Mâide Sûresi 3. Ayet

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...

Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حُرِّمَتْ haram kılındı ح ر م
2 عَلَيْكُمُ size
3 الْمَيْتَةُ leş م و ت
4 وَالدَّمُ ve kan د م و
5 وَلَحْمُ ve eti ل ح م
6 الْخِنْزِيرِ domuz خ ن ز ر
7 وَمَا ve şeyler
8 أُهِلَّ boğazlanan ه ل ل
9 لِغَيْرِ başkası adına غ ي ر
10 اللَّهِ Allah’tan
11 بِهِ O’na
12 وَالْمُنْخَنِقَةُ ve boğulmuş خ ن ق
13 وَالْمَوْقُوذَةُ ve vurulmuş و ق ذ
14 وَالْمُتَرَدِّيَةُ ve yukarıdan düşmüş ر د ي
15 وَالنَّطِيحَةُ ve boynuzlanmış ن ط ح
16 وَمَا ve şeyler (havyanlar)
17 أَكَلَ yediği ا ك ل
18 السَّبُعُ canavarın س ب ع
19 إِلَّا hariç
20 مَا
21 ذَكَّيْتُمْ sizin kestikleriniz ذ ك و
22 وَمَا ve şeyler
23 ذُبِحَ boğazlanan ذ ب ح
24 عَلَى üzerine
25 النُّصُبِ dikili taşlar ن ص ب
26 وَأَنْ
27 تَسْتَقْسِمُوا ve kısmet (şans) aramanız ق س م
28 بِالْأَزْلَامِ fal oklariyle ز ل م
29 ذَٰلِكُمْ bunlar
30 فِسْقٌ fısktır ف س ق
31 الْيَوْمَ bugün artık ي و م
32 يَئِسَ umudu kesmişlerdir ي ا س
33 الَّذِينَ kimseler
34 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
35 مِنْ
36 دِينِكُمْ sizin dininizden د ي ن
37 فَلَا
38 تَخْشَوْهُمْ onlardan korkmayın خ ش ي
39 وَاخْشَوْنِ benden korkun خ ش ي
40 الْيَوْمَ bugün ي و م
41 أَكْمَلْتُ olgunlaştırdım ك م ل
42 لَكُمْ sizin için
43 دِينَكُمْ dininizi د ي ن
44 وَأَتْمَمْتُ ve tamamladım ت م م
45 عَلَيْكُمْ size
46 نِعْمَتِي ni’metimi ن ع م
47 وَرَضِيتُ ve razı oldum ر ض و
48 لَكُمُ sizin için
49 الْإِسْلَامَ İslam’a س ل م
50 دِينًا din olarak د ي ن
51 فَمَنِ kim
52 اضْطُرَّ daralırsa ض ر ر
53 فِي
54 مَخْمَصَةٍ açlıktan خ م ص
55 غَيْرَ غ ي ر
56 مُتَجَانِفٍ istekle yönelmeden ج ن ف
57 لِإِثْمٍ günaha ا ث م
58 فَإِنَّ doğrusu
59 اللَّهَ Allah
60 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
61 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
 

Bu ayet Vedâ haccı arefesinde, Rasûl-i Ekremin vefatından seksen bir gün önce inmiş olan son ahkâm âyetidir. Bir yahudi Hz. Ömer’e (Ra): “Bu ayet Yahudilere inseydi o gün bayram ederdik” deyince Hz. Ömer (ra) bu âyetin Cuma’ya denk gelen arefe gününde Arafat’ta indiğini, dolayısıyla Müslümanların o günü zaten bayram olarak kutladıklarını söylemiştir.

(Buhari, İman 33; Müslim, Tefsir 5).

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ

PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

Riyazus Salihin, 1598 Nolu Hadis

Câbir radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in  şöyle buyurduğunu işittim demiştir:

"Şeytan, Arap yarımadasında müslümanların kendisine kulluk etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirlerine düşürmeye, aralarını açmaya çalışacaktır."

Müslim, Münâfıkîn 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 35

Riyazus Salihin, 1824 Nolu Hadis.

