يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | كُونُوا | olun |
|
5 | قَوَّامِينَ | (hakkı) ayakta tutan |
|
6 | لِلَّهِ | Allah için |
|
7 | شُهَدَاءَ | şahidlik edenler |
|
8 | بِالْقِسْطِ | adaletle |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | يَجْرِمَنَّكُمْ | sizi saptırmasın |
|
11 | شَنَانُ | duyduğunuz kin |
|
12 | قَوْمٍ | bir topluluğa |
|
13 | عَلَىٰ | karşı |
|
14 | أَلَّا |
|
|
15 | تَعْدِلُوا | adaletten |
|
16 | اعْدِلُوا | adil davranın |
|
17 | هُوَ | bu |
|
18 | أَقْرَبُ | daha yakındır |
|
19 | لِلتَّقْوَىٰ | takvaya |
|
20 | وَاتَّقُوا | korkun |
|
21 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
22 | إِنَّ | kuşkusuz |
|
23 | اللَّهَ | Allah |
|
24 | خَبِيرٌ | haber almaktadır |
|
25 | بِمَا | şeyleri |
|
26 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
Burada İslâm’ın sosyal, hukukî ve ahlâkî amaçlarının önemli bir kısmı özetlenmektedir. “Ferdî ve sosyal yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik esaslarına uygun şekilde davranmayı sağlayan ahlâkî erdem” anlamına gelen adalet, sosyal hayatın en önemli denge unsuru ve teminatıdır. Bu sebeple Allah Teâlâ müminlere adaletle şahitlik etmelerini, herhangi bir topluma karşı besledikleri öfke yüzünden onlar hakkında adaletten ayrılmamalarını emretmiştir. Âyet-i kerîme, insanların Allah katında en üstün değer olan takvâ (Hucurât 49/13) faziletine erebilmeleri için adaletli olmaları ve düşmanları hakkında kalplerinde besledikleri öfkenin onlara karşı haksızlık yapmalarına sebep olmaması gerektiğini bildirmektedir. Müminler, haksızlığı ortadan kaldırarak yerine hakkı ve adaleti getirmek, bu husustaki faaliyetlere katkıda bulunmakla mükelleftirler. Kur’an’ın ana maksatlarından biri de adalet ilkesine dayalı ve hukuka güvenin hissedildiği bir sosyal düzen kurmaktır (adalet hakkında bilgi için ayrıca bk. Nisâ 4/58; A‘râf 7/159, 181; Nahl 16/90).
Âyet-i kerîmenin, müminlere düşman topluluklara dahi adaletle muamele etmeyi emretmesi, ayrıca bu davranışın takvâ erdemiyle bağlantılı olduğunu vurgulaması son derece dikkat çekicidir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 229
Adele عدل :
عَدالَةٌ ve مُعادَلَةٌ sözcükleri eşitlik ve denklik anlamına gelen lafızlardır. Bu köke ait عَدْلٌ ve عِدْلٌ sözcükleri birbirine yakın anlamlara gelir. Ancak عَدْلٌ hükümler gibi basiretle idrak edilen konularda kullanılır. عِدْلٌ ise tartılan ve ölçülen şeylerde olduğu gibi duyularla idrak edilen şeylerde kullanılır.
عَدْلٌ kavramı eşit bir şekilde dağıtmak demektir. Adl iki kısımdır: 1- Mutlak anlamda adalet: Akıl gereğince bu tür adl güzeldir, hiçbir zaman başka birşeyle ortadan kalkmaz. Örneğin sana iyilik yapana senin de iyilik yapman gibi. 2- Adalet olduğu şeriat yoluyla bilinen ve bazı zamanlarda neshedilebilen adalet: Örneğin kısas ve cinayet diyetleri gibi. Mastarı عُدُولٌ olan عَدَلَ fiilinin عَنْ harfi ceriyle kullanımında mana sapmak, uzaklaşmak ve ayrılmak demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir isim ve bir fiil formunda 28 geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri âdil, adalet, adliye, muâdil, tadilat, îtidal ve mûtedildir . (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı كُونُوا قَوَّام۪ينَ ’dir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُونُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. كُونُوا ‘nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. قَوَّام۪ينَ kelimesi كُونُوا ‘nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
لِلّٰهِ car mecruru قَوَّام۪ينَ ’ye mütealliktir. بِالْقِسْطِ car mecruru قَوَّام۪ينَ ’ye mütealliktir. شُهَدَٓاءَ kelimesi كُونُوا ’nun ikinci haberi olup fetha ile mansubdur.
شُهَدَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَجْرِمَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
شَنَاٰنُ muahhar fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. قَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. لَا nefiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, عَلٰٓى harfi ceriyle يَجْرِمَنَّكُمْ fiiline mütealliktir.
تَعْدِلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak,
teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ
Fiil cümlesidir. اِعْدِلُوا۠ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَقْرَبُ haber olup damme ile merfûdur. لِلتَّقْوٰى car mecruru اَقْرَبُ ‘ye müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
اَقْرَبُ kelimesi ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. خَب۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harfi ceriyle خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.
Nidanın cevap cümlesi olan كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Car-mecrur لِلّٰهِ , nakıs fiil كُونُوا ‘nun birinci haberi قَوَّام۪ينَ ‘ye, بِالْقِسْطِ car-mecruru ise ikinci haberi شُهَدَٓاءَ ‘ye mütealliktir.
