | كُنْتَ | sen oldun |
|
22 | أَنْتَ | sen |
|
23 | الرَّقِيبَ | gözetleyen |
|
24 | عَلَيْهِمْ | onları |
|
25 | وَأَنْتَ | ve sen |
|
26 | عَلَىٰ | üzerine |
|
27 | كُلِّ | her |
|
28 | شَيْءٍ | şey |
|
29 | شَهِيدٌ | şahitsin |
|
Babasız dünyaya gelmiş olan Hz. Îsâ’nın annesi olması dolayısıyla Hz. Meryem’in gerek Hıristiyanlık’ta gerekse İslâmiyet’te özel bir yeri ve değeri vardır. Kur’an’da kendi adına bir sûre bulunan ve değişik sûrelerde anılan Hz. Meryem’in öteki kadınlara üstün kılındığı yine Kur’an’da ifade edilmiştir (onun böyle bir mûcize olay için seçilmesinin insanlık tarihindeki önemi ve hikmetleri konusunda bk. Âl-i İmrân 3/42, 45-47).
Ne var ki hıristiyanlar Tanrı inancı konusunda asırlarca süren bocalama süreci içinde Hz. Meryem’in bu seçkinliğine de farklı bir boyut getirmeye yönelmişler, hıristiyan mezheplerinde onun mahiyeti hakkında değişik teoriler ortaya konmuştur. Bu arada tarihî bilgiler Arabistan’da Collyridienler diye anılan bir sapkın hıristiyan grubunun Hz. Meryem’i tanrıça olarak kabul ettiğini göstermektedir. 116. âyette Allah’a nisbetle yer verilen “Ey Meryem oğlu Îsâ! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” şeklindeki soru, gerek Hz. Meryem’i teslîs inancının ögesi haline getirecek kadar ileri giden hıristiyanları gerekse bu derecede olmasa bile genellikle Hz. Meryem’in mahiyeti hakkında aşırılıklar taşıyan hıristiyan telakkilerini mahkûm etmektedir (bu konuda bk. bu sûrenin 72-76. âyetlerinin tefsiri; Hz. Îsâ’nın vefat ettirilmesi ve –Allah katına– kaldırılması hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/155-161).
Hz. Îsâ’nın “Hakkım olmayan şeyi iddia etmek bana yakışmaz” şeklinde tercüme edilen sözündeki incelik, böyle bir sözü söylemeye hakkı olmadığını belirtmek değil, kendisinin asla mâbud olamayacağını ve böyle bir iddiada bulunamayacağını ifade etmektir. Âyetin bu kısmını “Gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz” şeklinde anlayanlar da olmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 366-367
مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ
Fiil cümlesidir. مَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. قُلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru قُلْتُ ’ye mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَمَرْتَن۪ي sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur.
بِه۪ٓ car mecruru اَمَرْتَن۪ي fiiline mütealliktir. اَنِ tefsiriyye veya masdariyyedir. اَنِ ve masdar-ı müevvel mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri; هو şeklindedir.
اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile masubdur.
رَبّ۪ي kelimesi اللّٰهَ lafza-i celâlinden bedel olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَبَّكُمْ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداً مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتُ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُ mütekellim zamir, كُنْتُ ’nün ismi olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru شَه۪يدًا ’e mütealliktir. شَه۪يدًا kelimesi كُنْتُ ‘nün haberi olup fetha ile mansubdur.
مَاداَمَ nakıs, camid fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasbeder. مَا ve masdarı müevvel, شَه۪يدًا ‘e mütealliktir.
مَا masdar harfidir. دُمْتُ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُ mütekellim zamiri, دُمْتُ ’nun ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِمْ car mecruru دُمْتُ ’nun mahzuf haberine mütealliktir.
فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. تَوَفَّيْتَن۪ي ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَوَفَّيْتَن۪ي sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. Şartın cevabı كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْ ’dir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتَ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تَ muttasıl zamir كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. اَنْتَ fasıl zamiridir. الرَّق۪يبَ kelimesi كُنْتَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. عَلَيْهِمْ car mecruru الرَّق۪يبَ ’ye mütealliktir.
Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَفَّيْتَن۪ي fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى كُلِّ car mecruru شَه۪يدٌ ’e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَه۪يدٌ haber olup damme ile merfûdur.
عَلٰى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَه۪يدٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ismi fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ismi failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hz. İsa’nın sözleri devam etmektedir.
Menfi mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebi kelam olan cümle kasrla tekid edilmiştir. مَا ve إِلَّا ile hasr meydana gelen kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. قُلْتُ maksur-sıfat, مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ maksurun aleyh-mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu durumda fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur.
Mef’ûlun bih konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Bu ayette قُلْتُ ve اَمَرْتَن۪ي fiilleri لم ile değil, ما ile olumsuzlanmıştır. Çünkü bu harf daha kuvvetlidir.
ما فعل sözü لقد فعل cümlesini, لم يفعل sözü, فعل cümlesini olumsuzlar. ما harfi, mazi fiili olumsuzladığı zaman kasemin cevabı menzilindedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 262, Yasin/69)
اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْ cümlesi, masdar tevilinde takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberi konumundadır. Takdiri, هو olan mübteda ve masdar-ı müevvel olan haberden oluşan cümle, بِه۪ٓ ’deki zamir için tefsiriyyedir.
