Hadid Sûresi 25. Ayet

لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْم۪يزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ وَاَنْزَلْنَا الْحَد۪يدَ ف۪يهِ بَأْسٌ شَد۪يدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَز۪يزٌ۟  ...

Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resûllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 أَرْسَلْنَا biz gönderdik ر س ل
3 رُسُلَنَا elçilerimizi ر س ل
4 بِالْبَيِّنَاتِ açık kanıtlarla ب ي ن
5 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
6 مَعَهُمُ onlarla beraber
7 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
8 وَالْمِيزَانَ ve ölçüyü و ز ن
9 لِيَقُومَ yerine getirsinler diye ق و م
10 النَّاسُ insanlar ن و س
11 بِالْقِسْطِ adaleti ق س ط
12 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
13 الْحَدِيدَ demiri ح د د
14 فِيهِ kendisinde bulunan
15 بَأْسٌ bir kuvvet ب ا س
16 شَدِيدٌ büyük ش د د
17 وَمَنَافِعُ ve birçok yararlar ن ف ع
18 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
19 وَلِيَعْلَمَ ve bilsin diye ع ل م
20 اللَّهُ Allah
21 مَنْ kimin
22 يَنْصُرُهُ kendisine yardım edeceğini ن ص ر
23 وَرُسُلَهُ ve elçilerine ر س ل
24 بِالْغَيْبِ gaybda غ ي ب
25 إِنَّ şüphesiz
26 اللَّهَ Allah
27 قَوِيٌّ kuvvetlidir ق و ي
28 عَزِيزٌ daima üstündür ع ز ز
 

İlk iki âyette insanın hayata bakışını belirlemede çok önemli bir gerçeğe ve bunun hikmetine değinilmektedir: Olan ve olacak her şey Allah’ın ezelî ilminde kayıtlıdır; bunu böylece bilen ve kabul eden insan kaçırdığı fırsatlara hayıflanarak veya Allah’ın kendisine verdiği imkânların sarhoşluğuna kapılarak ömrünü tüketmez. Çünkü bunların ikisi de olmuş bitmiştir. Bu bir musibetse kendisinin bundaki payını düşünüp sonuç çıkarmalı ve bu sonucun gelecekteki davranışlarına ışık tutmasını sağlamalı, şayet bu bir nimetse asıl kaynağının kendi bilgi, beceri ve çabası değil yüce Allah olduğunu dikkate alıp övünme ve böbürlenmesi için bir sebep bulunmadığı, bilâkis bu nimetin kendisine sorumluluk getirdiği bilinci içinde hareket etmelidir. Buna karşılık insanın asıl yükümlülüğü kaçırılanlar ve elde edilenlerden sonrasında, yani “olacak”lar ve “olması gereken”ler sınırında başlamaktadır. İmtihan gereği olarak başa gelecekleri (musibet) önlemek insanın gücü dahilinde değildir; fakat insan bunları bilemeyeceği için, bu onun yükümlülüğünü etkilemez ve koyu kaderci bir anlayışı haklı kılmaz. Çünkü onun yükümlülüğü, yapılması irade ve tercihine bırakılan davranışlarla ilgilidir, bir başka anlatımla onun görevi hür iradesiyle buyruk ve yasaklara uygun davranmaktır. Nitekim 23. âyetin sonunda ve 24. âyette, kendini beğenmiş, böbürlenen ve elindeki imkânları sırf kendisine ait gibi görüp cimrilik yapan, üstelik başkalarının da öyle davranmasını isteyen kimseler ağır bir dille eleştirilmiştir. 25. âyette de insanın sorumluluk gerekçesi açıklanıp bunun kendisine getirdiği yükümlülükler genel bir ilke halinde ifade edilmiştir: İnsanın sorumluluğu, kanıtları değerlendirebilme melekesine yani akıl ve muhakeme gücüne sahip olma temeline dayalıdır ve yüce Allah ona doğru yolu bulması için yeterli kanıt ve aydınlatıcı vahiy göndermiştir; sorumlu tutmanın amacı, Allah’ın gayb yoluyla iman edip gereğini yapanları ortaya çıkarması yani insanın sınanmasıdır. Bu statünün getirdiği yükümlülük de adaleti yani olması gerekeni gerçekleştirmeye çalışmak ve bu uğurda Allah’ın lutfettiği imkânları en iyi şekilde kullanmaktır (musibet konusunda değerlendirme için ayrıca bk. Şûrâ 42/30-35; bu bağlamda daha çok “adalet” anlamıyla açıklanan mîzan kelimesinin anlamları için bk. Rahmân 55/7-9).

