لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَوْلَا | gerekmez miydi? |
|
2 | يَنْهَاهُمُ | menetmeleri |
|
3 | الرَّبَّانِيُّونَ | Rabbanilerin |
|
4 | وَالْأَحْبَارُ | ve hahamların |
|
5 | عَنْ |
|
|
6 | قَوْلِهِمُ | onlarıv sözlerini |
|
7 | الْإِثْمَ | günah |
|
8 | وَأَكْلِهِمُ | ve yemelerini |
|
9 | السُّحْتَ | haram |
|
10 | لَبِئْسَ | ne kötüdür |
|
11 | مَا | şey |
|
12 | كَانُوا | oldukları |
|
13 | يَصْنَعُونَ | yapmakta |
|
Allah Teâlâ yahudilerin yaptıkları haksızlıklar karşısında sessiz kalıp onları uyarmayan, yalan söylemelerine ve haram yemelerine rızâ gösterip bunu engellemeyen eğitimcileri, din adamlarını ve âlimleri kınamakta, bu davranışın kötülüğünü haber vermektedir.
Âlimlerin ve eğitimcilerin tutumu, halkın ahlâkının ve dininin bozulmasına sebep olduğu için esas sorumluluk bunların üzerindedir. Müfessirler Kur’an’da âlimleri uyaran en sert ifadenin bu âyette olduğu kanaatindedirler (Zemahşerî, I, 350; Elmalılı, III, 1727. “Din adamları” diye tercüme edilen rabbâniyyûn hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/79; Mâide 5/44; “âlimler” diye tercüme edilen ahbâr hakkında bilgi için bk. Mâide 5/44).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 302-303
لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ
لَوْلَا cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi” manasındadır.
يَنْهٰيهُمُ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الرَّبَّانِيُّونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْاَحْبَارُ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. عَنْ قَوْلِهِمُ car mecruru يَنْهٰيهُمُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاِثْمَ mastar قَوْلِهِمُ ‘in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. اَكْلِهِمُ atıf harfi وَ ‘la قَوْلِهِمُ ’e matuftur. السُّحْتَ mastar اَكْلِهِمُ ‘in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgileri olmadığından isimdirler.
Masdarın fiil gibi amel şartları şunlardır: Tenvinli olmalıdır. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
Masdarın failine muzaf olmalıdır. Masdarın mefulüne muzaf olmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَا harfi, بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَصْنَعُونَ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَصْنَعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
Failinin ال ’lı gelmesi Failinin ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi Bu fiillerin مَا Harfine Bitişik Olarak Gelmesi Failinin İsmi Mevsul Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَوْلَا cezm etmeyen şart edatıdır. Bu ayette لَوْلَٓا şart değil, tahdid ( تحضيض ) için هلّا yani “değil mi?” manasındadır.
Haberi manada gelen cümle, muktezayı zahirin hilafına olarak taaccüp ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
وَالْاَحْبَارُ , fail olan الرَّبَّانِيُّونَ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camiâ temasüldür.
وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ cümlesi tezayüf nedeniyle , يَنْهٰيهُمُ fiiline müteallik olan عَنْ قَوْلِهِمُ ‘e, atfedilmiştir.
السُّحْتَۜ - اَكْلِ - قَوْلِ - الْاِثْمَ kelimeleri, bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. اَكْلِ - قَوْلِ ‘nin masdar kalıbında olmaları mef’ûl almasını mümkün kılmıştır.
Önceki ayetteki اَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ ibaresi, bu ayette tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَكْلِهِمُ السُّحْتَ ifadesinde istiare vardır. سُّحْتِ , utanılan ve haya duyulan bir haram, şiddetli açlık, açgözlülük, hırs, her türlü haram kazançtır. اَكْلِ fiiline nispet edilerek, yenebilen, hissi bir nesneye benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
رَّبَّانِيُّونَ - الْاَحْبَارُ ve السُّحْتَۜ - الْاِثْمَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الرَّبَّانِيُّونَ, Rabbe mensup olanlar, kendini Rabbe adamış olanlardır.
اَكْلِهِمُ السُّحْتَ burada rüşvet kastedilmiş olmakla tağlîbdir. Cüz kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
Hasen el-Basri diyor ki: “Rabbaniler, İncil; ahbar da Tevrat alimleridir.” Diğer bir görüşe göre ise her iki sınıf da Yahudilerdendir. Bu ayet, peşlerinden giden avam halkın çirkin vasıflarını bildikleri halde onları nehyetmeyen din önderleri için görevlerini yapmaya teşvik ve görevlerini yapmadıkları için de kınamadır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
لَوْلَا tahdid (teşvik ve sevk) harfidir. Burada هلّا manasında kullanılmıştır.
1. َCezm etmeyen şart edatıdır. Kendisinden sonra şart cevap fiilleri bulunur. Şart cümlesi, isim cümlesi olur. Genellikle haberi موجود şeklinde gelir.
2. Arz ve tahdid edatıdır. Arz bir şeyin yapılmasını başkasından kibarca istemektir. Tahdid manası burada azarlama manasındadır.
3. Mazi üzerine gelişinde kınama edatı olur. Kendisinden sonra mübteda olarak merfû isim gelmesi gerekirken zamir geldiği de olur. (Medine Balcı - Dergâhu’l Kur’an, Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Kasem üslubundaki terkip istînâfiye olarak fasılla gelmiştir.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Kasemin cevabı olan لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ cümlesi, zem fiili بِئۡسَ ’nin dahil olduğu gayrı talebî inşa cümlesidir. Zem fiili, mahzuf mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
لَبِئْسَ مَا ifadesindeki مَا nekre-i tam olup بِئْسَ fiilinin failini izah eden mansub bir harftir; بِئْسَ ‘nin failinin temyizidir.
كَانُوا يَصْنَعُونَ cümlesi مَا için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberi olan يَصْنَعُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Önceki ayetin fasılasıyla bu ayetin fasılası arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
صْنَعُ çaba ve devamlılık gerektiren, sanatlı bir yapma eylemidir.
كَانُوا يَصْنَعُونَ cümlesinde geçmiş ile gelecek zamanın birlikte kullanılması söz konusudur. Bu yaptıklarının sürekli olduğunu bildirir. Bu ayeti kerime önceki ayet-i kerimeden daha ağırdır. Çünkü sanat edinmek için o konuda çalışıp alıştırma yapmak ve kendini yetiştirmek gerekir. İbni Abbas bu ayetin Kur’an’ın en ağır ayeti olduğunu söylemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Kur’an’da كان ’den sonra gelen muzari fiil, o eylemin çokluğuna ve devamlılığına işaret eder. (Celalettin Divlekci, Kur’an’da Bazı Kelimelerin Kullanım Özelliklerine Dair Genel Kaideler)