سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ فَاِنْ جَٓاؤُ۫كَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَمَّاعُونَ | kulak verirler |
|
2 | لِلْكَذِبِ | yalana |
|
3 | أَكَّالُونَ | yerler |
|
4 | لِلسُّحْتِ | haram |
|
5 | فَإِنْ | eğer |
|
6 | جَاءُوكَ | sana gelirlerse |
|
7 | فَاحْكُمْ | hüküm ver |
|
8 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
9 | أَوْ | yada |
|
10 | أَعْرِضْ | yüz çevir |
|
11 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
12 | وَإِنْ | eğer |
|
13 | تُعْرِضْ | yüz çevirirsen |
|
14 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
15 | فَلَنْ | asla |
|
16 | يَضُرُّوكَ | sana zarar veremezler |
|
17 | شَيْئًا | hiçbir |
|
18 | وَإِنْ | ve eğer |
|
19 | حَكَمْتَ | hüküm verirsen |
|
20 | فَاحْكُمْ | hüküm ver |
|
21 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
22 | بِالْقِسْطِ | adaletle |
|
23 | إِنَّ | şüphesiz |
|
24 | اللَّهَ | Allah |
|
25 | يُحِبُّ | sever |
|
26 | الْمُقْسِطِينَ | adalet yapanları |
|
“Haram” diye tercüme edilen suht kelimesi sözlükte “bir şeyin kökünü kazımak” anlamına gelen sahttan türemiş olup her türlü haram malı ifade eder. Haram malın bereketi olmadığı ve evi barkı yıktığı için ona suht adı verilmiştir. Bununla birlikte suht kelimesi çoğunlukla rüşvet, fahişelik ücreti, şarap parası, murdar hayvan etinin satışından alınan para, kâhine verilen ücret, günah işlemek için verilen ücret gibi alanı ve vereni küçük düşüren bayağı maddî menfaatleri ifade etmek için kullanılır.
Yahudi ve münafıkların yalan dinlemeye çok meraklı oldukları burada tekrar edildikten sonra haram yemeye de alışık oldukları vurgulanmakta, özellikle kendilerinden rüşvet aldıkları kişiler lehine yalancı şahitliği kabul edip haksız karar veren yahudi hâkim ve hakemlere işaret edilmektedir.
Ehl-i kitap, Hz. Peygamber’i hâkim ve hakem olarak seçip seçmemekte serbest oldukları gibi, Hz. Peygamber de bunu kabul edip etmemekte serbest bırakılmıştır. Nitekim âyetin “Sana gelirlerse aralarında hüküm ver veya onlardan yüz çevir” meâlindeki bölümü bunu ifade eder. “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların arzularına uyma” meâlindeki 49. âyetin bu âyeti neshettiği ileri sürülmüşse de neshe gitmeden âyetlerin uzlaştırılması mümkündür ve muhayyerlik devam etmektedir. Zira Hz. Peygamber Ehl-i kitap arasında hüküm vermeyi tercih ederse şu yollardan biri ile de Allah’ın indirdiğine göre hüküm vermiş olur: a) Kur’an’la, b) Tevrat’ta bulunan ve neshedilmemiş olan âyetlerle, c) evrensel adalet ilkeleriyle, d) yahudilerin inancına göre Allah’ın indirmiş olduğu Tevrat’la.
Bir müslümanla zimmî olan bir kimse, aralarındaki davayı müslüman hâkime götürürlerse hâkimin davaya bakmak mecburiyetinde olduğuna dair icmâ vardır (Şevkânî, II, 50). Ehl-i kitabın kendi aralarındaki davalar hakkında ise fakihler arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bazıları müslüman hâkimin gayri müslimlerin davasına bakıp bakmamakta serbest olduğunu, bazıları da müslüman hâkimin bu davalara bakmak mecburiyetinde olduğunu savunmuşlardır (bk. Elmalılı, III, 1688). Şâfiî’ye göre müslümanların hâkimiyetleri altında yaşayan Ehl-i kitap, davalarını müslüman hâkime getirirlerse bu davaya bakmak müslüman hâkimin üzerine farzdır. Ancak müslümanlarla antlaşmalı olan Ehl-i kitabın davalarına bakmakta müslüman hâkim serbesttir (Râzî, XI, 235; geniş bilgi için bk. İbn Âşûr, VI, 202-206).