22. âyetin “biz onu yaratmadan” diye çevrilen kısmındaki “o” zamirinin “musibet, nefisler veya yeryüzü”nün yahut hepsinin yerini tuttuğu yorumları yapılmıştır (Şevkânî, V, 204).

25. âyette, hem güç sembolü olan hem de insanlara çeşitli faydalar sağlayan demirin de bir nimet olarak yaratıldığından söz edilmektedir. “İndirme” anlamına gelen kelime, Zümer 39/6. âyetinde olduğu gibi “yarattı, lutfetti, insana onu kullanabilme yeteneğini ilham etti” anlamındadır (İbn Âşûr, XXVII, 416-417). Âyetin üslûbundan, Allah’ın dinine ve peygamberlerine yardım eden, hak ve adaleti ayakta tutmak isteyenlerin bu gayelerini gerçekleştirebilmek için demirle sembolize edilen maddî güce ve siyasî otoriteye sahip olmaları gerektiği anlaşılmaktadır (Emin Işık, “Hadîd Sûresi”, DİA, XV, 14). Kimyasal element olarak birçok bileşiği bulunan ve değişik endüstri kollarında önemli işlevleri olan demir, metaller arasında da kullanımı en yaygın ve en ucuz olanıdır. Bir bütün olarak yerküreyi meydana getiren elementler arasında yaklaşık üçte birlik oranla ilk sırayı tutan demirin güneşte ve başka yıldızlarda da bolca bulunduğu tesbit edilmiştir. Teknolojinin gelişmesinde demirin tuttuğu yeri özellikle modern çağın insanı günlük hayatının hemen her adımında yaşar ve hisseder. Hayatı kolaylaştıran pek çok ürün demire dayalı olduğu gibi, gerek beşerî zaafların vahşete dönüşmesinden ibaret olan haksız saldırılarda gerekse varlığını koruma amacıyla bunlara karşı koymada, gerek yıkmada gerekse yapmada demir insanın asırlardan beri vazgeçemediği unsur olagelmiştir. Kısacası demir, kontrollü kullanımı insanlık için büyük yararlar, kontrolsüz kullanımı ise büyük tehlikeler taşıyan bir madde olduğu gibi bu özellikleri taşıyan başka nesneleri ve imkânları da güçlü bir biçimde temsil eden bir örnektir. Başka elementlerle birleşmiş durumda pek çok mineralde de bulunan demir insan vücudu bakımından özel bir önemi haizdir. İnsan vücudunda demir eksikliğinin yol açtığı kansızlık, en sık rastlanan kansızlık tipidir. Demirin özellikleri ve insan hayatındaki önemiyle ilgili bu ve benzeri bilgiler ışığında âyetin “Onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır” diye tercüme edilen kısmı daha iyi anlaşılabilmektedir.

 

لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْم۪يزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ 

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Fiil cümlesidir. 

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. رُسُلَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru failin veya mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir. اَنْزَلْنَا  atıf harfi وَ ‘la  kasemin cevabına matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ  mekân zarfı  الْكِتَابَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, محمولا معهم  şeklindedir.

Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْم۪يزَانَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

لِ  harfi  يَقُومَ  fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَرْسَلْنَا , اَنْزَلْنَا  fiillerine mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُومَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  النَّاسُ  fail olup lafzen merfûdur.  بِالْقِسْطِ  car mecruru  يَقُومَ  fiiline mütealliktir. 

اَرْسَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir. 

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَاَنْزَلْنَا الْحَد۪يدَ ف۪يهِ بَأْسٌ شَد۪يدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِۜ 

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la birinci  اَنْزَلْنَا ‘ya matuftur. Fiil cümlesidir.  اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  الْحَد۪يدَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  ف۪يهِ بَأْسٌ شَد۪يدٌ  cümlesi  الْحَد۪يدَ ‘in hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ف۪يهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  بَأْسٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  شَد۪يدٌ  kelimesi  بَأْسٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنَافِعُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. لِلنَّاسِ  car mecruru  مَنَافِعُ ‘ya mütealliktir. 

لِيَعْلَمَ  atıf harfi وَ ‘la mukadder masdara matuftur. Takdiri, ليستعملوه وليعلم … şeklindedir.

لِ  harfi,  يَعْلَمَ  fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْزَلْنَا الْحَد۪يدَ ‘ye mütealliktir. 

يَعْلَمَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَنْصُرُهُ  ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَنْصُرُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رُسُلَهُ  atıf harfi وَ ‘la  يَنْصُرُهُ ‘daki gaib zamire matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِالْغَيْبِۜ  car mecruru يَنْصُرُهُ  fiiline mütealliktir.


اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَز۪يزٌ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

قَوِيٌّ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. عَز۪يزٌ۟  kelimesi  اِنّ ‘nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
 

لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْم۪يزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اَرْسَلْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Car mecrur  بِالْبَيِّنَاتِ , mef’ûlun veya failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  رُسُلَنَا  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resuller için tazim ve teşrif ifade eder.

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat vardır.

وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْم۪يزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekân zarfı  مَعَهُمُ  mahzuf hale mütealliktir.  الْكِتَابَ  kelimesi, اَنْزَلْ  fiilinin mef’ûlüdür.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Mekan zarfı  مَعَهُمُ , ihtimam için mef’ûl olan الْكِتَابَ ‘e takdim edilmiştir.

الْم۪يزَانَ , mef’ûl olan  الْكِتَابَ ’ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  يَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Car mecrur  بِالْقِسْطِ  mahzuf hale mütealliktir. Takdiri, قاسطين عادلين  (Adil olarak) şeklindedir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَرْسَلْنَا - رُسُلَنَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَرْسَلْنَا - اَنْزَلْنَا  kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.

بِالْقِسْطِ ‘deki  بِ  harf-i ceri mülâbese,  الْكِتَابَ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

اَرْسَلْنَا (Gönderdik) ile  رُسُلَنَا (elçilerimizi) kelimeleri arasında şekil ve harf değişikliğinden dolayı nakıs cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

Burada ‘terazi’ manasındaki  الْم۪يزَانَ  kelimesinden adalet kastedilmektedir. Yani idarenin hakkaniyetle tanzimi ve haksızlıkların önlenmesi için adalet indirdi. (Ebüssuûd)

Haberin yemin lamı ve tahkik harfiyle tekid edilmesi, Allah'ın elçilerine gönderilen kitaplarında insanlar için adaletin sağlanmasına dair bahsedilen şeyler sebebiyledir. Ve kendilerine karşı çıkanları, ısrar etmeleri halinde kılıçtan geçirmek hususunda tariz vardır. (Âşûr)

Ayette geçen kitaptan maksat, kitap cinsidir. Yazının ifade edilmesi de bunun manası içerisindedir. Mizan da bilinen terazi demektir ki, âlemde mevcut olan denge kanununun bir delili ve ölçüsü olarak eşyanın dengesini tayin için kullanılır. Bunun indirilmesi ise, Allah tarafından beşerin bilgisine sunulması, ilham ile bildirilmesi çalıştırma ve kullanımının öğretilip emrolunmasıdır. (Elmalılı)


 وَاَنْزَلْنَا الْحَد۪يدَ ف۪يهِ بَأْسٌ شَد۪يدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف۪يهِ بَأْسٌ شَد۪يدٌ  cümlesi,  حَد۪يدَ  kelimesinin halidir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  ف۪يهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  بَأْسٌ  muahhar mübtedadır.

بَأْسٌ  için sıfat olan  شَد۪يدٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مَنَافِعُ لِلنَّاسِ , hal cümlesindeki  بَأْسٌ شَد۪يدٌ ‘e  atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.

لِلنَّاسِ ‘nin müteallakı olan  مَنَافِعُ  ve  بَأْسٌ ‘deki nekrelik tazim ve kesret ifade etmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِۜ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Masdar cümlesinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

بِالْغَيْبِۜ  car mecruru,  يَنْصُرُهُ ‘daki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

رُسُلَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.

اَنْزَلْنَا  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  لِيَعْلَمَ - بِالْغَيْبِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَنْزَلْنَا - اللّٰهُ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 

Hasan-ı Basrî diyor ki: "Burada اَنْزَلْنَا (indirmek) fiili ‘yaratmak’ anlamındadır. Nitekim وأنزل لكم من الأنعام [Sizin için dört ayaklı evcil hayvanlar indirdi.] (Zümer/6) ayetinde de  أنزل  fiili, ‘yaratmak’ anlamındadır. Bu ifadenin kullanılması, Allah'ın emirlerinin, icraatlarının ve hükümlerinin semadan indirilmiş olmasından dolayıdır.

Zîra savaş aletleri demirden yapılmaktadır ve her sanat, mutlaka demir aletlerle veya demirin de bulunduğu aletlerle gerçekleştirilmektedir. (Ebüssuûd)


اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَز۪يزٌ۟

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَوِيٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin birinci,  عَز۪يزٌ۟  ikinci haberidir.