 

الدَّم sözcüğünün aslı دَمَيٌ şeklindedir. Anlamının kan olduğu yaygın olarak bilinmektedir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli demdir.  (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

:ذبح  Bu kelimenin asıl anlamı hayvanların boğazını yarmaktır. ذَبَّحَ fiili (tef'il babı) teksir ifade eder. Buna göre 2/49 ayetinin manası da;'' (oğullarınız) boğazları birbiri ardınca yarılıyordu yahut birbiri ardınca boğazlanıyordu.'' (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli mezbahadır.  (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ

 

Fiil cümlesidir. حُرِّمَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  عَلَيْكُمُ  car mecruru  حُرِّمَتْ  fiiline mütealliktir.  الْمَيْتَةُ  naib-i fail olup damme ile merfûdur.

الدَّمُ وَلَحْمُ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ ’ye matuftur. Aynı zamanda muzâftır. الْخِنْز۪يرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ ’ye matuf olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اُهِلَّ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  لِغَيْرِ  car mecruru  اُهِلَّ  fiiline mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

بِه۪  car mecruru  اُهِلَّ  fiiline mütealliktir. الْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ ’ye matuftur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ  kelimesine matuf olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَكَلَ السَّبُعُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَكَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  السَّبُعُ  fail olup damme ile merfûdur.

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsulun sılası  ذَكَّيْتُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ذَكَّيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ ‘e matuf olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

ذُبِحَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  عَلَى النُّصُبِ  car mecruru  ذُبِحَ  fiiline mütealliktir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel atıf harfi  وَ ’la  الْمَيْتَةُ ‘e matuf olup, mahallen merfûdur. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

تَسْتَقْسِمُوا  fiili  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْاَزْلَامِ  car mecruru  تَسْتَقْسِمُوا  fiiline mütealliktir.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حُرِّمَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرم ’dir. 

ذَكَّيْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ذكو ‘dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اُهِلَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi هلل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

تَسْتَقْسِمُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi  قسم ’dir. 

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar. 

الْمُنْخَنِقَةُ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i failidir.

الْمُتَرَدِّيَةُ  kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمَوْقُوذَةُ  kelimesi, sülâsi mücerredi  وقذ  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


 ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

فِسْقٌ  haber olup damme ile merfûdur. 

اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ 

 

اَلْيَوْمَ  zaman zarfı  يَئِسَ  fiiline müteallik olup mansubdur. 

يَئِسَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ د۪ينِكُمْ  car mecruru  يَئِسَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri;  إن يظهروا عليكم فلا تخشوهم (Sizin karşınıza çıkarlarsa onlardan korkmayın.) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَخْشَوْهُمْ  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اخْشَوْنِ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. Hazfedilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Takdiri,  اخشوني  şeklindedir. Burada bir ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.

اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ 


اَلْيَوْمَ  zaman zarfı,  اَكْمَلْتُ  fiiline müteallik olup, mansubdur. 

اَكْمَلْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ  car mecruru  اَكْمَلْتُ  fiiline mütealliktir.  

د۪ينَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  اَتْمَمْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَنْعَمْتُ  fiiline mütealliktir.  

نِعْمَت۪ي  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim  يَ ’sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَض۪يتُ  atıf harfi  وَ  ile اَكْمَلْتُ  fiiline matuftur.

رَض۪يتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. لَكُمُ  car mecruru  رَض۪يتُ  fiiline mütealliktir.  

الْاِسْلَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  د۪ينًا  kelimesi  الْاِسْلَامَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  اَكْمَلْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi كمل ’dir. 

اَتْمَمْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  تمم ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

فَ  istînâfiyyedir.  مَنِ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اضْطُرَّ  şart fiili olup, fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

ف۪ي مَخْمَصَةٍ  car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir. غَيْرَ  ikinci hal olup fetha ile mansubdur.  مُتَجَانِفٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لِاِثْمٍ  car mecruru  مُتَجَانِفٍ ’e mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. غَفُورٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur. 