İslâm, din ve vicdan özgürlüğüne önem verdiği için hiç kimseyi hak dini kabul etmeye zorlamadığı gibi gayri müslim tebaayı da İslâm hükümlerini uygulamaya mecbur etmemiştir. Onların kendilerine ait özel mahkemeler kurarak davalarını kendi dinlerinin hükümlerine göre çözmelerine müsaade etmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 276-277
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ
İsim cümlesidir. سَمَّاعُونَ mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Takdiri; هم şeklindedir.
لِ harf-i ceri zaiddir. الْكَذِبِ lafzen mecrur, mübalağalı ism-i fail سَمَّاعُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَكَّالُونَ mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Takdiri هم şeklindedir.
لِ harf-i ceri zaiddir. السُّحْتِ lafzen mecrur, اَكَّالُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Mübalağalı ismi fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ismi failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. Mübalağalı ismi failin Kur’an-ı Kerim’de en çok kullanılan kalıbı فَعَّالٌ veznidir. Bu kalıbın haricinde semai olarak kullanılan başka kalıplar da vardır.Mübalağalı ismi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
سَمَّاعُونَ - اَكَّالُونَ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ جَٓاؤُ۫كَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاؤُ۫كَ şart fiili olup, damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
احْكُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بَيْنَ mekân zarfı احْكُمْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. اَعْرِضْ fiili atıf harfi اَوْ ile احْكُمْ fiiline matuftur.
اَعْرِضْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَنْهُمْ car mecruru اَعْرِضْ fiiline müteallıktır.
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْرِضْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عرض ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـٔاًۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُعْرِضْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَنْهُمْ car mecruru تُعْرِضْ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَضُرُّوكَ fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. شَيْـًٔا masdardan naib mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri; شيئا من الضرر şeklindedir.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُعْرِضْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عرض ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَكَمْتَ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
احْكُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بَيْنَ mekân zarfı احْكُمْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْقِسْطِ car mecruru احْكُمْ fiiline mütealliktir.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. يُحِبُّ cümlesi, إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحِبُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْمُقْسِط۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’âl babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمُقْسِط۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. سَمَّـٰعُونَ , takdiri همْ olan mahzuf mübtedanın haberidir. لِلۡكَذِبِ , mübalağa sıygasında ism-i fail olan سَمَّـٰعُونَ ‘ ye mütealliktir.
İsm-i fail, fiil gibi amel etmiştir. لِلْكَذِبِ ‘ye dahil olan lam, tekit ifade eden zaid harftir.
Aynı üsluptaki أَكَّـٰلُونَ لِلسُّحۡتِ cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Veya öncesindeki istînâftan bedeldir.
41. ayette de geçen سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ cümlesi bu ayette tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında ıtnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَمَّاعُونَ - اَكَّالُونَ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr vardır ve her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اَكَّالُونَ rüşvet ve haram yemekten kinayedir. Çünkü para en çok yenerek harcanır. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir. İstiare-i vefakiye olduğu da söylenebilir. Hem gerçek yemeğe düşkünlük, oburluk hem de açgözlülük anlamındadır.
اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ ifadesinde istiare vardır. سُّحْتِ ’ün lügat manaları: Kökünü kazıdı, yok etti, helak etti. Utanılan ve haya duyulan bir haram, şiddetli açlık, açgözlülük, hırs, her türlü haram kazançtır. Bu anlamlara göre şu istiareler yapılabilir:
1-Teşbih: Müşebbeh; kökünü kazıdı, yok etti, helak etti.Müşebbehün bih; rüşvet ve haram kazançlar. Câmi’; haramın helali de alıp götürmesi, hem malın hem sahibinin yok olması.