Allah’ın  قَوِيٌّ  ve  عَز۪يزٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَوِيٌّ - عَز۪يزٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

قَوِيٌّ - شَد۪يدٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin fasılası, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır 

Böyle tekrarlanan ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Samerrâî, Hadîd Sûresinin bu ayetini açıklarken beyyinata ve mizana değindikten sonra  لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ  [ki insanlar adaleti ayakta tutsun] ifadesindeki  قِسْطِ ‘ı da açıklamaktadır. Ona göre  قِسْطِ  tartıda ve hükümlerde adaleti gözetmektir. Yüce Allah'ın  وَأَن تَقُومُوا۟ لِلۡیَتَـٰمَىٰ بِٱلۡقِسۡطِ  [Bir de yetimlere adaletle davranmanız] (Nisa 4/127), یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ كُونُوا۟ قَوَّ ٰ⁠مِینَ لِلَّهِ شُهَدَاۤءَ  بِٱلۡقِسۡطِۖ  [Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten tanıklar olun!] (Mâide, 5/8) ayetlerinde ise  قِسْطِ  tartı (vezn) manası dışında kullanılmıştır. قِسْطِ   söz ve davranışları içine alan hususların tümünde adaletli olmak ve bunların hiçbirinde zulme yer vermemektir. Yüce Allah'ın  شَهِدَ ٱللَّهُ أَنَّهُۥ لَاۤ إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ وَٱلۡمَلَـٰۤىِٕكَةُ وَأُو۟لُوا۟ ٱلۡعِلۡمِ قَاۤىِٕمَۢا بِٱلۡقِسۡطِ  [Allah kendisinden başka ilâh olmadığına adaletle tanıklık eder; melekler ve ilim sahipleri de!] (Ali İmrân, 3/18) sözü bunu açıklamaktadır. 

عدل , ayetteki  قِسْطِ ‘ın anlamlarından biri olduğu halde  لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ  ayetinde  عدل yerine قِسْطِ  zikredilmiştir. Bunun nedeni de  قِسْطِ ’ın burada  عدل ’den daha uygun düşmesidir.  قِسْطِ  pay ve hisse manasına da gelir. Su ve diğer hususların her miktarına da  قِسْطِ  denir.  قِسْطِ  adalet; iksât ise pay ve hükümde adaletli davranmaktır. 

عدل  ise dosdoğru olmaktır. عدل ’in bir diğer manası da sözü ve hükmü kabul gören kimsedir. Saîd İbnu‟l-Müseyyib‟den nakledildiği üzere adalet hükümde, sözde, fidyede ve ortaklıkta olmak üzere dört çeşittir. 

Ayette mizan zikredildiğinden dolayı  قِسْطِ  kelimesinin kullanılması daha uygundur. Çünkü tartıdan kasıt kişinin hissesini ve payını almasıdır ki  قِسْطِۚ ‘ın bir anlamı da budur. Bu nedenle Kur'an-ı Kerîm’de tartı (vezn) ile birlikte sadece  قِسْطِ  zikredilmiş; adl ise hiç kullanılmamıştır.

Bir diğer husus da  لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ  ayetinde olduğu gibi  قِسْطِ  kelimesiyle birlikte  يَقُومَ  fiilinin zikredilmesidir. Yapma (قيام) fiili, Kur'an-ı Kerîm’de  قِسْطِ  lafzıyla gelmesine rağmen, عدل ile birlikte hiç kullanılmamıştır. Yüce Allah’ın Nisâ, 4/127., Âli İmrân, 3/18 ayetlerinde عدل  kelimesi yerine  قيام  fiiliyle birlikte zikredilmesi her yönden daha uygun olan  قِسْطِ  kelimesi getirilmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

Helak etmek istediğini helak etme kuvvetine maliktir. Başkasının yardımına ihtiyaç duymayacak derecede güçlüdür. Onlara cihadı emretmesi, ondan faydalanmaları ve sevaba nail olmaları içindir. Kuvvet, bünyenin sağlam, dayanıklı ve sert olmasıdır. Zaafın zıddıdır. Allah için kuvvet, kudret manasınadır. O da canlının, iradesiyle bir şeyi yapma veya yapmama imkanı bulduğu sıfatıdır, izzet ise her şeye galip geline demektir.

Zerrûkî (ra) şöyle dedi:  قَوِيٌّ  (kuvvetli) demek, fiillerinde, sıfatlarında ve zatında zaaf gelmeyen, yorgunluk ve gevşeme göstermeyen, yapma ve yıkmada acizlik ve kusur tanımayan demektir. (Ruhu’l Beyan)