لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | يُؤَاخِذُكُمُ | sizi sorumlu tutmaz |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | بِاللَّغْوِ | lağvdan ötürü |
|
5 | فِي |
|
|
6 | أَيْمَانِكُمْ | yeminlerinizdeki |
|
7 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
8 | يُؤَاخِذُكُمْ | sizi sorumlu tutar |
|
9 | بِمَا | ötürü |
|
10 | عَقَّدْتُمُ | bilerek yaptığınız |
|
11 | الْأَيْمَانَ | yeminlerden |
|
12 | فَكَفَّارَتُهُ | bunun keffareti |
|
13 | إِطْعَامُ | yedirmektir |
|
14 | عَشَرَةِ | on |
|
15 | مَسَاكِينَ | fakiri |
|
16 | مِنْ |
|
|
17 | أَوْسَطِ | orta derecesinden |
|
18 | مَا | ne ki |
|
19 | تُطْعِمُونَ | yediriyorsunuz |
|
20 | أَهْلِيكُمْ | ailenize |
|
21 | أَوْ | yahut |
|
22 | كِسْوَتُهُمْ | onları giydirmektir |
|
23 | أَوْ | ya da |
|
24 | تَحْرِيرُ | hürriyete kavuşturmaktır |
|
25 | رَقَبَةٍ | bir köleyi |
|
26 | فَمَنْ | kimse ise |
|
27 | لَمْ |
|
|
28 | يَجِدْ | bulamayan |
|
29 | فَصِيَامُ | oruç tutsun |
|
30 | ثَلَاثَةِ | üç |
|
31 | أَيَّامٍ | gün |
|
32 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
33 | كَفَّارَةُ | keffareti |
|
34 | أَيْمَانِكُمْ | yeminlerinizin |
|
35 | إِذَا | zaman |
|
36 | حَلَفْتُمْ | (yemini) bozduğunuz |
|
37 | وَاحْفَظُوا | ve koruyun |
|
38 | أَيْمَانَكُمْ | yeminlerinizi |
|
39 | كَذَٰلِكَ | böylece |
|
40 | يُبَيِّنُ | açıklıyor |
|
41 | اللَّهُ | Allah |
|
42 | لَكُمْ | size |
|
43 | ايَاتِهِ | ayetlerini |
|
44 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
45 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz |
|
لَغْو Söz bağlamında kullanılan Lağvun kelimesi; bir şey ifade etmeyen, nazarı itibara alınmayan söz demektir. Bu bakımdan da serçe ve benzeri kuşların sesi demek olan lağâ gibi olur. لَغْوٌ sözcüğü değersiz ve amaçsız sözler için de kullanılır. Bunun örneklerinden biri de yeminlerde söz konusu olan lağv şeklidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ilgâ etmek, laga luga, lugat ve lağv etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
عقد bir şeyin uçlarını bir araya toplamaktır. Bu kelime istiare yoluyla soyut şeyler için de kullanılır. Satış akdi ve antlaşma akdi gibi.. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri akid, akide, akaid, itikad ve ukdedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ
Fiil cümlesidir. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤَاخِذُ damme ile merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup damme ile merfûdur.
بِاللَّغْوِ car mecruru يُؤَاخِذُ fiiline mütealliktir. ف۪ٓي اَيْمَانِ car mecruru اللَّغْوِ ’ ye mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنْ istidrak harfidir. Amel etmemiştir. يُؤَاخِذُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle يُؤَاخِذُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
عَقَّدْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen mansubdur. الْاَيْمَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimmalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤَاخِذُكُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi أخذ ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَقَّدْتُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عقد ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن حنثتم فكفارته إطعام (Bozarsanız …. doyurmak şeklinde kefaret gerekir.) şeklindedir.