2-Teşbih: Müşebbeh; utanılacak haram. Müşebbehün bih; rüşvet, zinakar kadına verilen para, damızlık erkek hayvanların tohumlarını satmak, içkiden kazanılan para, leşin satılması, hacamat parası, kâhinlere, büyücülere verilen paralar.Câmi’; bu kazanç sahibini küçük düşürür. İnsanın şahsiyet ve faziletlerini yok eder, bereketi yok eder , belaları celbeder.
3-Teşbih: Müşebbeh; açlık, açgözlülük, hırs. Müşebbehün bih; hırsla gözleri kararmış kimselerin gerçeği görmemesi, helaka sürüklenmesi. Câmi’; kötü isteklerin artışı, günahta ısrar, doyumsuzluk, inat ve helak.
Teşbihten garaz; müşebbehin halini muhatabın zihninde çirkin göstermek, durumunu bildirmektir.
سُّحْتِ, her türlü haramı içine alır. Bununla beraber çoğunlukla sahibinin gizlemek zorunluluğunu duyduğu bir ayıp, bir ar olan, basit ve alçak menfaatlerde kullanılır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Yahudilerin aldıkları rüşvetler, سُّحْتِ kelimesi ile ifade edilmiştir. Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah, onları bundan (yani rüşvet almalarından) dolayı azap ile helak edip köklerini kazıyacaktır. Yahut da aldıkları o şeylerin bereketi yok olup gidecektir. Nitekim Hakk Teâlâ da: “Allah ribânın (faizin) bereketini tamamen giderir.” (Bakara Suresi, 276) buyurmuştur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Onların durmadan yalan dinledikleri bundan önceki ayette geçtiği halde burada tekrar edilmesi makablini tekid ve maba’dine hazırlık içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اِنْ جَٓاؤُ۫كَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen terkip şart üslubundadır. Şart cümlesi olan جَٓاؤُ۫كَ , müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Şart harfinin muzari fiil yerine mazi fiile gelişi, hasıl olmayan şeyi hasıl olmuş yerine izhar etmek içindir. Bu da bu cümledeki gibi sebepler kuvvetli olduğu zaman yapılır.
فَ karinesiyle gelen فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ şeklindeki cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ cümlesi muhayyerlik ifade eden اَوْ atıf harfi ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede bedî’ ilminden taksim sanatı vardır. Gelenlere karşı yapılması istenenler hüküm vermek ve yüz çevirmek olarak belirtilmiştir.
تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـٔاًۜ
Şart üslubundaki terkip, وَ ’la istînâf olan şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart cümlesi olan تُعْرِضْ عَنْهُمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـًٔا , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren nefy harfi لَنْ , cümleyi tekid etmiştir.
شَيْـًٔا , benzeri yerlerde olduğu gibi tahkir ifade eder. Mef’ûlu mutlak olarak mansubdur. Çünkü bir mastara izafe edilme kastı vardır. Yani شَيْئًا مِنَ الضُّرِّ demektir. Dolayısıyla bir masdardan naib olarak gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Masdarın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
شَيْـًٔا ’deki tenvin; olumsuz siyakta geldiği için umum ifade eder.
اَعْرِضْ - تُعْرِضْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Fiillerin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
اِنْ şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.) Önce yüz çevirme seçeneğinin zikredilmesi, zararlı olabileceği düşünülen bir halin zararlı olmadığını beyanda acele edildiği içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ
وَ , atıf harfidir. İstînaf olan şart cümlesine atfedilen terkibin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart cümlesi olan حَكَمْتَ, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
حَكَمْتَ - فَاحْكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَكَمْتَ - بِالْقِسْطِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Ayetin sonunda müştakının zikredildiği بِالْقِسْطِۜ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
عَنْهُمْۚ - فَاحْكُمْ - بَيْنَهُمْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِالْقِسْطِۜ - لِلسُّحْتِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Lafza-ı celâl müsnedün ileyh, يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ cümlesi müsneddir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla, sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayetin bu son cümlesi, Mümtehine/8 ve Hucurât/9 ayetlerinde aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi, 29)
الْقِسْطِۜ - الْمُقْسِط۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.