Masdar-ı müevvel olan اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّكُمْ izafetinin matuf olduğu رَبّ۪ي izafeti, lafza-ı celâlden bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبّ۪ي - رَبَّكُمْ izafetlerinde Rab ismine muzâfun ileyh olan mütekellim ve muhatap zamirleri şeref kazanmıştır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır. اللّٰهَ ve رَبّ۪ isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ [Bana emrettiğin şeyi] ifadesinden sonra اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ [Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a ibadet etmek] açıklaması, ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatıdır.
Allah isminden sonra gelen رَبّ۪ي ve رَبَّكُمْۚ bedel veya sıfat olup tekid için ıtnâbtır.
رَبّ۪ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tam paklık ve yüksek ululama ile Îsâ o müthiş soruya karşı böyle ince bir edebî kulluk içinde delalet bakımından nefy ile tekid edilmiş ve delilli bir şekilde cevap verdikten sonra o isnadı açıkça reddederek diyecek ki: “Ben onlara başka bir şey söylemedim, ancak bana emrettiğin emrini söyledim. ‘Hem benim hem sizin Rabbiniz olan Allah’a ibadet ediniz, ancak O’nu ibadete layık tanıyınız.’ dedim. (Âl-i İmran Suresi, 50-51. ayetlerin tefsirine bakınız.) İçlerinde bulunduğum müddetçe de kendilerine şahit oldum. Şu halde bu müddet içerisinde çıkar ve zararları hususunda kabul edip etmediklerine şahitlik edebilirim. Fakat ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, içlerinden aldın, kaldırdın. ‘Ben seni öldüreceğim, Bana yükselteceğim.’ (Âl-i İmran Suresi, 55) vaadini yerine getirdin, o andan itibaren üzerlerine kontrolcü, gözcü ancak Sen oldun, ve Sen herşeye şahitsin, önüne de şahit, sonuna da şahitsin.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداً مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur عَلَيْهِمْ , ihtimam için, amili olan شَه۪يداً ‘e takdim edilmiştir.
Masdar harfi ve zaman zarfı مَا ve akabindeki دُمْتُ ف۪يهِمْ cümlesi masdar teviliyle zaman zarfı olarak شَه۪يداً ‘e mütealliktir. Nakıs fiil ما دام ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. ف۪يهِمْ car-mecruru, ما دام ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
شَه۪يداً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin sonunda tekrarlanan شَه۪يداً kelimesinde irsâd sanatı vardır.
فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ
فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan تَوَفَّيْتَن۪ي şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 7, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan كُنْتَ cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
كُنْتَ ‘nin haberinin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.
Cümledeki اَنْتَ fasıl zamiri cümleyi tekid etmiştir. Kasr ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Bir başka tekid unsuru da كَانَ ’nin haberinin marife gelmesidir.
كُنْتَ ‘nin haberinin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir.
İki tekit hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. اَنْتَ , maksur/mevsûf, الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Lâzım-ı faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
الرَّق۪يبَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu ayette murakabe sıfatı, mevsuf olan Allah’a tahsis edilmiş. Bu ayette fasıl zamiri olmasaydı güzel olmazdı. Çünkü Allah her zaman ve her halükârda murakabe durumundadır. İsa (a.s.) hayattayken kavmini murakabe ediyor, onlara Allah’a ibadet etmelerini emrediyordu. Ama o aralarından ayrılınca Allah’tan başka murakıb kalmadı. Bunun için fasıl zamiriyle kasr yapılması gerekli oldu. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayetin başında bulunan (... تَوَفَّيْتَن۪ي ..) kelimesinden maksat Hazreti İsa’nın göğe çekilmesi, alınmasıdır. Burada [Ey İsa, şüphesiz ki seni öldürecek olan Benim, seni kendi nezdime yükseltip kaldıracağım. (Âl-i İmran/55) ayetindeki mana söz konusudur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
تَوَفَّيْتَن۪ي Azrail’in ruhunu alması, Allah’ın, ölümüne hükmetmesi anlamındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Cümle, istînâfiyyedir. Hz. İsa’nın sözlerinin devamıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْتَ mübteda, شَه۪يدٌ haberdir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ car mecruru umum ve ihtimam için amili olan شَه۪يدٌ ‘e takdim edilmiştir.
شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
شَه۪يدٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
الرَّق۪يبَ ve شَه۪يدٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
شَه۪يدٌ - رَبّ۪ - شَه۪يدٌ - كُنْتُ - مَا - عَلَيْهِمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu cümle, itirazî (makablinden bağımsız) olup makablini açıklayan bir zeyl mahiyetindedir. Bu ifade bize bildiriyor ki İsa (a.s.) onların arasında iken de onların hepsini murakabe eden Allah Teâlâ idi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Tezyîl yoluyla yapılan ıtnâb. Bir fikri pekiştirmek ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla bir ifadenin arkasından söz ve anlamca ya da sadece anlam bakımından ona benzer olan ek bir ifadenin getirilmesi şeklinde gerçekleşen bir ıtnâb üslûbudur. (TDV İsmail Durmuş)