كَفَّارَتُهُٓ mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِطْعَامُ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. عَشَرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَسَاك۪ينَ müntehel cümu’ sigasında olan isimlerden olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
مِنْ اَوْسَطِ car mecruru ikinci mef’ûlun bihin mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, إطعام عشرة مساكين قوتا من أوسط (On fakiri vasat bir yemekle…) şeklindedir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
تُطْعِمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَهْل۪يكُمْ mef’ûlun bih olup cemi müzekker salime mülhak olduğu için nasb alameti ي ‘dir. Sonundaki نَ izafetten dolayı mahzuftur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder. كِسْوَتُهُمْ atıf harfi اَوْ ile اِطْعَامُ ’ye matuftur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder. تَحْر۪يرُ atıf harfi اَوْ ile haber olan اِطْعَامُ ’ye matuftur. Aynı zamanda muzaftır. رَقَبَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُطْعِمُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طعم ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَجِدْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
صِيَامُ mübteda olup damme ile merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri; كفارته (Kefareti) şeklindedir. ثَلٰثَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. اَيَّامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. كَفَّارَةُ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. اَيْمَانِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. حَلَفْتُمْۜ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَلَفْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur.
وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. احْفَظُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَيْمَانَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل kelimesi ‘’gibi’’ demektir. Bu ibare, amili يُبَيِّنُ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri; يبين الله لكم آياته تبيينا كذلك التبيين şeklindedir. ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
یُبَیِّنُ damme ile merfû muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup damme ile merfûdur. لَكُمُ car mecruru یُبَیِّنُ fiiline mütealliktir. ءَایَـٰتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimelr hareke ile irablanır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَشْكُرُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَشْكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. یُبَیِّنُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ
Ayetin ilk cümlesi istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِاللَّغْوِ car-mecruru fiile, ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ car-mecruru ise اللَّغْوِ ‘ye mütealliktir.
ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ ifadesindeki فِي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası taşır. اَيْمَانِكُمْ , içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَ cümlesi, tezat nedeniyle istînâfa atfedilmiştir.
لٰـكِنَّ ’den tahfif edilmiş istidrak harfi لٰـكِنْ ’in dahil olduğu cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil sıygasında gelmesi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle birlikte يُؤَاخِذُكُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ cümlesiyle يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
لَا يُؤَاخِذُكُمُ - يُؤَاخِذُكُمْ fiilleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اللَّغْوِ - عَقَّدْتُمُ kelimeleri arasında tıbak-ı hafîy sanatı vardır.
“Allah, kasıtsız olarak ettiğiniz yemin (lağıv)lerden sizi sorumlu tutmaz.”
اللَّغْوِ , hiçbir hükmün taalluk etmediği geçersiz yemindir.
Hanefîlere göre lağv, bir kimsenin bir şeye dair aslında yanlış olan zannına göre yemin etmesidir. Bu, Tabiînden Mücahid’in görüşüdür.
Rivayete göre bazı sahabiler, ibadet olur kanaatiyle helal bazı şeyleri kendilerine haram kılmış ve yemin etmişlerdi. Sonra bu ayet-i kerime nazil olunca: “Şimdi yeminlerimiz ne olacak?” dediler. İşte bunun üzerine kefaretle ilgili ayet indi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Akdetmiş olduğunuz yani “şöyle yapacağım, böyle yapacağım yahut şöyle olursa şöyle edeceğim” şeklinde gelecekle ilgili olmak üzere kendinizi bağladığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bunlara “yemin-i mün’akide” denir. Mesela, “Vallahi evlenmeyeceğim, vallahi karıma yaklaşmayacağım, vallahi yarın oruç tutacağım yahut vallahi sigara içmeyeceğim” gibi yeminler mün’akid yemindirler. Bu gibi yeminler birer akid oldukları için yerine getirilmeleri lazım gelir. Getirilmezse Allah muaheze eder (cezalandırır). Bunlar ise iki türlüdür:
Birincisi, günah olmayan bir şeye yemindir ki bunun bozulması asla caiz değildir, büyük günahtır.