قَوَّام۪ينَ , mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Mübalağalı ismi fail, bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Ayrıca bu vezin bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
Bu kelime Kur’an’da 3 kez geçmiştir. (Nisa/34-35 ve Maide/8). Son ikisi aynı konudadır. Yönetici, bir işi üstlenen manasındadır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Bu ilâhî buyruk önceki ayetlere bağlı bir ifade olup, bundan maksat, insanları, mükellef oldukları şeylere boyun eğip, onları yerine getirmeye teşviktir. Mükellefiyetler ne kadar çok olsa da şu iki ana grupta toplanırlar:
a. Allah'ın emirlerine saygı duymak…
b. Mahlukata (insanlara) karşı şefkatli olmak...
Buna göre ayetteki, Allah için “hakkı ayakta tutanlar (olun)” emri, birinci kısma, yani Allah’ın emrine saygı duymaya işarettir. Allah için قَوَّام۪ينَ (ayakta olmak, ayakta tutmak) olmanın manası, kulluğu ortaya koyup, Rubûbiyyete saygı duyma gibi, yerine getirilmesi gerekli olan heryerde hakkı Allah için ayakta tutmak demektir. Ayetteki “adaletle şahitlik edenler olun” buyruğu da insanlara şefkatli olmaya işarettir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İsim cümlesinden fiil cümlesine, müspet siyaktan menfî siyaka iltifat sanatı vardır. Fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Fiilin sonundaki şeddeli nun, tekid içindir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Az sözle çok anlam ifadesi için gelen شَنَاٰنُ قَوْمٍ izafeti, يَجْرِمَنَّكُمْ fiiline isnad edilmiştir. Bu ifadede istiâre sanatı vardır. Canlılara mahsus olan bu fiil, شَنَاٰنُ ‘ya nispet edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Kavmin kini sebebiyle hataya düşmek manasında, sebebiyet alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
قَوْمٍ ‘deki nekrelik herhangi bir manasında nev içindir.
قَوَّام۪ينَ - قَوْمٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِالْقِسْطِۘ - تَعْدِلُواۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَلَّا , masdar harfi أن ve nefy harfi لا ‘dan müteşekkildir. Masdar harfi أن ve akabindeki لّا تَعْدِلُوا cümlesi, masdar tevilinde عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte لَا يَجْرِمَنَّكُمْ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ [Sizi günaha sokmasın!] ifadesindeki fiil, üzerine galebe çalma anlamı veren عَلٰٓى harfi ile فعل anlamı kazandırılmak suretiyle (tazmin) geçişli kılınmıştır. Böylece sanki ولايحمِلنَّكم [Sizi sürüklemesin] şeklinde bir anlam kazanmıştır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t- Te’vîl)
اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen اِعْدِلُوا۠ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰى cümlesi, beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هُوَ mübteda, اَقْرَبُ haberdir.
Müsned olan اَقْرَبُ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp gayri munsariftir.
لِلتَّقْوٰى car mecruru ism-i tafdil kalıbında olan اَقْرَبُ ’ya mütealliktir.
اِعْدِلُوا۠ - تَعْدِلُواۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ [Adil olun, bu, takvaya daha yakındır.] ifadesi, Allah Teâlâ önce duyulan kin ve nefretin onları adaletten ayrılmaya sürüklememesini yasaklama kipiyle ifade ettikten sonra bu kez emir kipiyle tekit ve teyit amacıyla onlara adil olmalarını emretmiş ve bunun da gerekçesini [Çünkü bu, takvaya daha yakındır.] ifadesiyle açıklamıştır. هُوَ (Bu) ile ifade edilen mana adaletli olmaktır. Adalet takvaya daha yakın ve onu daha bir içkindir. Ya da takvaya daha yakın olması bir lütuf içermesi hasebiyledir ki size yaraşan da odur. Burada çok önemli bir uyarı vardır: Adalete riayet ilkesi “Allah düşmanı” kâfirler hakkında bu denli önemli ve gerekli ise acaba “Allah dostu” müminlere karşı riayetinin gerekliliği nasıldır, buradan hareketle takdir edilmelidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t - Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl, Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ ifadesi, hayırdan soyutlanmamış kamil bir takva anlamındadır. Çünkü adalet, nefsi şehvetten alıkoyan temel şeydir ve bu da takvanın temelidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
وَاتَّقُوا اللّٰهَ cümlesi, atıf harfi وَ ’la اِعْدِلُوا۠ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Zamir yerine zahir isim gelerek, lafza-i celâlin tekrarlanması ise azamet ve heybeti artırmak, emre itaati kuvvetlendirmek, zihne yerleştirmek içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Önceki ayetteki cümle ile aynı olan bu cümle arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اتَّقُوا - لِلتَّقْوٰىۘ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu بِ harf-i ceriyle birlikte خَب۪يرٌ ’e mütealliktir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ , tecessüm ve teceddüt ifade eder.
خَب۪يرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ [yaptıklarınızdan haberdardır.] ifadesi Allah Teâlâ’nın, her şeyden haberdar olduğunu beyan ederken lâzım-melzûm alakasıyla ‘yaptıklarınızın karşılığı verilecektir’ manası taşır. Lâzım zikredilmiş, “yaptıklarınıza karşılık verir” manasındaki melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürseldir.
Burada ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l- Akli’s-Selîm, Nisa/17)
Allah, kullarının bütün hallerini hakkıyla bilir. Bu cümle, bir öncesi için bir zeyl olup vaat ve vaîd (ceza vaadi) ifade eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)