لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | elbette |
|
2 | كَفَرَ | kafir olmuşlardır |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | قَالُوا | diyen(ler) |
|
5 | إِنَّ | şüphesiz |
|
6 | اللَّهَ | Allah |
|
7 | ثَالِثُ | üçüncüsüdür |
|
8 | ثَلَاثَةٍ | üçün |
|
9 | وَمَا | oysa yoktur |
|
10 | مِنْ | hiçbir |
|
11 | إِلَٰهٍ | ilah |
|
12 | إِلَّا | başka |
|
13 | إِلَٰهٌ | ilahtan |
|
14 | وَاحِدٌ | bir olan |
|
15 | وَإِنْ | eğer |
|
16 | لَمْ |
|
|
17 | يَنْتَهُوا | vazgeçmezlerse |
|
18 | عَمَّا | şeylerden |
|
19 | يَقُولُونَ | dedikleri |
|
20 | لَيَمَسَّنَّ | elbette dokunacaktır |
|
21 | الَّذِينَ | kimselere |
|
22 | كَفَرُوا | inkar eden(lere) |
|
23 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
24 | عَذَابٌ | bir azab |
|
25 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كَفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. ثَالِثُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. ثَلٰثَةٍۢ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzaf, temyiz muzafun ileyh olur. Muzafun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzafun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzaf olduğu için cümledeki konumuna göre irabını alır, temyiz muzafun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ harf-i ceri zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri; كائن أو موجود (Vardır, mevcuttur.) şeklindedir.
اِلَّا istisna edatıdır. اِلٰهٌ mahzuf haberin zamirinden bedeldir. وَاحِدٌ kelimesi اِلٰهٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَنْتَهُوا fiili ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl عن harf-i ceriyle يَنْتَهُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يَمَسَّنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nunu sakiledir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا مِنْهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru كَفَرُوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. عَذَابٌ kelimesi يَمَسَّنَّ ‘nin faili olup damme ile merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْتَهُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi نهي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اَل۪يمٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir.Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasem üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiili mahzuftur. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş kasemin cevabı olan كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, inkârî kelamdır.
Lafza-i celâl اِنَّ ‘nin ismi, ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ izafeti, haberidir.
الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu muhatabı hatadan kurtarmak için gelmiştir.
ثَالِثُ - ثَلٰثَةٍۢ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ ifadesi, “üç ilâhın birisi” veya “üç ilâhtan birincisi” manasındadır. Bunun manasının böyle olduğunun delili ise, Allah’ın, onları reddederken [Halbuki bir tek tanrıdan başka hiçbir tanrı yoktur.] buyurmasıdır. Buna göre ayette bir hazif bulunmaktadır. آلِهَةٌ kelimesi zikredilmemiştir. Çünkü bunun, onların inançlarından olduğu malumdur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la kasemin cevabına atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi tezattır.
Mübteda olan اِلٰهٍ ‘deki nekrelik, kıllet, nev ve umum ifade eder. Zaid مِنْ harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Yani ‘hiçbir ilâh yoktur’ anlamındadır.
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşmuştur. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. اِلٰهٍ maksûr/sıfat, اللّٰهُ , maksûrun aleyh/mevsûftur.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. Hakîkî ve tahkîkî kasr-ı kalbdir. Yani, mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakîkî manada bulunmaz ve vâkıa da böyledir.