Diğeri, günah olan bir şeye yemindir ki bunda sebat etmek bozmaktan daha günahtır. Ve bunun için ehven-i şerreyn (iki şerden daha hafifi) seçilip “Kim bir şeye yemin eder sonra ondan başka daha hayırlısını görürse yemininin kefaretini versin, sonra o daha hayırlı olanı yapsın.” hadis-i şerifi delaletince yeminin bozulması tercih edilir ve kefaret (dünyevî ceza) verilir ki bu kefaret, hem yeminin bozulmasının bir cezası ve muahezesi hem de ahirete ait cezadan kurtuluş için bir ibadettir. Bununla beraber keffaretin lüzumu yalnız bu kısma mahsus değildir. Öncekinde de vaciptir. Çünkü bozulması caiz ve daha uygun olan bir yemin akdinin bozulmasından dolayı muaheze demek olan keffaret (ceza) vâcip olunca bozulması asla caiz olmayan yeminin bozulmasından dolayı bu muahezenin öncelikle farz olacağı açıktır. Bu şekilde bütün kefaretlerde hem ceza hem de ibadet manası vardır. Ve herhangi bir mün'akid yemin bozulduğu zaman da dünyada bir keffaret ile cezalandırılır. Ve bu kefaret ile yukarıdaki müşkil (problem) halledilir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ
Fasılla gelen terkip, şart üslubundadır. فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَفَّارَتُهُٓ izafeti mübteda, اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ izafeti haberdir.
Müsned ve müsnedün ileyh izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
اِطْعَامُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Takdiri, إن حنثتم (bozarsanız) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ car-mecruru, عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَوْسَطِ , rubai fiil أفعل vezninin mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Bu ayette ism-i tafdil manasındadır.
اَوْسَطِ ‘ in muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كِسْوَتُهُمْ ve تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ izafetleri, اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ ’ye matuftur.
تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ tabiri cüz-kül alakası ile mecâz-ı mürseldir. Boyun zikredilmiş, kişinin kendisi kastedilmiştir.
Yeminin kefareti, on yoksulu doyurmak, yahut onları giydirmek ya da bir köle azat şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
اِطْعَامُ - تُطْعِمُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yemini bozmanın kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin çeşit ve miktarında orta bir şekilde on fakiri bir gün doyurmaktır. Bu iki şekilde olur: Birincisi, bir akşam bir de sabah çağırıp yemek yedirerek karınlarını doyurmaktır ki, buna ibâha denir. Diğeri de, sabah akşam doyuracak kadar ellerine bir şey vermektir ki buna da temlik ismi verilir. Yeminin kefareti ya böyle on fakiri doyurmak yahut on fakirin kisveleridir. Kisve; dinen örtülmesi gereken yerleri örtecek bir elbise demektir. Veyahut bir rakabe, bir köle veya cariye insan azat etmektir (hürriyetine kavuşturmak). Sözün kısası yeminin kefaretinde bu üçten biri vâciptir, tayininde ise mükellef serbesttir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ
فَ , istînâfiyyedir.
Şart üslubundaki terkipte فَمَنْ لَمْ يَجِدْ cümlesi şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
Şart ismi مَنْ mübtedadır. Haber olan لَمْ يَجِدْ cümlesi menfi meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin menfî muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
صِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ izafeti muahhar mübtedadır. Haber mahzuftur. Takdiri كفارته (Kefareti) olan haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
ثَلٰثَةِ - عَشَرَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Buna göre her kim bunlardan birini bulamaz, vermeye gücü yetmezse onun kefareti de üç gün oruçtur. İbni Mesud mushafında olduğundan bu üç günün fasılasız (ara vermeksizin) birbiri ardınca tutulması da vâciptir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكَ mübteda, كَفَّارَةُ haberdir.
Cümlede müsnedün ileyhi, şüphe bırakmayacak şekilde diğerlerinden ayırarak tarif eden işaret ismi, konunun önemini vurgulamıştır.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
Yemin bozulduğu zaman yapılması gerekenlere işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اِذَا , cümleye muzaf olan, zaman zarfı, كَفَّارَةُ ‘e mütealliktir. Muzafun ileyh olan حَلَفْتُمْ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَقَّدْتُمُ - حَلَفْتُمْ - اَيْمَانِكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَفَّارَةُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفَّارَةُ kelimesi كَفرَ fiilinden türetilmiş mübalağa kalıbı olup sonundaki ةُ harfi ziyadedir.