اضْطُرَّ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi ضرر ’dır. İftial babının fael fiili  ص ض ط ظ  olursa iftial babının  ت  si  ط  harfine çevrilir.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

مُتَجَانِفٍ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفاعَلَ  babının ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَفُورٌ رَح۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْكُمْ , durumun önemini vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

Birbirine atfedilmiş   وَالدَّمُ - لَحْمُ الْخِنْز۪يرِ - الْمُنْخَنِقَةُ - الْمَوْقُوذَةُ - الْمُتَرَدِّيَةُ - النَّط۪يحَةُ  kelimeleri ve mevsûller, naib-i fail olan  الْمَيْتَةُ ‘ya matuftur. Cihet-i camiâ temasüldür.

الْمَيْتَةُ ‘ya atfedilmiş olan birinci müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın  sılası olan  اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Veciz ifade kastına matuf  لِغَيْرِ اللّٰهِ  izafeti, muzafın, yani gayrının tahkiri içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İkinci müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  ‘nın sılası olan  اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sıla cümlesindeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , müstesna konumundadır. Önceki sayılanlardan istisna edilenlerdir. Sılası olan  ذَكَّيْتُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ  cümlesi, üçüncü müşterek ism-i mevsûlün sılasıdır. Haramlar sınıfındandır ve naib-i faile atfedilmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِ  cümlesi,  الْمَيْتَةُ ’ye atfedilmiştir.  Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede dört kez geçen ism-i mevsûl olan  مَا ’larda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Haram olan yiyeceklerin sayılması taksim sanatıdır.

حُرِّمَتْ  ile  اُهِلَّ  ve ذُبِحَ  fiilleri, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

ذُبِحَ - اُهِلَّ - ذَكَّيْتُمْ  ve   الدَّمُ - لَحْمُ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Önceki ayette helaller sayılmıştı, şimdi haramlara geçilmiştir. Itnâb ve cem' ma’at-tefrik vardır.

Cenab-ı Hak, surenin baş kısmında “... davarların etleri size helal edildi.” buyurmuş, sonra da siz müminlere okunmakta olan bazı şeylerin istisna tutulduğunu zikretmiştir. İşte burada ise Hak Teâlâ, bu umumi hükümde müstesna tutulan şekilleri zikretmiştir ki bunlar on bir nevidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)

Burada birinci ayette geçen  اُحِلَّتْ لَكُمْ بَهٖيمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ  cümlesiyle işaret edilen haramlar (muharramat) açıklanıyor. Şöyle ki:

1. الْمَيْتَةُ (ölmüş hayvan eti), boğazlanmaksızın canı çıkan hayvandır.

Fahreddin er-Râzî, “Meytenin haramlığı akla da uygundur. Çünkü kan pek latif bir cevherdir. Binaenaleyh hayvan kendi kendine öldüğünde damarlarındaki kan tıkanır kalır ve kokuşup bozulur. Bundan dolayı onu yemek büyük zararlara sebebiyet verir.” der.

2. وَالدَّمُ  (kan), bundan murad akıtılmış kan (dem-i mefsuh)’dır. Nitekim başka bir ayette de “...leş veya akan kan.” (Enam Suresi, 145) buyurulur.

Cahiliye insanları kanı bağırsakların içine boşaltıp kebap yapıyorlardı ve: “Aldırılan kan haram değildir.” diyorlardı.

3. وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ  (domuz eti), Enam Suresinin 145. ayetinde domuz eti necis (pis) olarak vasıflandırılır. Fahreddin er-Râzî; ehl-i ilim şöyle der: “Gıda, onu yiyen kişinin özünden bir parça haline gelir. Binaenaleyh gıdayı alan kimse için gıdalandığı şeyde bulunan özelliklerden birtakım huy ve sıfatların meydana gelmiş olması gerekir. Domuz, şehevî şeylere karşı son derece istekli ve arzulu olarak yaratılmıştır. Bundan dolayı, aynı özellikleri almasın diye, insana domuz etini yemek haram kılınmıştır. Koyun ise son derece selim bir hayvandır. İşte bundan dolayı sanki koyun bütün kötü huylardan uzak bir varlıktır. Binaenaleyh onun etini yeme sebebi ile insanda, insanî hallere uymayan yabancı bir özellik teşekkül etmez.” der.

4. وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪  (Allah’tan başkası adına boğazlanan), cahiliye insanlarının “Lât ve Uzzâ ismiyle!” dedikleri gibi kesim sırasında üzerlerine Allah Teâlâ’dan başkasının adının anıldığı hayvanların eti de haramdır, yenmez.

5. وَالْمُنْخَنِقَةُ  (boğulmuş), herhangi bir suretle boğulup ölmüş,

6. وَالْمَوْقُوذَةُ  (vurulmuş, bir darbeye maruz kalmış), haşeb (ağaç) cinsinden bir şeyle vurulup öldürülmüş,

7. وَالْمُتَرَدِّيَةُ  (tereddi etmiş, yüksekten yuvarlanıp düşmüş), yüksekten aşağıya veya bir kuyuya düşüp ölmüş,

8- وَالنَّط۪يحَةُ  (başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış), toslanmış, boynuzlanmış ve bu şekilde öldürülmüş,

9. وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ  (canavar yemiş), canavar tarafından yenmiş, yırtıcı hayvanlar tarafından yakalanıp parçalanmış hayvanların etleri yenmez. Bu da av köpeklerinin yakaladıkları avın bir kısmını yedikleri takdirde geri kalanın helal olmadığına delalet eder.

اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ  ibaresi “canları daha üzerinde iken yetişip kestikleriniz müstesna” demektir. Bu istisna zikredilenlerin hepsi içindir.

Bir görüşe göre ise yalnız canavarların yediklerine münhasırdır. Yani ancak canları çıkmadan önce yetişip İslamî kesim gerçekleştirdikten sonra tıpkı kesilmiş diğer hayvanlar gibi hareket edenler müstesna olup onların da eti helaldir.

İslamî kesim, boğaz ve yemek borusunu keskin bir aletle kesmektir.

10. وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ  (dikili taşlar üzerinde boğazlanmış hayvanlar).

Cahiliye devrinde Kâbe’nin etrafında dikili adak taşları vardı, insanları bu taşlar üzerinde kurban keser ve bunu ibadet sayarlardı. Bu surede boğazlanmış hayvanların etleri de haramdır.

Bir görüşe göre bu taşlardan maksat putlardır. İbni Cüreyc de şöyle demektedir: أصْنَام (putlar), şekillendirilmiş ve nakışlanmış taşlardır. Ayette bahsedilen  النُّصُبِ , cahiliyye çağı Araplarının, Kâbe’nin etrafına dikmiş oldukları taşlardır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 أصْنَام , resimli ve nakışlı taşlar, putlardır. النُّصُبِ  ise dikili taşlardır ki resimli veya nakışlı olması şart değildir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

11.  وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ  (fal okları ile kısmet aramanız) size haram kılındı.

Fal okları ile kısmet aramak şöyle idi: Cahiliye insanları, yapmak istedikleri bir işe başlamadan önce birinde “Rabbim bana emretti.” diğerinde “Rabbim beni men etti.” ve üçüncüsünde de “غُفْل (belirsiz)” yazılı olan üç oktan birini çekerlerdi. Eğer emir yazılı ok çıkarsa o işe başlarlar, men yazılı ok çıkarsa o işten uzak dururlardı. Eğer ğufl çıkarsa çekmeye devam ederlerdi. “İstiksam/kısmet aramak” bir nevi kendi kısmetine yazılmış olanı öğrenmek isteği idi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Tezkiye tef’il babından olup, sülâsîsi  ذكى ’dir ki zekât yapmak demektir. Burada “zekâtına yetişmek” diye tefsir olunmuştur. “Asâ” vezninde “zekâ” ve “necat” vezninde “zekât”, kesmek yani boğazlamak manasınadır. Bu maddenin aslının, lügatte bir tamamlanmak manasıyla ilgili olduğu açıklanıyor. Nitekim ateşin parlamasına denilir ki tamamı parlama demektir. Aynı şekilde anlayışa “zekâ” denilir ki tamamı anlama demektir. Sonra yaşın kemaline “zekâ” denilir ki gençliğin sonuna gelip tamam olması demektir. İşte hayvanı boğazlamak da kanını akıtarak ve vücudunun normal sıcaklığını teskin ederek hayatına tamamen son vermek demek olduğundan zekâ ve zekât denilmiştir. İşte kelimenin lügat bakımından manası ve esası budur. Ve bundan şer’i manaya nakledilerek zekât bir şer’i isim olmuştur. (zel, peltek, ذكى) harfi ile olan bu maddeyi, (keskin ze harfi) ile olan ve esasen “temizlik ve üreme” manasına gelen (zekâ, زكي), (zekât) tezkiye maddesiyle karıştırılmamalıdır. Böyle bir yanlış ile “temizlediğiniz ve tezkiye ettiğiniz müstesnadır” gibi bir mana vermeye kalkışılmamalıdır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 


ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. 

Allah’ın yasaklarına işaret eden  ذٰلِكُمْ ‘de istiare sanatı vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

فِسْقٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

ذٰلِكَ  ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, S. 190) 

Şöyle bir görüş de zikredilmiştir:

ذٰلِكُمْ فِسْقٌ  [O fasıklıktır] ifadesi ara cümledir ve bununla haramlık hükmünün pekiştirilmesi amaçlanmaktadır, akabinde gelen kısım da teyit içindir. Çünkü sözü edilen iğrenç şeylerin haram kılınması da kâmil dinin, tamamlanmış nimetin ve Allah’ın hoşnutluğunu hak eden yegâne din İslam’ın bir parçasıdır. Mana şöyledir: “Bununla birlikte” açlıktan bîtap düşüp ölü, kan gibi haram kılınmış olan şeylerden yemeğe “mecbur kalan biri için Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir”, haram olan bu nesneleri yediği için onu sorguya çekip cezalandırmaz. Tıpkı [azıtmamak ve sınırı aşmamak şartıyla (Bakara Suresi, 173)] ifadesindeki gibi. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)

Burada uzak işaretinin (ذٰلِكُمْ /o iş) kullanılması, şerdeki derecesinin pek uzak olduğuna işaret etmek içindir. Bir görüşe göre de ayetin metnindeki  ذٰلِكُمْ  işareti, sayılan haramları işlemektir. Yani bütün bu haramları işlemek fısktır. Zira onların haram kılınması, fiillerinin de haram kılınması demektir.

Fısk, temerrüt, haddi aşmak, bilinmeyen bir âleme girmektir. Burada dalalet demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

   

اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. اَلْيَوْمَ  zaman zarfı, önemine binaen amili olan  يَـئِسَ  fiiline takdim edilmiştir.

Fail konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada kâfirler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. 

مِنْ د۪ينِكُمْ  car-mecruru, يَـئِسَ  fiiline mütealliktir.

فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ 

 

Fasılla gelen terkipte  فَ , mukadder şartın cevabına gelen harftir. 

Takdiri … إن يظهروا عليكم  (Sizin karşınıza çıkarlarsa...) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَلَا تَخْشَوْهُمْ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Tezat nedeniyle cevap cümlesine atfedilen  وَاخْشَوْنِ  cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede mef’ûl konumundaki mütekellim zamiri mahzuftur. Nûn-u vikayedeki kesra, zamirden ivazdır.

Ayetin başındaki lafza-ı celâlden bu cümlede mütekellim zamirine iltifat sanatı vardır.

لَا تَخْشَوْ- اخْشَوْنِ kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatlarıı vardır. 

فَلَا تَخْشَوْهُمْ  cümlesiyle  وَاخْشَوْنِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu günden murad, hâzır ile ona bitişik geçmiş ve gelecek zaman dilimleridir.

Diğer bir görüşe göre ise bu ayetin nazil olduğu gündür.

Bu ayet-i kerime, Veda Haccı’nda Arefe günü Peygamberimiz (sav) Arafat’ta cuma günü ikindiden sonra Adbâ adlı devesinin sırtında vakfe yaparken nazil oldu. O anda deveye öyle bir ağırlık çöktü ki hayvan çökmek zorunda kaldı.