وَاحِدٌ kelimesi اِلٰهٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِلٰهٍ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاحِدٌ - ثَالِثُ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden kasr, isim cümlesi ve zaid harf olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette ulûhiyyet sıfatı Allah Teâlâ’ya tahsis edilmiş, yani Allah’tan başkasında ulûhiyet sıfatının olmadığı ifade edilmiş. Ama elbetteki Allah’ın başka sıfatları vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hristiyanların inancını Allah Teâlâ, bu sözleriyle ters çevirmiştir. Onun için bu ayet kasr-ı kalbe örnek teşkil eder. Burada Allah’ın üç olduğuna inanan Hristiyanların inancı düzeltilmiş ve Allah’ın bir olduğu ifade edilmiştir. Aynı zamanda kasr-ı ifrad da düşünülebilir. Çünkü onların ulûhiyyetteki ortaklık inançları, ulûhiyette Allah Teâlâ’nın tek olduğu buyurularak teke indirilmiş, kasr-ı ifrad olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ اِلٰهٍ ’deki مِنْ zaiddir veya istiğrak (kapsamlılık) ifade eder. Ayetin takdiri, “Varlık âleminde, tanrılık hakikati hususunda sadece tek bir ferd vardır.” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l -Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Burada tebrie lâm’ı ile لا إلَهَ إلّا إلَهٌ واحِدٌ değil de مَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌ buyurulması; nefyden sonra gelen مِنْ harfinin olumsuzluğun tahkikine delalet etmesi dolayısıyladır. Çünkü لا ile nefy, مِنْ harfi takdir edilmedikçe cinsin olumsuzluğunu ifade etmez. Burada nefyin önemini arttırmak istendiği için nefy harfi olarak ما ve arkasından مِنْ gelmiştir. Müfessirlerin hiçbiri bu manaya karşı çıkmamıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen terkipte اِنْ cezm eden şart harfi, لَمْ cezm ve nefy harfidir. يَنْتَهُوا fiilini cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında gelen لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ cümlesi şarttır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَّا , harf-i cerle لَمْ يَنْتَهُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan يَقُولُونَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı akabindeki mahzuf kasemin cevap cümlesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Şartın cevabının ve kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesine dahil olan لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Kasemin cevabı mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır.
Cümlelerdeki muzari fiiller, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için fail olan عَذَابٌ ‘e takdim edilmiştir.
لَيَمَسَّنَّ fiilinin mukaddem mef’ûlü konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا مِنْهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Onların küfrünün, hudûsü (yeni oluşumu) bildiren fiil ile ifade edilmesi, peygamberlerin tebliğlerinden sonra küfrü sürdürmenin, eski küfürlerinden farklı yeni bir küfür ve eski azgınlıklarına ilave yeni bir azgınlık olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
مِنْهُمْ car-mecruru, كَفَرُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَذَابٌ ’deki nekrelik azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir. Ayrıca, mübalağa vezniyle gelen مُه۪يناً ’le sıfatlanması bu korkunçluğa delildir.
اَل۪يمٌ kelimesi, muahhar fail عَذَابٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. İşarî olarak verdiği azabın şiddetinden dolayı, azap verirken kendisi bile acımaktadır şeklinde düşünülebilir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مَسَّ fiilinin عَذَابٌ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan dokunma fiili azaba nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır.
Zararın dokunması ibaresinde sebep-müsebbep alakasıyla mecazı mürsel olduğu da söylenebilir.
عَذَابٌ - أَلِیمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Azabın dokunması ifadesinde istiare vardır. Dokunmak fiili hakiki anlamda kullanılmamıştır.
المَسُّ kelimesi burada isabet etmek manasında mecazdır. Çünkü hakiki manası, “eli bir cisim üzerine koymak” demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
كَفَرُوا - كَفَرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin başında كَفَرَ, sonunda كَفَرُوا gelmesi teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
هم zamiri yerine الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ şeklinde zahir olarak ifade edilmesi, küfürlerine dair şahadeti tekrar etmek içindir.
Burada elîm azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.
Buna karşılık onlara büyük azap türleri içerisinden öylesine büyük bir azap vardır ki, bu azabın künhünü Allah’tan başkası bilmez. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l -Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
E-li-me kökünden gelen "elem" acı, ağrı; اَل۪يمٌ ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada "elîm" acı duyan anlamına alınırsa, bu azabın değil, fakat azap edilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı te'kid) vardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Bakara/10)
Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olduğunda mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ”, “ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ”, “ عَذَابٌ اَل۪يمٌ”, “ عذاب شديد ” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, ceza amelin cinsindendir. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Azim azab; kişinin ölmesine müsaade etmeksizin tattırılabilecek en büyük azabı ifade eder. Bunu ancak Allah yapabilir.
عَذَابٌ عَظ۪يمٌ Azim azab ifadesi 14 kere geçerken elim azap ifadesi 46 kere geçmiştir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu نَّ , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)