كَفَّارَةُ mübalağa ifade eder. Aynel fiili fetha ile okunduğunda ‘setretmek ve izale etmek’ manasına gelir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
İşte yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin kefareti budur. Bozulduğu zaman bu kefareti yerine getiriniz. Ve yeminlerinizi muhafaza ediniz. Yani önce her şeye yemin etmeyiniz. İkinci olarak, yemininizin şeklini iyi belleyiniz, ihmal ederek unutmayınız. Üçüncü olarak, günah olmayan ve bir hayrı yasaklamayan yeminlerde gücünüz yettiği kadar sebat ediniz, bozmayınız. Dördüncü olarak, bozduğunuz takdirde kefaretini de vererek yeminin şanını koruyunuz. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu emir; istila, irşad, te’dib içindir. Lâzım; yeminlerinizi koruyun, melzûmu; bozmayın, bozduysaniz kefaretini yerine getirin. “Koruyun” ifadesi, istiare-i tebeiyye ile yeminlerin korunmaya ihtiyacı olan hassas bir şeye benzetildiğine işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kuran)
اَيْمَانَكُمْۜ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَذٰلِكَ , amili يُبَيِّنُ fiili olan mahzuf mef’ûlun mutlaka mütealliktir.
Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhân/54, c. 5, s. 177, 205)
Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırarak onun yüceliğine dikkat çekmek için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَكُمْ , ihtimam için, mef’ûl olan اٰيَاتِه۪ ‘e takdim edilmiştir
اٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin ta’liliyye olarak gelen son cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Terecci harfi لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَشْكُرُونَ ’ nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
ذٰلِكَ - كَفَّارَةُ - اللّٰهُ - الْاَيْمَانَۚ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ifadesi; “Umulur ki sadece O’na şükredersiniz.” demektir. Şükür, mecaz yoluyla nimeti tamamlamanın sebebi kılınmıştır. Recâ sıygası, yapmaya teşvik ve vukuunun yakın olduğunu ortaya koymak için emir manasında kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58) Bunlar sebep bildirir, (lam-ı ta’lil manasındadır). ‘’Bunları yapın ki, muttaki olabilesiniz’’ demektir.
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad, takvalı olmaya teşviktir. Takvalı olmak; kuralları yerine getirmektir. En alt seviyesi Müslüman olmak, en üst derecesi ise her türlü şüpheli şeyden kaçınmak olarak tarif edilir.Takvalı olmak için kitaba ve hükümlerine sarılmak gerekir.
Söz konusu ayette "Umulur ki takvaya eresiniz" buyrulmuş, fakat bunun yerine "Umulur ki ibadet edersiniz" denmemiştir. Oysa öyle denmesi, "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım." mealindeki ayete de uygun düşerdi. Fakat ibâdetin vücub ve lüzumunu daha kuvvetli olarak ifade etmek için ibâdet yerine takva kullanılmıştır. Çünkü takva ibâdet edenin hedefi ve son gayretidir. Şu hâlde eğer takva onun üzerine lâzım ise ondan aşağısı elzem, edası ehven olur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Bakara/21)
Dikkat ediniz; ayette لَعَلَّكُمْ buyuruluyor. Bu ise ümit ifade eder. Bu şekilde de korunmanız bir kuvvetli ümit olarak gösteriliyor da, "korunacağınızdan emin olunuz" denilmiyor. Çünkü ilâhî iradeyi hiçbir şey şarta koşamaz. Siz ibadetinizle onu korumaya mecbur edemezsiniz. Ubudiyet (kulluk) kanunu çoğunluğa ait bir kanundur. Asıl koruyacak olan Allah'ın lütfu ve rahmetidir. İbadet ilk önce yaratılışınızın, terbiyenizin bir teşekkürüdür. Bunun Allah'ı mecbur edecek, minnet altında bırakacak bir gerektirici kudreti yoktur ve zaten Allah'ın layık olduğu şükür ve kulluğu kâmil bir şekilde eda da edemezsiniz. Şu halde "ibadet ediyoruz" diye her sonuçtan emin olmayınız, ancak ümitvar olunuz ve ümidinizi Allah'tan başkasına bağlamayınız ve Allah'ı tanımak için yaratılışınıza ve terbiyenize bakınız. O zaman bilirsiniz ki, bir yaratıcınız ve Rabbiniz var. Hem sizi ve hem sizden öncekileri yaratan O'dur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Bakara/21)