Bugün artık kâfirler, haramları helal saymak gibi yollarla sizin dininizi yıkmaktan ve sizi dininizden döndürmekten ümitlerini kesmişlerdir. Yahut dinde size galip gelmekten ümitlerini kesmişlerdir. Zira onlar, Allah Teâlâ’nın, vaadini gerçekleştirip İslam dinini bütün dinlerden üstün kıldığını müşahede etmişlerdir.

Bu görüş, “Artık onlardan korkmayın da Benden korkun.” cümlesine de daha uygun düşmektedir. Yani onların size galip gelmelerinden korkmayın da yalnız Benden korkun. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm -Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


 اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

اَلْيَوْمَ  zaman zarfı, önemine binaen amili olan  كْمَلْتُ  fiiline, لَكُمْ  car-mecruru ise durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي  ve  وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناً  cümleleri atıf harfi وَ ‘la  اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ  cümlesine atfedilmiştir.

Birbirine atfedilmiş cümleler, müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebepleri hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Iki cümlede de takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrurlar  عَلَيْكُمْ  ve  لَكُمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûllere takdim edilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  نِعْمَتِيَ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  نِعْمَتِ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

د۪ينً - لَكُمُ - اَلْيَوْمَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فِسْقٌ - اِثْمٍ  ile  الْاِسْلَامَ - د۪ينًاۜ  ve  اَكْمَلْتُ - اَتْمَمْتُ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayet-i kerimede  إكمال  kelimesinden  تامَإ  kelimesine geçilmiştir. Bu iki kelime “noksanlığın giderilmesi” anlamını taşıma hususunda ortaktırlar. Fakat  تامَإ kelimesi, bir şeyin aslının tamamlanması anlamına, إكمال  kelimesi ise ârazlardaki noksanlığın giderilmesi anlamına gelmektedir. Din ile birlikte  إكمال  kelimesinin kullanılması, dinin ibadet ve muamelat konusunda tamamlandığını, تامَإ  kelimesinin ise nimet için kullanılması, Müslümanların düşmanlarına karşı zafer kazanması, Mekke’nin fethi ve oraya güven içinde girilebileceği anlamındadır. Ayrıca  تامَإ kelimesi tamamlanmadan önce eksikliği fark edilebilen ve tedrîci olarak tamamlanan şeyler için kullanılır. Bu vb. kelimeler arasında var olan iltifatı görmek aynı zamanda kelimelerin tercih edilme sebeplerini anlama, aralarındaki nükteyi görme ve hikmeti tespit etme noktasında da büyük bir kolaylık sağlamaktadır.  (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

‘’Bugün Ben, size nusret ihsan ederek, dininizi bütün dinlerden üstün kılarak, akait (inanç) kaidelerini, şeriat usullerini ve içtihad kurallarını tam manası ile açıklayarak dininizi kemâle erdirdim; Mekke’nin fethiyle oraya güven içinde ve galipler olarak girmenizle cahiliye kulesini ve âdetlerini yıkmakla, müşriklerin haccını ve çıplak olarak Kâbe tavafını yasaklamakla, dinî hükümleri ikmal etmekle, hidayet ve tevfik ile üzerinizdeki nimetimi tamamladım.’’

Diğer bir görüşe göre ise “Üzerinizdeki nimetimi tamamladım/وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي” cümlesi de Bakara Suresi 150. ayetiyle yaptığım vaadi yerine getirdim; demektir.

“Ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim/ وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ” cümlesi de bir hakikatin ifadesidir. Çünkü Allah katında yegâne hak din İslam’dır.

Ömer’den (ra) rivayet olunduğuna göre bir Yahudi ona:

-Ey emirü’l müminin! Sizin kitabınızda okuduğunuz bir ayet var. Eğer o ayet, biz Yahudilere inmiş olsaydı, biz o günü bayram yapardık, demiş. Ömer (ra) de sormuş:  -Hangi ayet?   

Yahudi:- Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım ayeti, demiş.   

Ömer (r.a) de şöyle cevap vermiş:- Biz o günü de biliyoruz ve o ayetin Peygamberimize nazil olduğu mekânı da biliyoruz. Peygamberimiz (s.a.v) cuma günü Arafat’ta ayakta iken bu ayet indi.   

