Mâide Sûresi 119. Ayet

قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ  ...

Allah, şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ buyurdu ق و ل
2 اللَّهُ Allah
3 هَٰذَا bu
4 يَوْمُ gündür ي و م
5 يَنْفَعُ fayda sağlayacağı ن ف ع
6 الصَّادِقِينَ sadıklara ص د ق
7 صِدْقُهُمْ doğruluklarının ص د ق
8 لَهُمْ onlar için vardır
9 جَنَّاتٌ cennetler ج ن ن
10 تَجْرِي akan ج ر ي
11 مِنْ
12 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
13 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
14 خَالِدِينَ kalacakları خ ل د
15 فِيهَا içinde
16 أَبَدًا ebediyyen ا ب د
17 رَضِيَ razı olmuştur ر ض و
18 اللَّهُ Allah
19 عَنْهُمْ onlardan
20 وَرَضُوا onlar da razı olmuşlardır ر ض و
21 عَنْهُ O’ndan
22 ذَٰلِكَ işte budur
23 الْفَوْزُ başarı ف و ز
24 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
 

Babasız dünyaya gelmiş olan Hz. Îsâ’nın annesi olması dolayısıyla Hz. Meryem’in gerek Hıristiyanlık’ta gerekse İslâmiyet’te özel bir yeri ve değeri vardır. Kur’an’da kendi adına bir sûre bulunan ve değişik sûrelerde anılan Hz. Meryem’in öteki kadınlara üstün kılındığı yine Kur’an’da ifade edilmiştir (onun böyle bir mûcize olay için seçilmesinin insanlık tarihindeki önemi ve hikmetleri konusunda bk. Âl-i İmrân 3/42, 45-47).

 

 Ne var ki hıristiyanlar Tanrı inancı konusunda asırlarca süren bocalama süreci içinde Hz. Meryem’in bu seçkinliğine de farklı bir boyut getirmeye yönelmişler, hıristiyan mezheplerinde onun mahiyeti hakkında değişik teoriler ortaya konmuştur. Bu arada tarihî bilgiler Arabistan’da Collyridienler diye anılan bir sapkın hıristiyan grubunun Hz. Meryem’i tanrıça olarak kabul ettiğini göstermektedir. 116. âyette Allah’a nisbetle yer verilen “Ey Meryem oğlu Îsâ! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” şeklindeki soru, gerek Hz. Meryem’i teslîs inancının ögesi haline getirecek kadar ileri giden hıristiyanları gerekse bu derecede olmasa bile genellikle Hz. Meryem’in mahiyeti hakkında aşırılıklar taşıyan hıristiyan telakkilerini mahkûm etmektedir (bu konuda bk. bu sûrenin 72-76. âyetlerinin tefsiri; Hz. Îsâ’nın vefat ettirilmesi ve –Allah katına– kaldırılması hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/155-161).

 Hz. Îsâ’nın “Hakkım olmayan şeyi iddia etmek bana yakışmaz” şeklinde tercüme edilen sözündeki incelik, böyle bir sözü söylemeye hakkı olmadığını belirtmek değil, kendisinin asla mâbud olamayacağını ve böyle bir iddiada bulunamayacağını ifade etmektir. Âyetin bu kısmını “Gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz” şeklinde anlayanlar da olmuştur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 366-367

 

قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.   Mekulü’l kavli,  هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَوْمُ  haber olup damme ile merfûdur. 

يَنْفَعُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يَنْفَعُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الصَّادِق۪ينَ  mukaddem mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir.  Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. صِدْقُهُمْ  muahhar fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الصَّادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ

 

İsim cümlesidir. لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جَنَّاتٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. تَجْر۪ي  cümlesi, جَنَّاتٌ  ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاَنْهَارُ  fail olup damme ile merfûdur. خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. ف۪يهَٓا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir.  اَبَدًا  zaman zarfı,  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ

 

Fiil cümlesidir.  رَضِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  رَضِيَ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَضُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُ car mecruru  رَضُوا  fiiline mütealliktir. 

 

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. الْفَوْز  haber olup damme ile merfûdur.  

الْعَظ۪يمُ  kelimesi  الْفَوْزُ  ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.

عَظ۪يمٌ۟  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismi  هٰذَا  ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ifade eder.

İsaret isminde istiare vardır.  هٰذَا  ile zamana işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.

Haber olan zaman zarfı  يَوْمُ ‘nun muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrur olan  يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  الصَّادِق۪ينَ , ihtimam için, fail olan  صِدْقُهُمْ ‘a takdim edilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf olan  صِدْقُهُمْ  izafetindeki  صِدْقُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

الصَّادِق۪ينَ - صِدْقُهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Cümlenin mefhumu muhalifi “O gün yalancılara yalanlarının faydası olmayacak.” manasıdır.

O Azîz ve mutlak Hakîm olan Allah Teâlâ muhakkak buyuracak ki işte bu korkunç gün doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür. Nâfi kıraatinde nasb ile okunduğuna göre: “Allah buyurdu ki bu soru ve cevap doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündedir. O gün vâki olacaktır. Dünyada sözleşmelerinde duran, akitlerini samimiyetle yerine getiren doğrulara Allah öyle vaad eder ve müjdeler ki onların doğruluk ve samimiyetleri kıyamet günü olan o korkunç toplanma ve sorgu gününde herhalde kendilerine faydalı olacak. Hem dünyadaki gibi kederler ve gamlarla karışık bir fayda değil, her türlü korku ve hüzünden uzak bir fayda ile faydalı olacaktır.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)


 لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جَنَّاتٌ , muahhar mübtedadır.

Müsnedün ileyh olan  جَنَّاتٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim, kesret ve nev içindir. 

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا  ihtimam için fail olan الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesinde mekân alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, manayı zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi  لَهُمْ ‘deki zamirden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni,  ف۪يهَا  car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır. 

اَبَداً  zaman zarfı  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir. 

خَالِد۪ينَ - اَبَداً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ, sadık kimselerin dünyadaki doğruluklarının kıyamet günü onlara fayda vereceğini haber verince bu faydanın sevap olduğunu açıklamıştır. Sevabın hakikati şudur: Sevap halis, daimî ve tazimle karışık bir menfaattir. Binaenaleyh ayetteki, “Altından ırmaklar akan cennetler onlarındır…” cümlesi, gam ve kederlerden uzak, saf bir menfaate; “Onlar orada ebedi ve daimi kalıcıdırlar.” ifadesi de bu menfaatin daimî olduğuna bir işarettir. Sen bu inceliği iyice düşün; çünkü Allah, mükâfaattan (sevap) bahsettiği her yerde, “Onlar orada ebedi ve daimi kalıcıdırlar.” demiş; ehl-i imanın günahkârlarının cezasından bahsettiği her yerdeyse “hulûd (çok uzun süre kalış)” lafzını, ifadesini zikretmiş ama onunla beraber “tebîd” ifade eden (ebedî ve sonsuz kalış) lafzını zikretmemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırma amacına matuftur.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafza-i celâlde tecrîd, tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Aynı üsluptaki  وَرَضُوا عَنْهُ  cümlesi makabline temasül nedeniyle atfedilmiştir. 

رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ  cümlesiyle  وَرَضُوا عَنْهُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

رَضُوا - رَضِيَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Akıl erbabı kimseler nezdinde sabittir ki Allah’ın rızasına nispetle içindeki bütün şeylerle cennet, varlığa nisbetle adeta yokluk gibidir. Nasıl böyle olmasın ki! Çünkü cennet, insanın nefsinin arzuladığı bir şey; rıdvan ise Hakk’ın sıfatıdır. Aralarında hangi münasebet bulunur ki! Allah’ın celâl nûrlarıyla aydınlanmış ruhlara sahip kimselere göre ayetteki, “Allah kendilerinden razı olmuştur, kendileri de O’ndan razı olmuşlardır.” buyruğunun içinde kelimelerin ifade edemeyeceği harikulade sırlar bulunmaktadır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş isim cümlesidir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ism-i  ذٰلِكَ  ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ve tecessüm ifade eder. 

Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir.

Uzak için kullanılan ve Allah’ın müminler için vaadettiği lütuflara işaret eden  ذٰلِكَ , bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eder. 

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ - Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)

ذٰلِكَ ’de iktidâb vardır. الْعَظ۪يمُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani  ذٰلِكَ  kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir, Tevbe/110)

Uzak için kullanılan ve daha önceki harikulade olayları gösteren  ذٰلِكَ  ism-i işareti, bu hadiselere mazhar olanların şanının ve faziletteki mertebelerinin yüceliğine delalet eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm) 

Surenin bittiğine dair işaretler taşıyan bu ayet berâetu-l intehâ sanatına güzel bir örnektir.

Berâetu-l intehâ son bölümde sözün bittiğine dâir bir işaret bulunmasına denir. Kur’ân surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bediî İlmi)