Ömer (r.a) bu sözleri ile o günün bizim için bayram olduğuna işaret etmiştir.

Rivayete göre bu ayet-i kerime nazil olunca Ömer (r.a) ağlamaya başlamış. Peygamber: - Ya Ömer! Seni ağlatan nedir? diye sormuş. 

Ömer (r.a):  -Beni ağlatan: “Şimdiye kadar dinimiz hep gelişiyordu. Şimdi eğer kemâle ermişse bir şey kemâle erdikten sonra mutlaka azalmaya başlar.” demiş.   

Peygamber (s.a.v):- Doğru söyledin, buyurmuş.   

Bu itibarla bu ayet-i kerime Hz. Peygamberin ölüm haberi sayılır. Resul-i Ekrem bundan sonra yalnız seksen bir gün yaşamıştır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili- Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


 فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


فَ  istînâfiyyedir. 

Şart üslubunda gelen terkipte şart cümlesi olan  فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  Şart ismi  مَنِ , mübteda  اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍ  cümlesi, haberdir  

Haberi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

اضْطُرَّ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

اضْطُرَّ  fiili,  اِفْتِعال  babındadır.  اِفْتِعال  babının fiile kattığı, çaba göstermek, ortaya koymak anlamları ayette de mevcuttur. 

 ف۪ي مَخْمَصَةٍ  car-mecruru naib-i failden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

غَيْرَ , ikinci haldir. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَخْمَصَةٍ  bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. Kelimedeki nekrelik kesret ifade eder.

 ف۪ي مَخْمَصَةٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette açlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, açlığın şiddetli bir şekilde, insanı kapalı bir mekân gibi tamamen kuşatmış olması gerektiği ifade edilerek vurgulanmıştır. 

لِاِثْمٍ  car-mecruru ise muzafun ileyh olan  مُتَجَانِفٍ ‘e mütealliktir.  

مُتَجَانِفٍ  ism-i fail kalıbındadır. Müteallik alabilmesi bu sayededir. 

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

لِاِثْمٍ  ve  مُتَجَانِفٍ  kelimelerindeki nekrelik kıllet içindir.

اضْطُرَّ- مُتَجَانِفٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

فَ  karinesiyle gelen  فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  şeklindeki cevap cümlesi, اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Durumun ciddiyetini ve olayın önem derecesini göstermek bakımından da dikkat çekicidir.

Mütekellim zamirinden gaib zamire iltifat sanatı vardır.

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, isim cümlesi ve  اِنَّ olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

 haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesiBu son cümlenin mukadder cevap için ta’lîl cümlesi olduğu da söylenmiştir. Takdiri şöyledir: فمن اضطر فلا يخش عقابا لأن الله غفور رحيم [Kim buna mecbur kalırsa cezadan korkmasın, çünkü Allah çok affedici ve çok merhametlidir.]

جَنف ; doğrudan yanlışa sapmak demektir.  حنف  fiilinin zıddıdır. حنف; yanlıştan doğruya sapmak demektir. 

Bu cümle, yukarıda zikredilen muharremat (haram kılınmış olanlar) ile bağlantılıdır. Arada geçen cümleler ise ara (itiraz) cümleleri olup: o haram kılınmış şeylerden sakınmanın gerekliliğini, o haramları işlemenin fısk olduğunu, haram kılınmış olmalarının, kâmil dinin, tam nimetin ve rıza gösterilen İslam’ın cümlesinden bulunduğunu bildirir. Yani kim, açlıktan veya bir hastalıktan ölmekten korktuğu için çaresizlikten bu haramlardan birine el uzatmak zorunda kalırsa, lezzet için yemeksizin, yahut “... başkasının hakkını tecavüz etmeden ve haddi aşmadan…” (Bakara Suresi, 173) bu haram etlerden belli bir miktar, ölmeyecek kadar yiyebilir. Bu kimseler için artık Allah Teâlâ, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir; bundan dolayı onları muâheze etmez. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili - Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)